Bölüm 1

242 27 12
                                    

"Canımın; damarlarımı birbirine düğümleyip bana yaşattığı acıya teşekkür ederim.
Canım bir daha hiç yanmayacak, bilirim.
Ara sıra olurdu böyle hissettiğim ancak bu defa eminim.
Artık canım yanmayacak.
Keşke babam kollarım yerine olanları kavrayabilseydi.
Çarenin, bu tanıdık soğuklukta olduğunu anlatmaya çalışırcasına yüzüme baktığında bari görseydi acımı.
Keşke bazı sızıların ilaçla dindirilmeyecek kadar derin olduğunu bilebilseydi ve beni bu hastaneye getirmeseydi."

Gücüm değil de gerek kalmadığından sesimi çıkarmıyordum.
Ruhum, 2 adım geri çıkmış öylece olanları izliyordu. Sanki benden kurtuluşunun zaferini kutlar gibiydi. Sanki benden baska gidebileceği bir et-kemik yığını varmış gibi. Sanki biraz da alay ediyordu benimle. "Bana çektirdiğin acıların hesabını öde hadi!" dedi.
Hiç olmadıkları kadar dağınık gözüken saçlarım da susmadı. "Bizi düşünme Aslı. Önce kendini topla. Ve bize öyle getir tokalarımızı."
Sahii. Tokalarım?

-Baba tokalarım? Onları aldın mı?
Evde kırılmaya müsait ne varsa kırdıktan sonra artık zaptedemeyecekleri hale gelen kızının tokalarını sormasına şaşırmış mıydı yoksa onunla dalga geçtiğini sanıp sinirlenmiş miydi bilemiyorum.
Ama bence zaptedilemeyenin kızı değil onun acısı olduğunu farketmenin çaresizliği vardı, ona benzediğimi o an farkettiğim yüzünde.
Beni bir kurbanlık gibi sarıp buraya getirmelerinden üç dakika yirmidokuz saniye oniki salise önce annemin sadece babamın görevden geldiği günlerde hazırlandığı aynanın kırıklarına baktığımda da aynı çaresiz çizgileri görmüştüm. Evet artık babama benzediğimi kabul etmiştim.
-Eşyalarını daha sonra getireceğiz kızım...

Sürükleye sürükleye beni götürdükleri hastanenin önüne geldiğimizde ruhum tekrar söylenmeye başladı. "Ruh ve sinir hastalıkları hastanesiymişmişmiş. Ameliyat mı olacağım ben Aslı?"
"Sen Aslı'yla konuşmaya başlamasaydın şimdi burada olmayacaktık!" diye cevap verdi hala benimle olduğuna sevindiğim aklım.
Beni var sayan tek şeyin o olduğunu düşündüğüm sensör kapıyı açtı. Yada belki de babamın varlığının hatrınaydı. Bilemiyorum.
Ve o soğukluk. O tanıdık soğukluk. İçimi değil ruhumu üşüten soğukluk... "Aslı gidelim burdan. Bana daha fazla bunu yapmaya hakkın yok." dedi benimle dalga geçmeyi kesen ruhum ve endişeli endişeli O'nu aradı. Onu göremiyor olması rahatlatıcı değildi ancak biraz olsun sakinleşmişti. Benimle uğraşmayı bıraktığı için bir nebze ben de sakinleşmiştim.

Beyaz beyaz gezen insanlar bana, buranın aslında hastane değil de bir morg olduğunu hissettirdi. Ve onlar aslında ruhların hastalanamayacağını yalnızca öleceğini biliyor gibiydi.
Ruhum? Birşey diyecek misin bu yargıma? "Aslı gidelim, korkuyorum."
Ölüm neydi ruhum? Sen bu çelimsiz bedenimden ayrılınca yaşanmayacak mıydı ölüm?
Yaşamak ve ölmek.
İkisini bence birbirinden ayıran tek şey;
Biri aynı zamanda eylem olabilirken diğeri -mek -mak alabilse de hep isimdi.
"İnsan hergün ölebilir mi ki?"
Seninle konuşmaya başladığımda cevap bulmuştu aslında bu soru.
"Evet, insan hergün ölebilirdi ruhum."

Artık uyumak istediğimi hissedip hala dünyalık bir şeyler istiyor olmama sevindim. O kadar da ölü değilim ha ruhum? "Aslı! Sana çok kızgın ve kırgınım fakat seni hala terketmedim. Lütfen bunun için bile olsa iyiymişiz gibi davran ve burdan çıkalım."
Nasıl iyi davranabilirdim? Buraya gelmeyi hak edecek ne yapmıştım ki? Onlara benim deli olduğumu düşündüren neydi? Seninle konuşmam mı? Oysa bunu hep yapardım. Ayrıca muhabbetimiz kimseye bir zarar da vermemişti bunca zamandır. Zaten kimse bilmiyordu ki bunu. Bizi buraya getiren kötü olmamızı düşünmeleri değil ki ruhum, iyiymişiz gibi yapayım.

Doğduğumdan beri hep aynı buğdaylığını koruyan tenimi sıvazlayan ve bana söyledikleriyle destek olan kahverengi saçlarım kendimi her ne kadar iyi hissetirsede onları toplamak istemiştim ve tekrar tokalarım geldi aklıma.
-Baba? Tokalarım?
Gözlerimden akanları silerek;
-Yarın eşyalarınla birlikte geleceğim. Tokalarının hepsini de getireceğim, söz veriyorum kızım.

Aynı istekle sağa sola bakmaya başlamıştım. Size layık olmasalarda bir lastikle toplamalıyım sizleri diye saçlarımın gönlünü almaya çalışırken bir ses;
"Elif!?"
diye kulağıma ilişti. Sevinç, heyecan, endişe, öfke, hepsini 4 harfe sığdıran o sesin kime ait olduğunu ararken, kulaklarım; "Sana sesleniyor." dedi.
Bana mı?
Sen 21 yıldır "Aslı" diyen seslere efendim demesini emrediyorsun dilime. Ne demek Elif diye sana sesleniyor?

Kollarımı sıvazlayan saçlarımla buluşan bir el yüzünden, saçlarım iyimser tavrını bıraktı ve her teli kollarıma batmaya başladı.
O tüm soyutlukları içinde barındıran 4 harfe hayat veren nefes, saçlarımın bıçakladığı koluma çarptı soğuk soğuk. Garip ki ürpertmedi bizi bu soğukluk.
Ferahlattı.
Saat yönünün tam tersine dönerken geçen yirmiüç salisede kimsenin benim ismimi böyle hisli söylemediği gerçeğiyle merhabalaştım.
"Geldin Elif!"
Evet kulaklarım, sahiden bana sesleniyormuş.
Daha dilimin 'Elif mi? Ben Aslı...' diye dönmesine müsade etmeden o ferah nefes bu sefer yüzüme yayıldı.
-Neden Elif? Neden bana bu acıyı bıraktın ve gittin?
Bu çektiğim acıdan kendine pay eden olmasın diye kimseye olanları anlatmadığımı hatırlatırken içimin sızısı, sol tarafımdan araya giren babam, bu şuursuza sinirlenmemin bir an için önüne geçti.
-Ne söylüyorsunuz siz? Karıştırıyor olmalısınız!
Yükselen seslere müdehale gecikmedi beyaz insanlardan.
-Can, sakin ol! O Elif değil! Gel buraya.
Kendisini çekiştiren, doktor olduğunu düşündüğüm kişiden kolayca sıyrıldı ve tekrar yapıştı kollarıma.
"Bunları sonra konuşuruz Elif. Sen geldin ya..."

Elif kimdi?
Şu kahvenin en güzel renginden bakan adamın nesiydi?
Aklım konuşsana hadi.
Lal kesildi bana ait her parça.
Umrumda da değildi ama bana neden Elif diyordu?
Neden bana bu, tarifi bende olmayan duyguyla bakıyordu?
Neden sıkıca tuttuğu kollarımla buz kesmiş elleri arasında kalan saçlarıma, kimsenin onları okşamadığını hatırlatıp küstürüyordu saçlarımı?

-Bu adam kim Elif? Ne işi var senin yanında?
dediğinde babamın haklı sinirinin arkasındaydım.
-Ben ASLI'NIN babasıyım. Elif değil evladım bu kız!
diye kükrerken babam kalbinin sesini ben de duydum.
Kalp demişken bana ilk küsen, en sevdiğim parçamdı kalbim.
Dinlemesini en sevdiğim parçam...
Uzun zamandır konuşmuyordu benimle.
Bir bir küsüyordu bana, beni Aslı yapan herşey.
Kalbim, ruhum, saçlarım...
Ve bundan beni sorumlu tutuyorlardı hepsi.

Araya giren bir kaç kişi onu uzaklaştırırken, biri de babama durumu izah etmeye çalışıyordu.
-Efendim, Doktor Can son günlerde burada gördüklerinden epey etkilenmiş olmalı. Tahmin edersiniz ya...
Doktor mu?
Bunu duyunca dudaklarımla kulaklarımın arasında ki mesafe biraz azaldı. Şaka gibi...

Kendi söküğüne merhem olamayan kel terzi, yanımızdan uzaklaşırken kıskandığım duygularla bezediği sesine tekrar; "Geldin Elif!" dedirtti...

aynı'SıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin