GÜN
Uyandığımda saat dokuzu yirmi sekiz geçiyordu.Beni normalde sekiz buçukta uyandırması gereken yeşil, dijital ekranlı saate baktım.Alarm çalmamıştı.Bu da demek oluyordu ki alışveriş listeme bir de yeni bir saat eklenmişti.
Yatakta gerinerek doğruldum.Bugün ne yapmam gerektiği hakkında bir planım yoktu.Belki hastaneye gider Elis'i ziyaret ederdim. Ah, hayır! 5 aydan sonra onun baygın yatan bedenini bir kez daha görebilecek kadar iyi hissetmiyordum kendimi.
Yaklaşık 2 haftadır bende alışkanlık haline gelmişti her sabah kalktığımda Elis'i düşünmek. Hep şöyle düşünüyordum, acaba uyanır mıydı? Uyansa bile hiçbirşeyi hatırlamayacaktı. Belki kendine yeni bir hayat kurardı ve bu sefer mutluluğu yakalardı.
Fakat şu kaçınılmaz bir gerçek ki, kimliğimiz adeta görünmez bir tasma gibi hep bizimledir. Elis ne olursa olsun kendinden kurtulamayacak.Ayaklarımı yatağımın kenarından sarkıtım ve oturur pozisyona geçtim. Yerde duran gri ve eskimeye yüz tutmuş t-shirt'ümü düzelterek üzerime geçirdim.
1 oda 1 salon olan küçük evimde her sabah yaptığım işleri yapmaya koyuldum. Önce banyoya girdim ve duş aldım. Su yüzüme akınca kendimi biraz daha ayılmış hissediyordum. Daha sonra banyodan çıkınca üzerime siyah pantolonum ve beyaz t-shirt'ümü giydim.
Neredeyse omuzlarıma gelen saçlarımı elimle düzeterek arkadan bağladım. Önden çıkan saçlarımı da kulağımın arkasına sıkıştırarak mutfağa doğru ilerledim.
Evin diğer bölümleri gibi mutfakta kahverengi tonlarından oluşuyordu. Kahverengi mutfak dolabı, mutfağa zar zor sığdırabildiğim küçük kahverengi yemek masası ve sandalyeler...
Neden bilmem ama canlı renklerle pek aram yoktu. Gözümü yoruyorlardı aslında. Veya çevremdeki kişilerden kaynaklıydı. Kendini diğer insanlardan soyutlamış, renklerden soyutlamış kişiler.
Ne yiyeceğime karar vermek gibi bir şeyle uğraşmadım çünü kendimi aç hissetmiyordum. Buzdolabının kapağını açtım ve üst raftaki su şişesini alıp kafama diktim.Elimin tersiyle dudağımdan damlamaya çalışan suyu sildim ve şişeyi yerine koydum.
Kapının yanındaki vitrinden biraz para. evin anahtarını ve telefonumu alarak çıktım.
4 katlı apartmanın 4. katında yaşıyordum.
Apartmanın bulunduğu mahalle, çok uğrak bir mekan değildi. Geceleri dışarı çıkmak tehlikeliydi hatta. Yolda yürürken önününüze nasıl bir serserinin çıkacağını kestiremezdiniz.
Benim için bu pek önem arzetmiyordu. Zaten sağ kolumun iç tarafında kalan dövmeyi görünce yolumdan çekiliyorlardı.
Bu da Karanlık'ın bir avantajıydı işte.
Merdivenlerden aşağı inip apartman kapısını açtığığımda içeri sızan güneş ışığı gözlerimi kısmama neden oldu. Elimle gözlerimi siper ederek dışarıya adımımı attım.
Her gün yaptığım başka bir iş daha; Karanlık' a gitmek. Orası benim yuvamdı.En azından yuvam kabul etmek zorundaydım. Sizi bir kere içeri alıp kolunuza o dövmeyi yaptıklarından sonra, onları geri çeviremezdiniz.
Çok istiyorsanız geri çevirebilirdiniz tabii, ama bunu yapan sayılı kişiler şu an mezarda.
Yere bakarak yürüdüğüm yaklaşık 7 dakikanın sonunda bara geldim. Yani Karanlık'a.
Bar görünümlü bu yer Karanlık'ın yuvasıydı işte. Dikkat çekmemek için normal bir bar süsü veriliyordu. Fakat bazen insanlar merak etmiyor değildi. Neden buraya girmek için kolunu göstermek zorundaydın ki? Bu soru bir sürü insanın kafasında dolaşıyordu. Eh, bunun yanıtını bulmak için uğraşmaya değmezdi.
Sadece eğlenip kusacak derecede içki içecek başka bir mekan bulmak daha kolaydı.
Ben içeri girerken artık kolumu göstermiyordum. Sonuçta yıllardır buraya geliyordum ve kapının önündeki korumalar benim kim olduğumu zaten çok iyi biliyorlardı.
İçeriye girdiğimde her zamanki atmosferle karşılaştım. Sigara dumanı, nargile kokuları ve birbiriyle konuşmaya çalışan -genellikle ayık olmuyorlardı- Karanlık'ın çocukları.
Elimi adeta bir yelpaze gibi kulanarak dumanı solumamaya çalıştım. Hızla bodruma inen merdivenlere yöneldim.En azından orada sigara ve nargile içilmesi yasaktı.Bodruma inen merdivenler yerle birleştiğinde kafamı kaldırıp kimlerin geldiğine baktım.
Cenk, Nil ve Ata bilardo masasının oralarda sohbet ediyorlardı. Bensu kanepede oturmuş bir şeyler okuyordu. Serkan da Bensu'nun karşısındaki kanepenin köşesine kurulmuş telefonla uğraşıyordu.
Ben de odanın diğer bir köşesinde bulunan televizyonun karşısındaki kanepeye oturdum.Önümdeki masada yayılmış çizgi romanlardan bir tanesini alıp karıştırmaya başladım.Eğer bugün Güneş Abi gelmezse tüm günüm boş geçecek gibi duruyordu.Olur da yaklaşık 17 günden sonra uğramaya zahmet ederse, kim bilir yine hangi belanın peşinde koşturacaktım!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Selene
FantasyElis gözlerini bir hastane odasında açar ama kendisine ne olduğu buraya nasıl ve ne zaman geldiği hakkında hiçbir fikri yoktur.Tek bildiği şey hiç de iyi şeyler olmayacağını hissetmesidir.Asıl sorun hastaneden çıkınca başlayacaktır. Bu genç kızın fa...