♥♣ | 3.Bölüm/Part2

197 17 1
                                    

Geçiş bölümleri için üzgünüm *yüzünü elleri ile kapatmış nesli tükenen maymun emojisi* Ben bu bölümün sonunu çok beğendim. Sinek Valesini kısa bir süre görmeyeceksiniz. En azından hikayenin kahramanları kafanızda oturana kadar. Ben yine de size Sinek Valesini ufak ufaktan aşılayacağım. Neyse çenem zeminle çarpışmadan ben gideyim. İyi okumalar, efendim djfkjheekjhdsanbdwje

Havaalanında geçirdiğimiz özlem dolu dakikalar sonrasında nihayet ne yapacağımıza karar vermiştik ve şimdi de yoldaydık. Arabaya biner binmez sebepsiz bir sessizlik olmuştu. Radyodan gelen kısık şarkı sesi dışında sessizlik hükmünü büyük bir kararlılık ile sürdürüyordu. Sessizliğin daha fazla hükmünü sürmesine izin veremeyeceğimi anladım ve Ali'yi dürtmeye başladım.

"Ali," dedim parmağımı beline göçertirken. "Küs müyüz?" Gözlerimi masum bir şekilde açmaya çalıştım fakat, sadece çalışmak ile kaldı.

"Saçmalama fıstık, niye küs olalım?" Ali, gözlerini yolda ayırmadan söylemişti cümlelerini. Sesi sert değildi ama ilk geldiğindeki gibi de değildi. Bir sorun olduğunu düşünüyordum ama gelir gelmez de Ali'yi sıkmanın iyi bir fikir olacağını sanmıyordum.

"Şey," Konu değiştirmek amacı ile bir şeyler söylemem gerektiği kanısındaydım ama ağzımdan çıkan tek kelime 'şey' olmuştu. "Nereye gidiyoruz?" Hem gerçekten merak ediyordum hem de konuyu değiştirmek için bir fırsat olmuştu bu.

"Seni kendi evime bırakacağım." Söylediği cümleye karşı hiçbir tepki göstermemiştim çünkü açıklama yapmasını istiyordum. O da bunu anlamış olmalı ki, "Birkaç saatlik işim var. Sonra döneceğim ve eğleneceğiz." diye açıklama yaptı. Yaptığı şeye pek açıklama denemezdi ama yine de bunun ile yetinmekten bir zarar gelmeyeceğini düşündüm.

Umarım sinirlidir ve bu siniri bir an önce üzerinden atar. Çünkü Ali'nin olmadığı o ,tekrardan, sonsuz zaman dilimi içerisinde kafayı yemek üzereydim. Bakışlarımı yavaşça aşağı doğru indirip, ellerimi birbirine kenetleyerek dışarıyı izledim.

Uzun bir süre dışarıyı izledim ve Ali'nin bana olan delici bakışlarını daha fazla gözardı edemeyeceğim için Ali'ye döndüm. Evet, yaklaşık bir dakikadır bana bakıyordu ve ben daha fazla dayanamayıp O'na bakmıştım.

Sanırım kendimin bile yeni haberi oluyordu ama beni eve bırakacak olmasına kırılmıştım.

Belimde hissettiğim şey ile aniden yerinden sıçradım. Ali, parmağını belime göçertmişti. Böbreğimi eline geçirmek istiyor da olabilirdi. Belimden huylandığım için yüzümdeki sırıtış ile kavga ediyordum adeta. Sırıtmayacaksın!

"Fıstık," Bana kenetlediği gözlerini bir anlığına yola çevirdi ve sonra tekrar cümlesine kaldığı yerden devam etti. "Küs müyüz?" Aynı benim O'na yaptığı gibi gözlerini kocaman açıp, tüm masumluğunu ortaya koyarak dudaklarını büzdü. Ah, hadi ama bir kız olarak benim de kırılma hakkım olamaz mıydı?

"Yok," Sesim tahmin ettiğimden daha da kısık çıkmıştı. "Değiliz." dedim ve camdan sürekli değişmekte olan insanları izlemeye devam ettim.

"Biliyorum, bana kızgınsın. Ama bana inan ben geldikten sonra bu kırgınlığını unutturacak kadar iyi bir zaman geçireceğiz." Ali aramızdaki diyaloğu bu şekilde sonlandırır iken, başımı sallayarak kapıyı açtım ve indim. Tam arkamı dönüp Ali'ye bakacaktım ki, tekerlikten çıkan acı dolu ses Ali'nin gittiğini işaret etti ve ben de yoluma devam ettim.

Ali'nin gerçekten güzel bir evi vardı. Evi fıstık yeşiliydi ve etrafını saran sarmaşıklar, arkasındaki büyük ağaçlar fıstık yeşiline mükemmel bir tonlama sağlıyorlardı. Evin tam ortasında bahçeden girebileceğiniz bir kapı vardı. Bahçe kapısından ilerlediğinizde sizi ipince, mermerden bir yol karşılıyordu. Bu yolun sağ ve sol tarafı tamamen gül bahçesiydi. Yolun sonunda açık kahverengi, ahşap kapı vardı ve fıstık yeşili ile olan uyumu gözardı edilemezdi.

Ahşap kapıyı açıp içeri girdiğimde, birçok erkeğin aksine mükemmel bırakılmış bir ev vardı. Ah, tabii ki bu Ali'nin düzenli biri oluşundan değil, O yokken bu evi temizlememden kaynaklanıyordu. Ali'nin evi büyüktü ve gerçekten evin yarısı salondu. Zaten geriye kalan iki oda vardı biri Ali'nin yatak odasıydı, diğeri de hem misafirin yatabileceği hem de boş zamanlarında vakit geçirebileceği bir hobi odasıydı. Salonda en çok dikkat çeken şey, neredeyse tüm bir duvarı kaplayacak büyüklükte olan televizyondu. Duvarları altın sarısı renginde olduğu için televizyondan sonra dikkat çeken ilk şey onlardı. Koltukları ise lacivert, 'L' şeklindeydi ve altın varakları vardı. Gerçekten çok asil durduğu kaçınılmaz gerçeklerden biriydi. Koltuğun önünde büyük, kare şeklinde, lacivert ve üzerinde altın renginde simleri olan bir masa vardı. Onun dışında yine bu renkleri tamamlayan aksesuarlar vardı.

Önce çantamı, sonra da kendimi attım yumuşak koltuğun üstüne. Çok fazla hareket etmememe rağmen cidden yorulmuştum. Sanki etlerimi koparıyorlarmış gibi hissediyordum. Birkaç dakika tavana bakarak öylece durduktan sonra göz kapaklarımı hareketi yavaşlamaya başladı. Ali'nin de henüz gelmeyeceğini bildiğim için, göz kapaklarıma direnmedim. Nefes alış verişim de göz kapaklarım kadar ağırlaşırken, aklımda Ali'nin gülümsemesi ile gülümseyerek uykunun sıcak koynuna sokuldum.

**

Bembeyaz bir alan. Hiçbir şey yok. Sadece uçsuz bucaksız, başı ve sonu belli olmayan bir beyazlığın içerisindeyim. Bu kadar ışık, aydınlık gözlerimi yorması gerekirken niye yormuyor?

Kulağıma dolan fısıltı ile irkilerek arkamı dönüyorum.

"Çok yaklaştın..."

"Neye?" Arkamı döndüğümde kimseyi göremediğim için korkarak soruyorum.

"Sen cahil misin?" Beynim tanıdığı cümleyi çekip çıkarıyor fısıltıdan. Kimsenin olmayacağını bilsem de korkuyorum artık fısıltının olduğu yere dönmeye.

"Çok yaklaştın..."

**

"Ateş Şah! Ateş Şah, uyan!" Kolumda hissettiğim baskı ile aniden uyandım. Bu kabustan uyanmak, soğuk sudan çıkmak ile aynı etkiyi yaratmıştı bende. Bakışlarımı kollarıma indirdiğimde, bahsettiğim baskıyı yapanın Ali olduğunu fark ettim. Kol damarları belirginleşmişti ve kolumu koparacak gibi sıkıyordu.

"Tamam, iyiyim." Ter içinde kalmıştım ve Ali'nin yanımda oluşu daha da rahatsız olmama sebep oluyordu.

Ali'nin mavi gözlerini süsleyen göz bebekleri büyümüştü ve mavi gözlerinin içindeki yeşil ağlar küçülmüştü. Kaşları çatılmış, saçları dağılmıştı. En ufak bir alaycılık sezemiyordum, ne yüzünde ne gözlerinde. Yüzünden endişe akıyor desem doğru olurdu. O'nu bu kadar endişelendirdiğim için kendime kızdım.

"B-ben çok korktum. Titriyordun ve sayıklıyordun. Ne dediğini anlayamadım ve ben gerçekten seni burada bıraktığıma çok pişman oldum. Beni affedebilir misin, fıstık?" Gerçekten Ali'yi bu kadar endişelendirmiş miydim? Bu bir yandan bana tarifi imkansız bir hoşnutluk sunarken, diğer yandan ise bencilce geliyordu.

"Önemli değil, iyiyim," Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım ama belim tutulmuşu. Yüzümü acıyla buruşturdum. Göz bebeklerim tanıdık göz bebekleri ile kenetlenirken, Ali'nin bıçaklara meydan okuyacak kadar keskin bakışları durmama sebep oldu.

"Önemli değil mi? Ateş Şah, kendini görmeliydin. Bir an bile olsa, ki bu bana çıkmaz sonsuzluk gibi geldi, seni kaybedeceğimi sandım. Aynı durumda ben olsam sen de aynı tepkiyi verirdin." Kendimi bir an Ali'nin yerine koydum. Ali'yi o halde görmek... Kalbimde enjekte edilmiş gibi hafifçe yayılan bir sızı hissettim.

Zorlanarak da olsa doğruldum ve göz bebeklerimizi kenetledim. Ellerimizde gözlerimizden aşağı kalmayacağını belirtir gibi sımsıkı kenetlenmişti. "Ali," diyebildim titreyen sesim ile. "Sen benim yerde bulduğum gökyüzümsün."


Kupa Kızı ♥ ♣ Sinek ValesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin