Oh Se Hun, eve geldiklerinde kucağındaki yavru köpekçiğini indirmeden onun odasına yöneldi. Görkemli malikanesinin küçük ve zayıf bir ışıkla aydınlatılan, ortama loş bir hava katan koridorlarından geçti, Jongin'in kapısının önünde durdu. Diğerinin beline doladığı kollarından bir tanesini çekip, kolunu uzatacak ve kapıyı açacakken, Jongin, boynundaki kollarını aşağı sallandırıp, gövdesini hafifçe döndürdü, eliyle kapının kulpunu buldu ve beceriksizce aşağı indirdi, ardındansa kıkırdayıp, "Senin ellerin üzerimden asla ama asla ayrılmamalı!" diye çıkıştı.
"Aşkım nasıl isterse. "
Oh Se Hun'un vermiş olduğu cevabın içinde vurguluyarak söylediği o kelimeden sonra yanakları utançla kızardı.
Bu yüzden olsa gerek, kafasını onun boynuyla omzunun girintisine gömdü, gömleğinin yaka kısmından suratına değen soğuk teniyle hafifçe ürperdi ancak bunu umursamadığı söylenemezdi.
Kısa bir süre sonra Jongin sırtına değen yumuşaklıkla birlikte kollarını ve bacaklarını serbest bırakırken, hissetmiş olduğu rahatlıkla, "Oh be!" diye mırıldanıp şapşalca gülümsedi. Ve yanındaki küçücük yeri dolduran Oh Se Hun'a alanını daraltıyor diye kızmak yerine, hızlıca sokuldu, kollarını beline dolamasına memnuniyetle ağzını şaplatarak karşılık verdi.
"Sanırım çok yorulmuşum..."
"Elma yiyemeyecek kadar, yorulmuş musun?"diye keyifli bir sesle soran Oh Se Hun'la, Jongin kapattığı kirpiklerini araladı ve alt dudağını aşağı sarkıtıp diğerinin kollarında kıpırdandı. Ardındansa, "Ama ben o ağaçtan bir elma istemiştim..." diye ağzının içinden geveleyip, ciğerlerindeki havayı hayıflanarak dışarıya bıraktı.
"Hm..."
Oh Se Hun, burnunu diğerinin saçlarına daldırdı ve derince soludu.Kafasının üzerini öperken,"Peki şuan cebimde o ağaçtan bir elma olduğunu söylesem..." diye mırıldandı. Jongin aniden doğruldu ve bununla birlikte kafası sertçe Oh Se Hun'un çenesine çarptı. Özür dilemeden ya da üzgün olduğunu dile getirmeden heyecanla, "Sen ciddi misin?" diye ciyakladı.
Gözleri saf bir mutlulukla parıldamaya başlamış, ağzı sorduğu soruya diğerinin vereceği cevap yüzünden hafifçe aralanmıştı.
Oh Se Hun canı gram acımasa bile çenesini ovuşturdu ve Jongin gibi yatakta doğruldu. Elini üzerindeki kumaş pantolonun cebine attı, diğerinin bu haline kaşlarını kaldırıp gülümsedi. "Ciddiyim, bebeğim. Veeee..." derken, tünemiş oldukları dal kırılmadan önce aldığı elmayı ortaya çıkardı.
Jongin'in gözleri, diğerinin uzun parmaklarının arasında tuttuğu elmayı görüverince, yıldızlar bakışlarına konmuş gibi ışıldadı ve aralıklı güzel dudaklarını, inanılmaz derecede coşkulu bir gülümseme süsledi.
Kolları bilinçsizce öne, Oh Se Hun'un avucundaki elmaya uzandı, onun oldukça beyaz bir deriyle kaplanmış soğuk elleri ellerine değdiğinde yutkundu, o kırmızı elmanın üzerine yoğunlaşan dikkati dağıldı ve Oh Se Hun'un çok ama çok açık tenli olduğuna kanaat getirerek geriye çekildi. Diğerine baktı, kaşlarını kaldırıp, "Gömleğinin bir tanesinin kolunu sıyırır mısın?" diye sordu.
Kafasını yana eğip şaşkınlıkla, "Neden?" diye soran Oh Se Hun'la, ellerini havaya kaldırdı. "Çok beyazsın... Kolumla kolunun arasındaki----"
Oh Se Hun aniden kafasını ileriye doğru uzatıp, Jongin'i duvarla kendisinin arasına sıkıştırdı. "Vücudumun diğer yerleri de böyle. Göz atmak ister misin?"
Jongin iri iri açtığı gözlerinin üzerindeki uzun ve gür kirpiklerini şaşkınca kırpıştırmaya başlarken diğerinin söylediklerini kavramıştı, dudaklarını yavaşça yaladı ve dişledi. Tüm bunları yaparken, Oh Se Hun onu aç bir aslan gibi seyrediyordu. Ayrıca Jongin'in üzerine atlamamak için de kendisini tutuyordu.