İntikam almaya geliyorlar. Kafamda dönüp duran düşünceler bir çıkmaza girmiş gibiydi. Karşımdaki yabancının sözleri beni korku uçurumundan aşağı itmişti sanki. Bir şey diyemedim. Diyecek bir şeyim de yoktu zaten.
Aybars "Bu-bu nasıl oldu?" diye kekeledi. "Diğer gezegendeki yaşayan canlılar ile melekler arasında yüzyıllar önce bir savaş olmuş, melekler kazanmıştı. Bizde yani Olimpos'lular, Melekler' le yani sizinle müteffik halindeydik. Şimdi ise her şey tersine döndü. Olimpos Ay'a çok yakın bir mevkiideydi. Ay'a yüklenen enerji, kendini patlamalara dönüştürürken Olimpos çok zarar gördü, artık yaşanmaz halde. Neredeyse tüm Olimposlular, Dünya'ya geliyor artık. Bu ise felaketlere yol açacak. Dünya bir anda bu kadar enerji bulundurmaya dayanamayabilir. Ayrıca herkes eğer Aydan'ı öldürürlerse Ay'ın yeniden ortaya çıkacağını düşünüyor. Bu yüzden benim minik Ay Kızım çok büyük tehlikede."
"Aybars gitmemiz gerek." Apollon sözlerini bitirir bitirmez Eren hızlıca konuştu. "Evet çocuklar gitmeniz gerek." diyerek Apollon da ona katıldı.
"Sen gelmiyor musun?" dişlerini göstererek güldü. Ama ben hala yanlış bir şey söylediğimi zannetmiyordum. "Benim için endişelenmene sevindim meleğim ama ben başımın çaresine bakabilirim. En kısa zamanda görüşmek üzere." pelerinini orada bırakarak yanıma yaklaştı ve yanağıma minik bir öpücük bıraktı. Ben hala onun kokusunun ne kadar büyüleyici olduğunu düşünürken o dik yürüyüşünü bozmadan geldiği yerden ilerledi. Aybars'ın yanımda gerildiğini hissettim, tabii bu sırada Eren koşmaya başlamıştı bile.
Bizde Eren'in peşinden koşmaya başladık. Bu sırada Aybars kanatlarımı nasıl gizleyebileceğimi anlatıyordu. Kanatlarımı gizlediğim zaman bende dahil olmak üzere kimse görmüyormuş. Ve bende bunu ustaca yapabilmiştim. Ağaçlar seyrekleşmeye başladığında çiftler halinde koşmaya başlamıştık. Eren'le Tuğçe önden koşuyor, Aybars'la ben ise onları takip ediyorduk. Ağaçların tamamen bittiği meydan gibi bir yere geldiğimizde Eren duraksadıktan sonra koşmaya devam etti. Meydan dediğim 500 metre civarında bir boşluk. Diğer taraftan yine ağaçlar devam ediyordu.
"Aybars... Aybars... Aybars... Görüşmeyeli nasılsın küçük dostum?"
Eren bir barikata çarpmış gibi anında durup geriye döndü. "Siktir.Sanırım yakalandık." diye sessizce mırıldandıktan sonra ses tonunu yükselterek konuştu.
"Beni hiç özlememişe benziyorsun Tolga?"
"Çok komiksin Eren hiç özlemez olur muyum? Ne kadar özlediğimi tahmin bile edemezsin." Dalga geçer gibi bir hali vardı.
"Bu o mu?" Eren'in Tolga dediği yabancının arkasında beş tane iri yarı adam duruyordu. Adamların hepsine tek tek baktıktan sonra yavaşça gözlerimi konuşan yabancıya çevirdim. Yaklaşık iki dakika boyunca birbirimizle kesintisiz göz teması kurduk. "O büyüleyici." dedi büyük bir hayranlıkla. "Onun aurası oradan bile içimi titretecek kadar güçlü. Seni tanımak isterim küçük." dedi ve öne doğru bir adım attı.
"Peki ya ben seni tanımak istemiyorsam?" diye cüretkar bir ses tonuyla ona meydan okudum.
"Öyle bir şansının olduğunu mu sanıyorsun?"
"Evet. Şansımın olduğunu sanmıyorum, biliyorum. Dediğin gibi senden çok daha güçlüyüm. Bana veya arkadaşlarıma hiçbir şey yapamazsın." Egoist gibi göründüğümün farkındaydım ama korku her şeyi mahveden tek duyguydu. Korku, onun dikkatini dağıtırdı ve o şimdiden korkmaya başlamıştı bile.
"Benim yeteneklerimi küçümsüyorsun, ufaklık." Sözlerini bitirince derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Şimdi sakladığı kanatları ortaya çıkmış. Bana göz dağı vermek istercesine yavaş ama sert biçimde birbirine çarptırıyordu. Kanatlarının sarımsı bir rengi vardı. Üst kenarları kanatlarının ucuna göre çok çıkıntılı duruyordu. Bu görüntüdeki yamukluk benim için çok çirkin bir görüntüydü. İki elini birden havaya kaldırıp bize doğru çevirdi. Onlarla aramızda kalan kısımdan ateşler püskürmeye başlamıştı.
Gözlerimi kapattım ve sakladığım kanatların, görünebilir olduğunu düşündüm. Sonra yerden çıkan ateşlerin onların etrafını saran bir kafes olduğunu düşündüm. Duyduğum çığlıkla hemen gözlerimi araladım. Tolga denen adamın yanındaki adamlardan birinin kanatları kafesin parmaklarına sıkışmıştı ve cayır cayır yanıyordu. Adamların arkadaşlarına yardım etmesi gerekirken onlar durmuş kanatlarımı ve beni izliyorlardı.
Hafif bir rüzgar estirerek alevlerin daha da yükselmesini sağladıktan sonra koşmaya başladım. Bu sefer önden giden çift Aybars'la bizdik. Açıklık alanı geçip ormana girdiğimizde sürat kaybetmeden koşmaya devam ettik. Dikenli dallar elimi, yüzümü çiziyor, canımı acıtıyordu. Eğer geçmişte yaşananlar doğruysa benim yüzümden bir kişinin kaybını daha Aybars'a yaşatmaya yüzüm yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN NEFESİ
FantasyBazen karanlığı dinlerim, sessizliğimde pek ses olmadığı için. İnsanlardan saklarım kendimi, ruhumu derinlerindeki tahta sandıklara gömer üstüne de zincir vururum.