Kapanmak üzere olan adliyenin döner kapısından elinde eşyalarıyla dolu kutuyla yavaşça çıktı. Babasından ona yadigar kalan 1965 model kırmızı beyaz chevrolet bel air'ının bagajına kutuyu dikkatle yerleştirdi. Arabasının kapısına yaklaştığında arkasına dönüp son 5 yılının geçtiği adliyeye son kez baktı. Derin bir nefes çekti ciğerlerine ve uzun süre bırakmadı. Aracının kapısını açarken zorlandı. Bugün olanlar onun gücünü adeta bir canavar gibi emmişti. Kapıyı kapatınca batmakta olan güneşi fark etti. Bugün ona kızgın bakıyordu. Yaptıklarımı güneş bile anladı diye düşündü. Aracın eski motoru büyük bir gürültüyle kükredi. Ve yavaş yavaş üsküdar daki eve doğru hareket etti. Çağlayan adliyesi onun için hem harika hem berbattı. Güzel yanı , oğlunun ilk davasına girdiği adliyede onunla beraber olmaktı. Kötü yanı ise bugün kü davaydı. İntikamı onun gözlerini kör etmekten öte bir yola gitmişti. O gece küçük kıza olanları bir kaatil bir de o biliyordu. Ama sevdiği adam ve onun geleceği elinden alınınca gerisi teferruattı ona göre. Radyoda çalan şarkıyla bir kez daha uyandı düşünce okyanusundan. Çalan şarkıyla elini çantasına uzatıp sigarasını aldı ve camı açarak dumanın çıkmasını sağladı. Yolu uzatarak boğaziçi köprüsünden gitmeyi tercih etti evine. Trafikte durunca aynadan suratına baktı. Kızıl saçları dağınıktı, yeşil gözleri artık bulanık bakıyordu, artık yüzü daha kırışıktı. Elini sallayarak "boşverrrr!" Diye bağırdı. Ardından şarkının ritmine uyarak elini direksiyonda tıkırdattı. Ama kalbide o tıkırtıyla sallanıyordu. Taşlarını birer birer saçıyordu yerlere. Bankayı aramak için telefonuna uzandı ama saate bakınca bankaların çoktan kapanmış olduğunu anladı.
Eve vardığında saat çoktan yedi buçuk olmuştu. Hava çoktan kararmıştı. Akşam yemeğini yerken yaptığı salatanın çok tuzlu olduğunu anlayıp yüzünü ekşitti. Çöpe dökmek için mutfağa gittiğinde camın üzerinde kırmızı küçük bir kağıt gördü. Kaseyi tezgaha bırakıp kirli camdaki o notu aldı. Yazı beyaz bir mürekkeple yazılmıştı;
- "Merak etme adaleti sen veremesende o gideceği yeri elbet bulur."Cevdet.
Notu okuyunca tüyleri diken diken oldu. Bayılmasına ramak kalmıştı adeta. Yaşlı vücudu artık dayanabilecek miydi bu kadar strese?
Tezgaha dayandı ve kendine zar zor bir ayran yaptı. Tansiyon hastası olduğunu unutmuş gibiydi adeta. Çünkü bir ailenin 1 haftalık tuzunu ayrana boca etti. Tek dikişte bitirdi ayranı. Elinin ayarının artık bozulduğunu düşündü. Cevdetin yazdığı notu düşündü tekrar. Sevdiği adamın çocukluk arkadaşıydı. Dünyanın en dürüst insanı denilebilirdi ona. Cinayete tanık olan tek isim oydu. Ama yeliz hanım bıçak tehdiyiğle onu doğruluktan vazgeçirmişti. Ama görünen o ki cevdete bıçaklı bir tehdit gerçekten az gelmişti.
Kapının çalma sesiyle tutuna tutuna gitti. Gelen oğlu celal ile karısıydı. Hamile karısı büyük bir yalakalıkla yeliz hanıma sarıldı ama celal' in ateş püskürdüğü belliydi. Ayakkabılarıyla salona daldı bir anda ve annesini kolundan tutarak sürükledi. Yeliz olanları öğrendiğini düşündü. Eli kolu bağlıydı. Celal hesap sormaya başlamıştı bile;
- Anne ! Bunu nasıl yapabildin!!? İntikam. Bu gayet doğal ama bir çocuğun hayatına nasıl kıydınız??? Sen nasıl böyle bir insan olabildin. Artık seni tanıyamıyorum. Bir de kaatil in suç ortağı sende olmana rağmen ondan rüşvet almışsın!! Senin 25 senelik dürüstlüğün, onurun , gururun nerede kaldı?? Bugün evden çıkarken fortmantoda unuttun sanırım !! Ama bugün anlamalıydım. Avukata teklif ettiğin parayı önemsemedim bile !! Annemin bir bildiği var ki böyle diyor dedim. Ne yazıkki çok saf mışım!! Bunları karşın bir açıklaman vardır heralde!! Olsa ne yazar zaten! Genlerine bile sahip olmadığım ama adını taşıdığım ölü bir baba ve yalancı , şerefsiz bir anne için ne yazar??
Bu baskıya daha fazla dayanamayan
Yeliz sadece Celal diyebildi. Ardından yaşlı vücudu koltuğun üzerine serildi.5 yaşındaki celalinin peşinden koşturuyordu. Küçüklük yıllarının verdiği hareketlilikle annesini de bir hayli yoruyordu. Eğlenmesi kadar büyümesi de zor oldu yeliz için. Hiç tanımadığı bir erkeğin genlerini taşıyan celaline nasıl babasının öldüğünü anlatacaktı? Ama sırası olan başka bir şey vardı. Celali büyüyordu. Yeliz ona açıklamadan öğrenirse ne olacaktı? Bunların zorluğunda büyüttü oğlunu. Gençlik yılları ise babasız celal için bir hayli zor olmuştu. Pek arkadaşı olmadığı için sürekli evde pinekliyordu. Üstüne asiliği ile bazen annesini çıldırtma derecelerine getiriyordu. Ama derslerini ihmal etmeyen çok başarılı bir gençti. Bunun meyvesini de avukat olunca toplamıştı. Ama ya şimdi? Celal olanları nereden öğrenmişti? Oğlunun yüzüne bakabilmesi için önce iç arınmasını bitirmesi gerekiyordu. Ancak böyle tamir edebilirdi taşları yerinden oynayan kalbini. Gözlerini açmaya hiç ama hiç cesareti yoktu. Sadece olanları düşünmek bile korkusunu artırmıştı. Ama yapacak bir şey yoktu. Gerçeklerle yüzleşmeden rahatlayamayacaktı. Yavaşça göz kapaklarını araladı. Hastane odasındaydı. Başında bekleyen celal ve gelini sacide heyecanlıydı. Celalin ağır sözleri annesinde şok etkisi yaratınca demir gibi sert olan yelizin kalbi dayanamamıştı. Küçük bir spazmın ardından düzelmişti ama korku hala vardı.
- Nasılsın? Dedi Celal.
- Nasıl olabilirim sence? Cevabı, hasta yatağında yatan bir kadın için oldukça imalı ve sertti.
Celal'in suratı bir domates kadar kızardı. Ardından konuşmaya başlayacaktı ki başında dikilen sacide onu durdurdu. O da bugün için daha fazla strese dayanamayacaktı. Zaten doğumuna 1 haftadan az bir süre kalmıştı. Yatağın sağ tarafına geçerek yelizin elini tuttu. Samimiyetsiz gülüşüyle Yeliz' i yine iğrendirdi. Yatağında doğrulan yeliz bir bardak su rica etti oğlundan. Yavaş hareket eden oğlunu izleyen yeliz sorusunu sormak için uygun zamanı kolluyordu. Kirli bardaktaki su yelizin önüne gelince içmeye yanaşmayıp başucundaki sehpaya bıraktı. Ardından sordu;
- Nereden öğrendin olanları?
- 25 senelik bir hakim için fazlasıyla basit bir anlaşma yapmışsın anne.
- Ben sana nereden öğrendiğini sordum. Beni eleştir demedim!
- Benim öğrendiğim yer seni hiç ama hiç ilgilendirmez senelerce bana yalan söyleyen annem yine kendi menfaati peşinde!!
Yalan sözünü duyan yeliz gözlerini kısa bir süre yumdu. Gerçekleri başkasının ağzından duyması Celal i yıkmıştı , bu belliydi. Cevdetin söyleyebileceğini düşünerek kini arttı. Keşke hiç cevdetle tanıştırmasaydı celal'i!
- Bak oğlum neler olduğunu bilmeden beni sorgulayamazsın. Bunu oturup konuşmamız lazım. Daha önce sana konuşma cesaretini kendimde bulamadım. Peşin hükümlü olma lütfen!
- Senin için sperm bankası da bir yalandı zaten değil mi? Babam olmayan ölü bir adamı bana sevdirme çabalarıda?
- Otur şuraya ve dinle beni! Yargısız infaz yapıyorsun!!
- Oturmayacağım ve de dinlemeyeceğim bir babam yoksa bir annemde yok bundan sonra.
Bu sözü duyan sacide karnını tutmaya başladı. Doğum sancılarına sebep olan stres yüzünden celal e bağırıyordu. Şişkin karnını tutarak içindeki kızına durması gerektiğini söylüyordu asice. Yeliz ise duyduğu cümlenin şokundaydı. Gözlerini tam da celal'in boncuk gözlerine dikmişti. Celal ise şişman vücuduyla karısına hemşire bulmaya çalışıyordu. Ama yeliz burada bitirmeyecekti. O hiçbir zaman altta kalamazdı. Suçuna rağmen celale haddini bildirecekti. Yerinde doğruldu. Dik belini tuttu aynaya yöneldi saçına baktı. Kıvranan yalaka gelini umrunda değildi. Doğacak torununu bile umursamıyordu. Üzerindeki mavi hastane elbisesini düzeltti. Kolundaki serumı bir çırpıda söktü ve attı. Demir leydi kadar asil olan tavrını yine takındı. Odaya hemşireyle birlikte gelmekte olan celal' i görmüştü. Umursamadı, son anda akıl edip de gelininin getirdiği çantasını koluna takıp hışımla odadan çıktı. Oğluyla göz göze geldi. Ve;
- Anne nereye gidiyorsun bu halde ?!
- Senin bir annen yok Sayın Celal Helvacı !
Bu sert sözün ardından elini havaya kaldırıp oğluna çok sert bir tokat attı. Neden yaptığını kendiside anlamadı. Artık duygularını kontrol edemeyecek kadar yıpranmıştı. Bir anda koridorda yüksek topuk sesleriyle hareket etti. Arkasından bakakalan oğlu sedyeyede taşınan karısına bakamadı bile. Sadece kalakaldı koridorun ortasında. Giden sözde annesinin arkasından baktı ve içinden;
- Bu kadar mıydı senin anneliğin?! Değil beni doğmamış torununu bile düşünmüyorsun. Dedi.
Gözündeki yaşı işaret parmağına sardığı peçeteyle sildi. Ardından döner kapıdan çıktı be gördüğü ilk taksiyi çevirdi. Bindiğinde ağlamaktan şöförü bile göremedi. Sadece üsküdara diyebildi titrek sesiyle. Onun gibi güçlü ve sağlam bir kadın bir günde yıkılmıştı. Kızıl saçlarını geriye attı. Gözyaşını sildi ve camını açtı. Dalgalanan ve yüzüne düşen saçlarını umursamadan ağladı ve dışarı baktı. Neden celal i cevdetle tanıştırdı ki? Babasını çok özlediğini ve merak ettiğini söyleyen celaline dayanamayıp babasına en yakın kişiyle tanıştırmıştı. Tabi cevdete celal in durumunu açıklaması gerekiyordu. Bir pot kırdığında çıkacak kargaşayı göze alamazdı. Ama bu pot 26 sene sonra kırılmıştı ve bugün kırıklarını ben temizledim diye düşündü. Artık cevdete olan kini hesap edilemeyecek kadar çoktu. Camdan kafasını çıkardı. Yaşlı cildi hava akımıyla adeta çalkalanıyordu. Taksici onu uyarıyordu ama yelizin umrunda değildi. Sadece şöyle bağırdı;
- Ölümlerden ölüm beğen cevdeeettt !!!!!
- Abla!! Kafanı içeri sok !
Cevaba karşılık vermeyen yeliz feryatlarına devam etti. Tehlikeyi göze alamayan genç taksici aracını durdurdu ve yelizi tekrar uyardı. Ses çıkarmadan denileni yapan yelizin göz altı torbaları şişmişti. Tekrar hareket eden taksinin içinde ağlamasına kaldığı yerden devam etti. Aşırı tepki verip kalp kırdığının farkındaydı. Keşke diyebildi sadece ve kafasını kapattığı kirli cama dayayarak yoluna devam etti.
Eve vardığında saat 7' yi çoktan geçmişti. Kararmak üzere olan havaya aldırmayıp sahile doğru yürümeye başladı. Etraftan geçen arabaların egzoz dumanı arasında yavaşça yürüdü. Evinin bulunduğu ağaçlarla dolu olan sokaktan çıktığında her gün ekmek aldığı mahalle bakkalını gördü ve küçük bir el hareketiyle ve samimiyetsiz bir gülüşle selam verdi. Yolun sahil tarafında gördüğü ilk banka oturdu. Boğazın ferah havasını içerisine çekti. Geçen feribotları ve yük gemilerini seyrederken yeniden düşünce okyanusuna daldı.
Babasını erken kaybetmesi onu hayatta daha çabuk olgunlaştırmıştı. Annesi ona hem babalık hemde annelik yaptı ama hep bir tarafı eksik büyüdü. Annesini bildi bileli hep hastaydı. Bunun için kendinden 2 yaş büyük ablasıyla hem okuyup hemde para kazanıyorlardı. Ama ablasının akdeniz anemisi hastalığı onu hayattan 18 yaşında kopardı. Henüz liseye giden yeliz kazandığı 3 kuruş parayla zar zor bakabiliyordu annesine. Ama annesinin gurur kaynağıydı o. Ona daha iyi şartlar sağlayabilmek için lise ve ortaokulu birincilikle bitirmişti. Bir avukat adayı olduğunda henüz bir büro açabilecek paraya sahip değildi. Bunun için hakime oldu. Yaşlı annesi ise elden ayaktan düşünce yeliz'in yapabileceği bir şey kalmamıştı artık. İlk tayin yeri Erzuruma giderken annesini de götürecekti. Ama annesi bunu kabul edemem demişti. Zaten bu sözünden iki gün sonra yaşamdan kopacaktı. Hayatında yaşadığı bu üçüncü acı onu ciddi, sağlam, dirençli bir insan yapmıştı. Belki de hiç görmediği babasının rizeliliğinden kaynaklanıyordu. Önemi yoktu annesini kaybetmek ona hayatının sillesini vurmuştu. Balıkesir burhaniyedeki evinde bir yemek verdiren Yeliz annesini orada defnettirdi. Hayatında sırtını yaslayabileceği hiç kimse kalmamıştı artık. Her şey kendisi içindi ta ki celal'i tanıyana kadar. Taa üniversite de görmüştü onu ama sevmek hakimliğinde nasip olmuştu. Cevdeti de o zaman tanışmıştı. Celal'in çocukluk arkadaşıydı o da bir çiftçiydi. Ama bilemezdiki cevdetin ona çok büyük bir ayak bağı olacağını.
Onu içinde boğulduğu okyanustan kurtaran bir mısırcı oldu. Elini tersiyle girmesini işaret eden yeliz bundan sonra en sert tavrını takınacaktı. Daha ciddi daha cesur daha kararlı daha sağlam daha dik olacaktı. Onu hayattan alıkoyabilecek tek isim allah olacaktı. Kibrine ve gururuna esir düşmüştü ama böyle olmak ona hep kazandırmıştı. Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Hiç sigara içmediğinden ciğerleri bir ağaç kadar temizdi. Nefesini tuttu. Bu onu rahatlatıyordu. Eliyle artık yağlanmış olan saçlarını düzeltti. Göz altını işaret parmağını tersiyle sildi. Yanağını okşadı ve ayağa kalktı. Elindeki haki yeşili çantasıyla sahil yürüyüşüne devam etti.
Lacivert takım elbiseli adam elindeki siyah çantayla etrafına bakarak ilerliyordu. Bir şeyler arıyormuş gibi görünüyordu. Yüzü oldukça bakımlıydı ama 50'li yaşlarda olduğu belliydi. Çıkan rüzgarla elini sarı saçlarına götürdü. Nem ona iyi gelmemişti. Güneydoğunu havası sıcak ve kuruydu ama nem yoktu. Çocukluğundan beri alıştığı yerden kilometrelerce uzaktı şu anda. Verdiği ifadenin ardından rahatlamıştı. Dürüstlüğünün gereğini yaptığı için içi rahattı. Şimdi avının kapana kısıldığını görecekti. Çırpınışlarını seyrederken mutlu olabileceğini sanmıyordu ama hem rüşvet hem de çocuk için bunları yapması gerektiğini biliyordu. Nasıl olsa Yeliz de ceza evindeyken bunları düşünecek vakti olacaktı. Aşkı seneler önce gözünü kör etmişti. Zaten söylerlerdi ya en büyük aşklar nefretle başlardı. Gözünü bürümüş aşkıyla en yakın arkadaşına kıydırdı. Ama emekli hakime hedefini yanlış belirleyip yanlış kişiyi canından etmişti. Çünkü yeliz , her lafına itimat edecek kadar güvenirdi ona. O da hemen okları başkasının üzerine çevirmişti. Katilin masum çocuğuna. Ama yarım ağızla hep derdi, o çocuğa dokunma babasının suçu bu diye. Ama Yeliz' in canı yanmıştı bir kere ve bu iş burada bitecekti. Cevdet uzaktan izlemişti. Yelizin soğukkanlılığını çocuğun can verişini. Aldığı parayla mutlu bir hayat yaşatmayacaktı ona. Yeliz' i kendinden uzaklaştırdı. Nefret seviyelerine tırmandırdı onu. Ardından gerçekleri Celal' e anlattı şimdi ise polise ifade verdi. Kapana kısılınca ise ona her şeyi açıklayacağını düşünüyordu. Ama yanılıyordu. Yeliz bunları kabul edebilecek kadar saf bir kadın değildi.
Karnının açlığıyla gözleri karardı. Gördüğü midyecinin taburesine oturarak 15 tane açtırdı. Boğazda kaç saat oturduğunu bilmiyordu. Önüne gelen tepsideki mideyeler ona az gelmişti ama ancak 10 tanesini yiyebileceğini biliyordu. Formunu korur ve düzenli olarak spor yapardı. Tepside limonun olmadığını görünce satıcıdan bir dilim rica etti. Ardından tüm açlığını dindirmek için yemeye başladı. Uçan martılara simit atan insanları gördü. Oğlu Celal' in yapmayı en sevdiği şeydi. Küçükken ona adı batasıca cevdet amcası öğretmişti. Onunla çok vakit geçirmişti celal. Babasından öğrenmesi gerekenleri cevdetten öğrenmişti. Yeliz de bundan oldukça memnundu. Kendine ayıracak vakti artmıştı ve davalarıyla daha iyi ilgilenebiliyordu. Celal evlendiğinde bile cevdetle görüşüyordu. Urfada olmasına rağmen onu hep evine davet ederdi. Yeliz ise sadece kıskanmakla meşgul olurdu bu tabloyu. Bugün ise oğlu annesiyle sözde amcasını çarpıştırmıştı. Bunları düşünürken daha çok acıkmış 15 tane daha açtırmıştı. Bu kadar yiyebileceğini tahmin bile etmemişti ama hastane ve olanlar onu fazlasıyla yormuştu. Karşısındaki bankta oturan tek çocuklu aileyi seyrederken midyelerini tıkınmaya devam etti.
İlk evladını kucağına almanın mutluluğuyla havalara uçan celal ise olanları çabuk sindirmiş görünüyordu. Hasta yatağında duran karısı Sacide ile beraber hayran hayran seyrediyorlardı oğullarını. Hiç isim düşünmemişlerdi. Ama elbet ki bulunacaktı. Telefonunun titreşimini hissedip elini cebine attı ve tombul parmaklarıyla dışarı çıkarttı. Arayan Cevdetti.Yorumlarınızı bekliyorum....