Av Peşinde

878 11 7
                                        

   Donmuş ırmağın iki yakasını karanlık ladin ormanları kaplamıştı.Rüzgâr,dalların üzerindeki kar örtüsünü yeni kaldırmış; giderek sönen gün ışığı altında ağaçlar ürkütücü birer karaltı hâlinde birbirlerine yaslanmış duruyordu.Bu yabani bölgede sadece sessizlik hâkimdi.Yeryüzü cansız,kasvetli bir ıssızlığın çöktüğü soğuk bir yalnızlığa gömülmüştü âdeta.Bu soğuk yalnızlığın bağrında gizliden gizliye,acı acı inleyen bir kahkaha çınlıyordu sanki.Bu kahkaha tüm acılardan daha korkunçtu ve bu sonsuz yalnızlık içinde yaşamak için gösterilecek çabayla alay ediyor gibiydi.Bu,kuzeyin dizgine vurulmaz,taş kalpli vahşetiydi.Bu korkunç vahşetin içinde yine de bir hayat vardı,öyle kolay kolay pes etmeyen,dirençli,inatçı bir hayat...
   Kızağa bağlı bir köpek sürüsü donmuş ırmağın yatağı boyunca güç bela ilerlemeye çalışıyordu.Saatlerdir yol alan köpeklerin solukları havayla temas eder etmez donuyor,incecik buz taneciklerine dönüp tüylerine yapışıyordu.Bu yüzden köpeklerin buz tutmuş kalın postları güneşin güçsüz ışıkları altında parıl parıl parlıyordu.Köpeklerin uzun kayışlarla bağlı oldukları kızağın gövdesi sağlam ağaç kabuklarıyla yapılmıştı.Karların üzerinde kayarak ilerleyen kızağın ön tarafı kar yığınlarını yanlara savurması için yukarı doğru kıvrıktı.Kızakta dörtgen biçiminde,uzun,dar bir tabuttan başka battaniyeler,bir balta,ibrik ve birde tava bulunuyordu; ancak en fazla yer işgal eden şey tabuttu.
   Köpeklerin önü sıra geniş tabanlı kar ayakkabıları giymiş bir adam ilerliyordu.Kızağın ardından da yine zahmetle ilerleyen ikinci bir adam yürüyordu.Gerçi kızaktaki tabutta da bir adam vardı; ama onun dünya çilesi çoktan sona ermişti.O adam yabanıl kuzey arazisinin soğuğuna yenik düşmüştü.
   Kızağın önünde ve arkasında hâlâ canlı kalmayı başarabilmiş olan iki adam yılmadan,umutsuzluğa düşmeden yollarına devam ediyordu.Kirpiklerini,yanaklarını ve dudaklarını donmuş soluklarından çıkan kar kristalleriyle öylesine kaplamıştı ki yüzlerini seçmek neredeyse imkânsızdı.Hareket edebilmek için ihtiyaçları olan enerjiyi ve hayatta kalabilmek için gereken soluklarını tüketmemek için hiç konuşmadan ilerliyorlardı.
   Bir saat geçti,ardından ikinci saat de geride kaldı.Güneşsiz,kısa günün cansız ışıkları silinmeye yüz tutarken,uzaklardan belli belirsiz bir uluma sesi yükseldi.Bir anda havaya dağılıp yankılandıktan sonra yavaş yavaş eriyip sönen seste açlık ve vahşet hâkim olmasa idi,bir garibin feryat ettiği sanılabilirdi.Öndeki adam başını arkaya çevirdi,arkadaşıyla göz göze geldi.İnce,uzun tabutun üzerinden birbirlerine mânâlı mânâlı bakarak kafalarını salladılar.Çok geçmeden sessizliği bir ok gibi yarıp geçen ikinci uluma duyuldu.Az sonra aynı yönden bir üçüncü uluma yükseldi ki bu uluma az önceki ulumaya cevaptı sanki.Öndeki adam:
   -Bizim peşimizdeler Bill, dedi
   Sesi soğuk,boğuk ve ürkekti.Konuşurken büyük bir çaba harcıyordu sanki.
   -Et kıtlığı var,karşılığını verdi Bill.Günlerdir bir tavşan izi bile görmedim.
   Aralarında konuşmadan ilerlemeye devam ettiler.İkisi de kendilerini takip eden ulumalara kulak kesilmişlerdi.
   Hava kararınca,kızağı çeken köpekleri,ırmak boyunca uzanan ladin koruluğuna sürerek orada kamp kurdular.Ateşin yanı başında duran tabutu hem oturak hem de masa olarak kullanıyorlardı.Kurt köpekleri ateşin arkasında toplanmış birbirleriyle hırlaşıp dalaşıyordu; ancak hiçbiri karanlığa gitmeye, tek aşına cesaret edemiyordu.Bill,
   -Şunlara bak Henry!Köpeklerin ateşten uzaklaşmıyor.Bu işin içinde bir iş var, dedi.
   Ateşin başında çökmüş,içerisine bir buz parçası attığı kahve ibriğini ateşe koyan Henry başıyla arkadaşını tasdik etti.Tabutun üzerinde oturup yemeğine başlayana kadar tek kelime etmedi.Daha sonra,
   -Postlarını nerede sağlam tutacaklarını iyi bilirler.Gidip kurtlara yem olmaktansa,burada kalıp yemek yemeyi tercih ederler.Ne zekidir onlar,dedi
   Bill,alaycı bir ses tonuyla,
   -Gerçekten öyle mi,diye sordu.
   Henry hayretle ona baktı:
   -Bizim köpeklerin zeki olmadığını senden ilk defa duyuyorum.
   Bill fasulyeleri ağır ağır çiğnerken,
   -Henry,demin ben köpeklere yiyeceklerini verirken nasıl gürültüyle itişip kakıştıklarını işittin değil mi?
   Henry:
   -Evet,diye onayladı.Köpekler yemek kapmak için her zamankinden fazla dalaştılar.
   -Bizim kaç köpeğimiz var, Henry?
   -Altı
   -Ama Henry...Bill sözlerinin önemini daha iyi vurgulamak için bir an sustu.Sonra ağır ağır devam etti:Ben de altı tane köpeğimiz var biliyorum.Onun için çuvaldan altı tane balık çıkardım.Köpek başına bir balık verdim; ama bir balık eksik geldi.
   -Yanlış saymışsındır.
   Hayır,dostum hayır,diye diretti Bill.Altı köpeğimiz var diye altı balık verdim; ama Tek Kulak,balıksız kaldı.Bunun üzerine gidip çuvaldan bir balık daha çıkardım,verdim hayvana.
   -İyi ama bizim topu topu altı köpeğimiz var,dedi Henry.
   -Henry...diye sürdürdü konuşmasını Bill.Hepsi de bizim köpeklerimiz demiyorum ki sana.Balık yiyen yedi hayvan vardı diyorum.
   Henry de şaşırmıştı.Yemeğini bırakıp ateşin arkasında duran köpekleri tek tek saydı.
   -Şimdi sadece altı tane var,dedi.
   Bill hiç istifini bozmadan şöyle dedi:
   -Yedincisini az önce şu tarafa kaçarken gördüm.Onun için yedi taneydiler.
   Henry acı dolu gözlerle yol arkadaşına baktı:
   -Şu yolculuk bir an evvel bitse,ne kadar çok sevineceğim.
   -Ne demek istiyorsun sen şimdi?
   -Şunu demek istiyorum ki taşıdığımız yük senin sinirlerini bozmuş,hayal görmeye başladın şimdiden.
   Bill düşünceli edayla,
   -Aslında bu benim de aklıma gelmedi değil.O yüzden kaçan hayvanın ardından bir iz kalmış mı diye karların üzerine bir göz attım ve izleri gördüm.Sonra köpekleri tekrar saydım,altı taneydiler.O izler karda hâlâ duruyor istersen göstereyim sana.
   Henry cevap vermedi,sessizce yemeğine devam etti.Son lokmasının üzerine kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra elinin tersiyle ağzını sildi:
   -O hâlde...
   O sırada karanlığın içinden kopup gelen uzun ve acı bir uluma sözünü kesti.Bu sesi dinledikten sonra elini sesin geldiği yöne doğru uzatarak:
   -Bunlardan biri miydi, dedi.
   Bill başını sallayarak onayladı:
   -Evet,Henry,onlardan biri olduğuna eminim.Köpeklerin nasıl huysuzlandıklarını sen de fark ettin.
   Bu sırada birbiri ardına yükselen ulumalar etrafa korku salıyordu.Dört bir yandan gelen bu uğultular karşısında köpekler birbirlerine iyice sokularak ateşe yaklaşıyordu.Ateşe birkaç odun atan Bill,oldukça endişeli gözüküyordu.
   -Neyin var senin Bill?Pek iyi görünmüyorsun.
   Bill,eliyle üzerinde oturdukları tabutu göstererek:
   -Düşünüyorum da Henry,şu adam bile senden de benden de daha talihli.Acaba bizim de cenazemizi taşıyacak kimseler olacak mı?Bana öyle geliyor ki biz,kurda kuşa yem olacağız.
   -Sen öyle san.Cenazemizi taşıyacak kimsemiz yok.Ama kurda kuşa yem de olmayacağız.
   -Henry dostum,aklımın almadığı ne biliyor musun?Şu adam,memleketinde hatırı sayılır zenginlerdenmiş.Hiç açlık,yoksulluk yüzü görmemiş.Madem öyle de bu vahşi yere hangi akla hizmet ederek gelmiş?
   Henry:
   -Al benden de o kadar,kendi memleketinde kalsaydı,rahatça yaşayıp,yumuşak döşeğinde ölseydi ya.
   Bill,bir şeyler söylemek istedi ama vazgeçti.Dört bir yanlarını saran karanlığı işaret etti.Zifiri karanlığın içinde hiçbir şey görünmüyordu; az sonra kor gibi ışıldayan bir çift göz fark etti.Henry başıyla ikinci bir çift gözü,derken bir üçüncüsünü gösterdi.
Köpeklerin huzursuzluğu gittikçe artıyordu.Korkuya kapılan köpekler huysuzlanarak birbirlerini ite kaka ateşe iyice yaklaşmış,adamların yanında kendilerine bir yer arıyorlardı.Köpeklerin itişi kakışı esnasında biri ateşin içine düştü.Acı ve korku içinde feryadı basan köpeğin alazlanan tüylerinin kokusu etrafı sardı.Bu hareketlilik çevrelerini saran gözleri biraz geriletti.Ne var ki köpeklerin huzursuzluğu yatışınca o çember yeniden daralarak eski hâlini aldı.
-Cephanemizin tükenmesi ne büyük talihsizlik,diye söylendi Bill.
Daha sonra piposunu söndürerek yatağı seren arkadaşına yardım etti.Döşek niyetine serdikleri ladin dallarının üzerine kürkleri ve battaniyeleri yerleştirmeye başladılar.Henry arkadaşına hak verir gibi kendi kendine söylenerek ayakkabılarını çözmeye koyuldu.
-Bill kaç kurşunumuz kalmış?
-Üç...Keşke üç yüz kurşunumuz olsaydı şu kurtların hepsinin canını okurdum.
Henry homurdanarak yatağına girdi.Tam uykuya dalmak üzereydi ki Bill yeniden seslendi:
-Henry hani şu gelip de balığı kapan davetsiz misafir var ya,bizim köpekler ona neden saldırmadılar acaba?Gel de çık işin içinden, ne yalan söyleyeyim bu durum beni korkutuyor.
İki arkadaş aynı örtünün altında horlayarak derin bir uykuya daldılar.Ateş yavaş yavaş sönerken,kor gibi parlayan gözlerin oluşturduğu çember de daralıyordu.Köpekler korku içinde birbirine sokuluyor,yaklaşan parıltılara gözdağı vermek istercesine hırlıyorlardı.Bir ara hırlamalar öyle arttı ki Bill uyandı.Arkadaşını uyandırmamaya dikkat ederek yatağından kalktı ve ateşe biraz odun attı.Alevler yeniden yükselince gözlerin oluşturduğu çember bir parça geriledi.Birbirine iyice sokulmuş köpeklere baktı; gözlerini ovuşturdu,köpeklere daha dikkatli baktı.Sonra tekrar battaniyenin altına girdi:
-Henry,dedi.Hişt Henry!
Henry uykusundan homurdanarak uyandı:
-Allah aşkına,Bill!Yine ne var?
Bill gayet sakin bir şekilde:
-Hiç,dedi.Tekrar yedi olmuşlar.Şimdi saydım da...
Henry uyku sersemliğiyle yarım yamalak bir şeyler söyledi ve tekrar horlamaya başladı.
Ertesi sabah ilk uyanan Henry oldu,arkadaşını da uyandırdı.Saat sabahın altısıydı; ancak günün ışımasına daha üç saat vardı.Bill yatağı toplayıp kızağa yerleştirirken Henry de karanlıkta kahvaltı hazırlamakla meşguldü.
Bill birden arkadaşına dönüp:
-Henry...Bizim kaç köpeğimiz var demiştin,diye sordu.
Henry yarı şaşkın,yarı kızgın:
-Altı,dedi bağırarak.
Bill zafer kazanmışçasına atıldı:
-Hayır dostum.Yanılıyorsun!
-Ne var yani,yine yedi mi oldular?
-Hayır,beş taneler şimdi.Bir tanesi toz olmuş.
Henry büyük bir öfkeyle bağırarak kahvaltı hazırlamayı bırakıp hışımla köpeklerin yanına gitti.Köpekleri tek tek saydı.
-Haklısın,dedi.Şişko gitmiş.
-Hem de hiç iz bırakmadan gitmiş.
-İz mi kalır zavallıdan.Muhtemelen canlı canlı yutmuşlardır onu.Canavarların midesine inerken bile inliyordur hayvancağız.
-Bildim bileli aptalın tekiydi o hayvan,dedi Bill.
-Aptalın teki olabilir ama hiçbir köpek kendini bile bile ölümün pençesine atmaz.
Henry diğer köpekleri tek tek süzdükten sonra:
-Eminim hiçbiri ölüme susayacak kadar aptal değildir, dedi.
Bill de arkadaşıyla aynı görüşteydi.
-Orası öyle.Bunları ateşin yanından sopayla kovalasan bile uzaklaştıramazsın.Ama ben yine de Şişko'da her zaman bir gariplik olduğunu düşünmüşümdür.
   Dondurucu kuzey ülkesinde yapılan bir yolculukta,ölen bir köpeğin ardından söylenen son sözlerdi bunlar.Aynı kaderi paylaşan nice insanların ya da köpeklerin ardından söylenenler bundan fazla olmamıştı hiçbir zaman.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 25, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Beyaz DişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin