Yorumlarınıza cevap veremediğim, bu denli geç yüklediğim ve sözümü tutamadığım, buralarda olamadığım için cidden ama cidden hepinizden özür diliyorum. Tabii böyle vasat bir bölümle karşınızda olduğum içinde öyle. Bir daha ki bölüm ne zamana gelir pek emin değilim. Sizden tek istediğim böyle kritik bir zamanda dualarınıza ve iyi niyetlerinize ihtiyacım olduğu. Bir de kendinize iyi bakma sözü. Her neyse, çok fazla gevezelik etmeden buyrunuz efendim;
---
Mezarlıktaydı.
Karanlık geceyi aydınlatan ay sanki, buraya her geldiğindeki gibi daha hüzünlü bir şekilde ışığını yayıyor, uzaktaki yıldızların zayıf parlaklıklarıyla yavaşça sevişiyor gibiydi. Gökyüzü bulutsuzdu. Ayrıca berrak ve yalındı.
Ayakkabılarını çıkardı. Altındaki kuru, kederli ve bereketsiz toprağı tüm farkındalığıyla hissettiğinde derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Sessizliği dinledi. Bu mezarlığa her geldiğinde olduğu gibi aniden yoğun bir hüzünle kaplanan karanlık gecenin sessizliğini dinledi.
Yutkunmaya çalıştı.
Gece, bu karanlık gece, mezarlığa, insanlığının kendisinden çalındığı bu mezarlığa her gelişinde sanki Yixing'in içindeki hüznü görüyormuşçasına olduğundan daha umutsuz bir havaya bürünürdü. Şimdi de öyleydi.
"Neden?" diye mırıldandı. Bu soruyu buraya her gelişinde yalnız olmasa bile sorardı. Ki yanında genel olarak hep Yifan olurdu. Ondan çekinmemesiyle alakası yoktu. Yixing yanında kim olursa olsun bu soruyu sorabilecek bir kedere sahip olurdu.
Yüreğinde, uçları zehirli hançerlerle deşiliyormuşçasına bir sızı hissettiğinde, elini göğsünün sol tarafına, bundan seneler önce atan bir kalbi olduğu bölgeye bastırdı. Laneti sayesinde inanılmaz derecede güçlü olan bacakları, küçük bir çocuk olduğunda karanlıktan korktuğu zamanki gibi titredi. Bununla yıkılmış, dizlerinin üzerine çökmüş oldu.
Kederle buğulanmış bakışları, içindeki hüznünü ve o gecede hissettiği kederi anlıyormuşçasına eteklerini siyahın en koyu tonuna boyayan gökyüzünde salındı. Ardından, orada asılı kalmış gibi duran, kendisini gördüğünden olsa gerek suratını asan bitkin aya ve yıldızlara...
Bir süre öylece baktı. Sonra suratını iyice buruşturdu, bu gibi zamanlarda ağlamak ve içindeki her kötü duyguyu gözyaşlarından akıtmak istiyordu.
Kendisinden çalınan insanlığının acısını...
Bunu yapan aşık olduğu adamın geriye bıraktığı öfkeyi, kini, gücenmişliği...
Karanlık lanetinden bir türlü kurtulup kaçamayaşının çaresizliğini...
Hepsini, her şeyi, yalnızca gözlerinden dökülecek olan o gözyaşlarıyla çıkarmak istiyordu. Ama yapamazdı. Yapamıyordu. Ağlayamıyordu. Gözlerinden kan bile akmıyor, onlar yalnızca buğulanıyorlardı.
Dudaklarını ısırırken, dünyaya açılan pencerelerinin perdelerini örttü. Her yer, en az kendisinin hüznüyle daha koyu bir siyaha boyanan gecenin kadar karanlık olduğunda aklına sevdiği adamın, kendisinden insanlığını çalan adamın ve yerine bu laneti koyan adamın, biricik eski sevgilisinin, Jongdae'nin kendisine, "Xing Xing.~" diye seslenişi kulaklarında yankılandı ve bu şekilde seslendiği her an, silik bir şekilde hafızasında canlandı.
Bundandır, Yixing ilk önce çığlık attı ve ardından bağırarak küfürler savurmaya başladı. Aynı buraya her geldiğinde ve bunları burada her hatırladığındaki gibi.