İçimdeki karanlık misali gecenin karanlığı da gökyüzüne çökmüştü. Kasvetli hava ve gri bulutlar ruh halimimi yansıtmıştı bilinmez ama tamamen uyum içindeydik. İçimdeki alev her büyüdüğünde havadaki kasvet ve gök gürültüsü artıyordu sanki. Ciğerlerim tam anlamıyla oksijen almazken vücudum ve bacaklarım adeta titreşimdeymiş gibi zangır zangır titriyordu. Koşarken daha doğrusu tam anlamıyla bir çıta misali gibi koşarken ne hissettiğimi bilmiyordum. Gözlerim bulanmış ve resmen gözyaşlarım imdat çığlıklarıyla dökülüyorlardı. Neden kaçtığımı neden korkup uzaklaştığımı bilmiyor sadece uzaklaşıyordum. Sanırım sadece düşüncelerimden uzaklaşmaktı bu. Artık düşünmek istemiyordum sadece lanet olası düşüncelerimi durdurmak ve duvarların arasında, beni kimsenin bulamayacağı bir yerde sadece oturmak istiyordum öylece sadece oturmak. Hiçbir şey düşünmeden kimseye hesap vermeden sadece saatlerce oturup beklemek neyi bekleyeceğimi kimi bekleyeceğimi bilmeden oturup öylece beklemek. Neydi bu benimkisi bencillikmiydi yoksa ergen kuruntularımı bilmiyorum. Sadece sanmıyorum. Biliyorum ki içimde hissettiğim bu yoğun savaşı kırgınlığı kederi içimden söküp atamamaktı bu. Yapamamaktı. Beni büyüten, anne ve babam gibi beni her kötü anımda yalnız bırakmayan o adam ölmüştü. Her şeyden çok sevdiğim, yaşama bir nebzede olsa beni alıştıran dedem ölmüştü. Anne ve babamın ardından yaşamaya tekrar alışmaya çalışıyordum en azından yanımda dedem vardı. Şimdi ise yapayalnızım. Küçüklüğümden beri yalnızlığa düşkündüm fakat böyle bi yalnızlığı kim sevebilirdi ki. Tamam biliyorum dedemim ölümünün ardından da fazlaca bir süre geçmişti ki bu fazla süre bayağı iki yıl kadar uzun bir süreydi. İnsan ölümden başka her şeye alışır sözünün kanıtıydım sanırım. Kabul etmeliyim ki anne ve babamın ardından en çok değer verdiğim kişin yani dedemin ölmesi beni fazlaca sarsmıştı. Yolda yürürken bile ruhsuz ve suratsız o kızla göz gele gelen herkesin hiçbir şeyden haberi yoktu. Öyle ki bastırmıştım duygularımı, kimse içimdeki enkazı bilmiyordu, görmek istemiyordu. Ben bile aynada kendime bakınca ürkünç derecede soğuk ve cansız bakışlarımın altında eziliyordum. Kim bana yardım ederdi ki kim cesaret etmeye kalkışabilirdi. Cevap ne mi hiçkimse. Dedemin ani ölümünden sonra beni yanına almak isteyen bir ailenin yanına taşınmıştım. Yapacak hiçbir şeyim olmadığından ve çaresizlikten bu fikir cazip gelmişti. Bu yaşadıklarımı içimdeki enkazı belli etmemeye çalışıyordum. Kabul ediyorum ki iyi bir oyuncuydum. Fakat buz gibi bakan gözlerimi çözememekte onlarda hayli ısrarcıydılar. Neyse ki kimse bir şey anlamıyordu. Bu kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyordu. Onlara karşı hatam olmuştu. Kabul ediyorum. Kimi zaman bağırıp çağırıp sinir krizlerine giriyordum. Kimi zamanda odanın kapısın kilitleyip günlerce aç ve susuz odamda kalıyordum. Geceleri benim uyuduğumu zannedip yedek anahtarla odaya girip beni kontrol ediyorlardı ama bunu bilmeme rağmen yine de odamı tekrar ve tekrar kilitliyordum. Fazla değil bunlar sadece haftanın birkaç gününden ibaretti. Sinir krizi geçireceğim ya da ramak kalmışken oluyordu bu dengesizliklerim. Hepsini farkındaydım. Hatta gün akşam oluyordu ve ben eve gaç saatlerde geliyordum. Beni meraktan deli olmuş surat ifadeleriyle karşılıyorlardı fakat yaşadıklarımın farkında olup ses çıkarmıyorlardı. Şimdi düşündüm de beni neden yanlarında tutuyorlardı? Acıdıkları için mi yoksa saf sevgi mi bu. Hiç sanmıyorum. Yaşadıkları kim görse aynı acıma duygusunu yaşar sanırım. Şimdi de o günlerden birindeydim. Dışarı çıkıp gün akşama kadar oturup beklediğim yere doğru koşuyordum. Dedemle ölmeden önce piknik yaptığımız o ağaçlık yerin tepesindeki uçuruma gelmiş ve tam ucunda oturuyordum. Ayaklarımı sallandırdığımda uçurumdan düşen birkaç parça taş ve kaya parçaları aşağıda sonsuzmuş gibi gözüken masmavi denize düşüyordu. Hayatımda görüp görebileceğim ve hatta görebildiğim tek muhteşem yerdi. Sanki konuşmadan bile saatlerce oturup derdimi o sonsuz güzelliğe anlatıyormuşum gibi hissediyordum. Bağırmadan haykırmadan sadece sessizlikle. Sessizlik sanki bir nebzede olsa beni huzura kavuşturuyordu, açılan yaralarımı bir nebzede olsa sarabiliyordum. O yüzden her evden çıktığımda,
daha doğrusu sessizce kaçtığımda, her başım sıkıştığın da buraya gelir ve saatlerce burada otururdum.
Ağaçlığa kadar taksiyle gelirdim. Fakat düşüncelerimi def etmek için tepeye koşarak çıkardım. Başka bir seçeneğimde yoktu gerçi. Herkes bu ağaçlığı bilirdi çünkü herkes buraya piknik yapmaya gelirdi. Fakat kimse bu tepeyi bilmezdi. Hem bayağı yüksekti kimse buraya çıkmaya cesaret edemezdi. Hem de görünmüyordu burayı görmen için epey yol kat etmen gerekiyordu ve gerçekten de pek iç açıcı yolları olduğu söylenemezdi. Hem yaya gitmek zorundaydın hem de bayağı zorluk çekmen gerekiyordu. Yani anlayacağın burayı bilen tek tük insanlardan biriydim sanırım. Yıllardır geldiğim için alışkındım yollarına bu yüzden koşarak çıkıyordum bu tepeye. Burayı dedemin ölümünden hemen hemen 3 saat kadar sonra keşfetmiştim. Hem ne yaptığımı bilmiyordum. Hem de içimdeki enkazı sanırım buraya yürüyerek yıkmayı planlamıştım fakat pekte işler yolunda gitmedi. İçimdeki enkazın hiçbir parçası yıkılmadı bile. Sadece buraya geldiğimde bir nebzede olsa unutabiliyordum. O da sadece sessizliği dinlediğim için oluyordu sanırım. Zaten sabahın erken saatlerinde buraya ulaşıp ve gecenin oldukça geç saatlerinde buradan ayrıldığım için pek insan yüzü de görmüyordum. Buda benim için iyi oluyordu. İnsanlara karşı maskemi takınacak gücü bulamadığım tek yerdi burası.
Annemin ve babamın ölümünden hemen sonra dedem bizim evimize yani annem ve babamla ölmeden önce yaşadığımız eve yerleşmişti. Burada kalıp onların bıraktıklarıyla yaşamak onların gitmiş olduklarını kabul etmem ve bu acıyla yüzleşmem gerektiğini söylerdi ve bu cidden çok iyi gelmişti. Aslında ben küçükken de çok yalnız bir çocukluk geçirmiştim. Annem ve babam fazlasıyla işkolik olup beni evde bakıcıyla bırakırlardı. Bende her zamanki gibi kendimi odaya kilitleyip saatlerce odadan çıkmazdım. Sanırım bu alışkanlığım küçüklükten gelen bir şey olsa gerek. Annem ve babam gelinceye kadar o odada beklediğim için bakıcım Jessica sürekli söylenip dururdu. Aslında iyi kadındı fakat her çocuk gibi anne ve babamı tercih ederdim. Onlar gelince de odadan çıkar ve üstlerine resmen atlardım ve bu yüzden bana kızamazlardı bile fazlasıyla sevimli buluyorlardı bu hareketimi. Jess de bu tavrımı görüp yumuşayanlardandı ve yanaklarımı sıkıp artık gitmesi gerektiğini söyleyip evden ayrılırdı. Ve bu alışkanlığımda haftanın birkaç günü olurdu çünkü anne ve babamın işlerine bu kadar düşkün olmaları beni o yaşta bile deli ediyordu. Aslında o çocukluk haliyle nasılda her şeyden habersizdim. Anne ve babamın benim ısrarlarım sonucu işten eve erken saatte gelirken oyuncakçıya uğradıktan hemen sonra onca yıl bir tırla çarpışarak altında kaldığını bilerek yaşadım ve kendimi suçlayarak. Böyle bittiğini öğrenseydim bırakırmıydım bunun peşini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UÇURUM
FanfictionBu bir hüzün.Tanımsızlık, kaybolmuşluk. Mutlu sonlar yok. O çıkmazın sonunda ne olacağını kim bilebilir ki. Herkes kendi içindeki kaybolmuşluğun peşinden gidiyor. Buz gibi bakan gözler ve soğuk bakışlar. Herkesin ne dediği önemlimi sizce ? Bir tara...