Ruhsuz

1.2K 121 99
                                    

Son bir kez daha hissetmeyi denedim. Yaşanan onca şeyden sonra hissetme özelliğimi yitirmiştim. Hissetmiyor, sadece sorguluyordum. 

"Şu anda ne hissediyorum acaba?" diye sorguladığım zamanlardan birindeydim yine. Sürekli sorgulardım. Bıkmadan, usanmadan. Çok fazla düşünürdüm. Düşünmekten saatlerce konuşmadığım olurdu. Keza konuşacak fazla kimsem de yoktu zaten.

Odamdaki küçük pencereden yukarı tırmanan ayı izledim bir süre. Dolunay çok güzeldi. Gerçek olamayacak kadar güzel. Ulaşılamayacak kadar güzeldi ama ulaşılmıştı işte. Sevmiyordum bazı şeylerin keşfedilmesini, sevmiyordum! Hayallerimiz de böyleydi. Hayallerine biri ayak basarsa eskisi kadar özel olmuyordu işte. O iri ayaklarınızla küçük hayallere basıyorsunuz ve bundan keyif alıyorsunuz işte. Daha küçük yaşta başlar hatta bu olay "Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuyla. İlk önce babanız atlar sazan gibi. "Büyük adam olacak benim oğlum." Çünkü babanızın hayalidir bu. Kendisi olamamıştır. Sizin olmanızı mecbur tutar. Başka şansınız yoktur boyun eğmek zorundasınızdır. Sonra anneniz girer devreye "Benim kızım okuyacak, çalışacak, kocasının eline bakmayacak." Anneniz yapamamıştır. Yine sizin yapmanız mecbur tutar. Eğer yapmazsanız onların emekleri boşa gider ve sütünü helal etmezler unuttunuz mu? Kirletirler sizin mavi gökyüzünüzü küçücük yaşta. Sonra o karanlık gökyüzüyle baş başa bırakırlar sizi.

Biraz daha büyürsünüz artık okula gidersiniz. Eğer okumayı geç söktüyseniz, aileniz tarafından bir sürü hakaretlere maruz kalırsınız. Ama eğer ilk siz söktüyseniz değmeyin onların keyfine. "Benim oğlum/ kızım okumayı ilk söktü. Çok zeki. Zekasını benden almış." Övünme sebepleri olursunuz. Siz okumayı ilk sökemediyseniz bizden nasıl böyle bir şey beklersiniz? Resmen bizim üzerimizden hava atıyorsunuz yahu! Ne var okumayı geç söktüyse ölüm sebebi mi de bu kadar büyütüyorsunuz? Ya da ne var ilk okumayı söktüyse hayati tehlikesi mi var acile hasta mı yetiştiriyorsunuz? İnsanları anlamıyorum. Hatta bir de fiziksel özellikleriniz tarafından yargılanma var. Genelde aileden görünmeyen arkadaşlar tarafından görünen. Sürekli bir dalga konusu olursunuz. Sürekli ezilirsiniz, dışlanırsınız, Ölmek istersiniz.

Aileniz elinizdeki mavi gökyüzünüzü siz küçücükken kirletmişti. Bu kirletilenlerin yanına bir de Dünyanız eklenir. Sonra bu karanlıkta yapayalnız kalırsınız. Yapacak bir şeyiniz yoktur. Yapayalnız kalmışsınızdır. Her şeyi kendi kendinize yaparsınız. Kimse yoktur. Bir şey düşünürsünüz gülersiniz, bir şey aklınıza gelir ağlarsınız. Gerçek Dünyanızda kimse yokken sahte kişilerinde gelmesini istemezsiniz. Ve onlar şüphelenmeye başlar. Sonra ne olur biliyor musunuz? Sizi de benim gibi Deli Hastanesine tıkarlar ve "Deli" derler. Mutlu Son işte onlar hedeflerine ulaşmışlardır.

Dedim ya işte bu olanlardan sonra hissedemiyor insan. En son bir şeyi hissetiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Buraya kapatıldığımın ilk zamanları. Bahçeye hava almak için çıkmıştım. Elimde kitabım varken küçücük bir kız çocuğu görmüştüm. Çok tatlıydı. Sarı saçları tepesinde bir topuzla bağlanmış üzerinde pembe bir tişört ve beyaz bir etek vardı. Yanaklarını sıkmak istemiştim bir an. Ona baktığımı görmüş, yanıma gelmişti. İlk önce oturduğum çimene bakmıştı. Onun oturmak istediğini fakat üstü kirlenecek diye ikilemde kaldığımı anlamıştım. Üstümde ki siyah hırkayı çıkarıp yanıma sermişti. Gülümseyerek yanıma oturmuştu. Konuşmuyor sadece yan yana oturuyorduk. Bir anda nasıl oldu bilmiyorum ama bana sarılmıştı. O anda bir şeyler hissetmiştim. Sevgi değildi bu. Hastalık gibi bir şeydi. Sadece onun ve benim aramda bir şey. Tüm hücrelerim alev alev yanarken bedenimde bu yangına büyük bir hevesle eşlik ediyordu. Hiç konuşmadık sadece birbirimizin gözlerinin içine bakmıştık. Daha küçücüktü ondan ne beklediğimi bilmiyordum ama sanki hayatım boyunca muhtaç olduğum sözcükleri bağırıyordu yüzüme. Ondan sonra olanlar oldu.

Kızın annesi gelip bir anda kolundan tuttuğu gibi fırlatırcasına yanına çekti. "Sen ne yaptığını sanıyorsun? O bir deli sana zarar verir! Ben sana onlarla konuşmanı yasaklamıştım!" Kızına, kendinin zarar verdiğini göremeyecek kadar gözüne ön yargı bürümüştü. Küçük kız bana özür dilermiş gibi bakıyordu. Hiçbir şey diyemedim sadece sustum. Annesi onu yanımdan sürükleyerek götürdü. O gün akşama kadar orada oturdum. Pişmandım. Kızın adını öğrenemediğim için çok pişmandım. Sanki o bendim. Benim hissedemediklerimi bana bağıra bağıra söylemişti sanki. O gün sahip olduğum pişmanlık hissetiğim son şey olmuştu işte.

Tıkılı kaldığım bu düşüncelerden kurtulmak için yanımdaki komidinin üzerinde duran kitabı aldım. Bu kitap en sevdiğim kitaplardan biriydi. Sayfaları simsiyah, cümleleri bembeyazdı Unutuluş Hikayesi'nin. Yazarın kitabın adına neden böyle bir isim verdiğini yaptığı açıklamadan sonra anlamıştım. Cem Adrian'ın bir sözünden çok etkilendiğini ve o sözden esinlenerek bu hikayeyi yazdığını söylemişti. O söz çok hoşuma gitmişti. "Önce her şeyi siyaha boyamak lazım. Sonra kurumasını bekleyip üstüne beyaz harflerle yeni hikaye yazmak. Buna unutmak diyoruz."

Daldığım düşüncelerden çıkıp kitabı elime aldım. Kitap ayracı kullanmayı sevmezdim. Kitabın sayfalarını kıvırmayı da sevmezdim. Genelde nerede kaldığını aklımda tutardım. Kaldığım yeri açtıktan sonra okumaya başladım.

"Çekmeceden çıkardığı paketi elime alıp topuklarımın üzerinde ona döndüm. 'Bu ne?'

Güldü dudağının kenarıyla, kendi bildiği bir şeyi hatırlamışcasına. 'Siyah Fosforlu Kalem. Ölümün rutubetli nefesini ensende hissederken yokluğumun altını çizersin diye.' "

"Siyah fosforlu kalem almam lazım." diye mırıldandım. Bu fikir beni can alıcı yerimden vurmuştu. Kitabı hemen çekmecenin üstüne bırakıp ayaklarımı yere uzatacakken pencereden göz kırpan ay dikkatimi çekti. Gece yarısı olmalıydı.

Saat kullanmayı sevmezdim. Ben gündüzleri de sevmezdim gerçi. Gece, en güzeliydi. Gece, en karanlıktı. Gece, en anlamlıydı. Gece, en özeliydi. Gece, acılarınızı saklar, size ihanet etmezdi. Gece sizin dostunuzdu. Gündüzleri başarılı insanlar severdi. Güzel insanlar. Ortalıkta olmayı sevenler. Geceyi sevmezdi onlar. Gece herkese karanlık düşürürdü. Sevdiğine çok, sevmediğine az. Beni severdi gece, bende onun kadar karanlıktım çünkü.

Saat kullanmak bana saçma geliyordu. Ölüme yaklaştığın süreyi kontrol etmekten ne yarar gelebilirdi ki? Hem o kendi kendine ilerliyordu. Ne diye onu öğrenmek istiyordun? Saati bilmek sana ne yarar kazandırıyordu? Belki de saat kullanacak yerim olmadığı için böyle diyordum. Bilemiyorum. Burada saatle yapacağım bir şey yoktu. Hemşire sabah, öğlen, akşam yemeğimi, arada da haplarımı getiriyordu zaten. Bana da tüm gün boyu düşünmek kalıyordu. Konuşacak arkadaşım bir elin beş parmağını geçmezdi. Onlarla da zaten yapılan konferanslar da karşılaşırdım. Birkaç selamlaşma, bir yalancı gülümseme yeterdi ona da.

Karanlık düşünürdüm, karamsar düşünürdüm. Herkes gibi öyle aydınlık düşüncelerim olmazdı benim. Dudağı uçuklatacak düşüncelerim vardı. Bilinse beni idama götürecek cinslerden. Bilinse dünyayı kurtaracak cinslerden. İkisinin arasındaki ironiye bakar mısınız? Ben buydum işte. Bir küçük ironiden ibarettim. Belki de araftım. Karanlığın en güçlü yanı, aydınlığın muhtaç olduğu. Zaaf mıydım ben? Karanlığın zaafı olurdum ancak. En sevilen mi olacaktım? Karanlığın en sevdiği olurdum. Daha küçük yaşta annemin babamın bana yapamadığını karanlığa itildiğimde karanlık yapmıştı. Huzurluydum karanlıkta. Yalnızdım ama huzurluydum. Yalnızdım ama mutluydum kendi karanlığımda. Karanlığa aşıkken aydınlığı sevemezdim. Karanlığa mecburken aydınlığı seçemezdim. Ve en önemlisi ben karanlıkken başkasının aydınlığını isteyemezdim. Karanlık benim bedenimde pervasızca gezerken ben aydınlıkla da tanışmak istiyordum. Biri olsun, şu karanlığın en koyu olan hayatımı aydınlıkla tanıştıracak türlerden. Biri olsun, nefes aldığımı unutturacak türlerden. Biri olsun, onunla konuşurken yüzümden gülümseme eksik etmediğim. Bunlar hep hayaldi. Gerçekleşmeyecek olan. Hayal kurmayı sevmeyen ben ne ara bu kadar hayalperest olmuştum? Onaylamazca kafamı sallayıp kitabımı yine elime alıp okumaya devam ettim.

Kitabın kapağını kapatıp son olanları gözden geçirdim. İçimde yadsınamayacak kadar büyük bir boşluk oluştuğunu fark ettim. Elimdeki kitabı bitirdikten sonra olan o boşluk hayatımı anlatıyor işte. O boşlukta bulursun beni ancak. Okuduğum her kitaba da bir parçamı bırakırım mesela.


KARANLIĞIN NEFESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin