part/2

200 26 9
                                    

Evrene hakim olan uçsuz bucaksız o görkemli karalık gökyüzünün parlak maviliğini ele geçirirken bir bankta oturmuş fotoğraf makinesini temizleyen turuncu saçlı çocuk tıpkı bu lekeli dünyanın içine dağılmış güzelliği andırıyordu. Ed'in onu izlemekte olan sarışının cılız gövdesini fark edememesi büyük talihsizlikti. Sarışın oğlanın da istediği buydu zaten. O turuncu saçlıyı daha önce de görmüştü. Onu ilk görüşü değildi. Bundan 1 ay önce kadar onu yine yemek yerken görmüştü ve gözüne o kadar şirin gözükmüştü ki kendini onu takip ederken bulmuştu. Şans eseri evini de öğrenmişti ve 2 hafta kadar fark ettirmeden onunla birlikte eşlik etmişti evine. Niall'ın evi Ed'in evinden tam ters istikamette olmasına rağmen kendisini bir türlü bu tuhaf saçlı mavi gözlü çocuktan uzak tutamıyordu. Son 1 haftaya kadar tutamıyordu en azından. Kuzeninin en yakın arkadaşı Liam ona bu işi bulana kadar sapıklığına ara vermeden devam ediyordu. 1 haftadır 8 de iş başı yapıp 7'de çıktığı için yoruluyor ve her gün izlediği o turuncu kafayı o saatlerde sokakta ya da parkta bulamıyordu. Taa ki, kendi çalıştığı dükkana gelene kadar. Niall buna o kadar şaşırmıştı ki nefesinin kesildiğini hatırlıyordu. Kalbi o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki sanki 100 tane redbull şişesini bir saatte bitirmiş gibi hissetmişti. Mavi gözleri kendisininkinin daha koyusu olan gözlerle çarpıştığında yakından böyleymiş gibi düşünmeden edememişti. Şimdi ise o güzel turuncu kafası yeniden parkta oturuyor ve merceğini temizliyordu. Yanına gidemezdi. Ya beni terslerse korkusundan Niall bu yabancıya - sapıklığını yaptığınız çocuk yabancı sayılırdı değil mi?- yaklaşamıyordu. Onun eşcinsel olduğundan bile emin değildi ki? Ne diye bu kadar fazla ümitlenmişti o dükkanda girdiğinde? Onun için değildi, yemekler için gelmişti. Ve Niall kendi kendine orada bir söz verdi. 'Eğer o çocuk beni yemeklerden daha çok severse Tanrı şahidim olsun ki o kıçı kırık kıvırcık saçlıya istediği kadar muz alacağım.' 

Oturduğu bankın önündeki çalılıkların arkasında kendi kendine verilen sözden, onu izleyen sarışından, küçük sapığından ve aynı zamanda Nandos' kasiyeri olan yakışıklıdan, hiçbirinden haberi olmayan Ed fotoğraf makinesini çalılıklara doğrulttu. Merceğinin netliğini ölçmek için yaptığı bu hareket çalılıkların arasındaki sarımsı saçlarla çevrilmiş bembeyaz teni görmesiyle son bulmuştu. Çünkü ellerinden kayıp düşen fotoğraf makinesini son anda tutan o sırada oradan köpeğiyle geçen sarışın bir kız onun hem dikkatini dağıtmış hem de çalılıklardan hızlıca uzaklaşan Nandos' kasiyeriyle donakalmıştı. Her şey yaşadığı ufak şoktan 10 saniye sonra başına üşüşmeye başladığında hızlı adımlarla ilerleyen Nandos' kasiyerinden gözlerini alamamıştı. Bu tesadüf olamazdı değil mi? Ed'in soluklanacak vakti yoktu. Fotoğraf makinesini çantasının içine attı ve askısını tek omzuna takıp koşmaya başladı. Demir paralar şıngırdayarak etrafındaki insanların odak noktası olmasını sağlarken turuncu saçlı çocuğun düşündüğü tek şey bu çakma sarışının çalılıkların arkasında ne yaptığıydı. Belki de bir şey düşürmüştü? Ya da önünden geçen köpekli sarışın kıza bakıyordu? Ne olursa olsun Ed onu bulmakta kararlıydı. İlk defa biri onu yemek görmüşçesine heyecanlandırmış ve midesinde beklenmedik bir şiddet oluşturmuştu. Ed herkesin bahsettiği şu kelebek olayını düşündü ve gülümsedi. Koşarken gülümseyen bir insan nasıl oluyorsa Ed de şu an o haldeydi. Fakat bu kadar rezil rüsva olmasının karşılığını son anda gördüğü sağ sokağa sapan sarışına sayabilirdi. Kısa bacaklarına son kalan gücünü de verdikten sonra gördüğü koca duvar ve duvarın tepesine tırmanmaya çalışan Nandos' kasiyeriyle nefesi boğazında kalmıştı bu turuncu saçlının. Çünkü gördüğü bu harika manzara küçücük bir kotun kavradığı küçücük kalçalardan ibaretti. Nefes alışverişlerini kontrol edemeyen Ed istemsizce öksürdü ve karşısındaki gri pis duvarın üstündeki sarışının ona bakmasını sağladı. Ed ona bakan küçük koalaya baktı ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Merhaba." dedi Ed ortamdaki korkutucu basık havayı dağıtmak için. Sarışın ise zorla duvardan indi ve inerken çizdirdiği ellerini birbirine sürttü. Fena yakalanmıştı. "Merhaba." dedi sıkılarak. Bu hiç beklemediği bir şeydi. O sadece usulca eve gitmek istiyordu. "Duvarın tepesinde ne yapıyordun?" dedi Ed gülümsemesini dışa vurarak. Karanlık çökmeye başlamışken birbirlerinin yalnızca yüzlerini görebiliyorlardı. Turuncu ışıklı sokak lambası bu Nandos' kasiyerinin diplerinde çıkmaya başlayan kahverengi saçları belirgin hale getirirken doğal turuncuya sahip bu fotoğrafçının saçlarını parlatıyordu. "E-evime gidiyordum." Sarışın baş parmağıyla duvarı gösterdikten sonra cevap verdi ve terlemiş ellerinin çiziklerini acıtmasına dayanamayıp ellerini pantolonuna sürttü. Karşısındaki bu meleğin ellerinin acıdığını hala fark edemeyen Ed muhabbet kurmak için yer arıyordu ve onun ayakta zor durduğunu fark edemeyecek kadar loş ortamdan nefret ediyordu. "Pekala şey, tavukları severim." Ed kurduğu cümleyle 10 saniye düşündü. Ve aslında demek istediği şeyin 'Nandos' çalışanı olmak bir şans olsa gerek, tavukları severim' olduğunu biliyordu fakat beyni o karşısındayken karıştırıyor ve ona konuşma fırsatı hatta kelimelerin ağzından çıkmasını bile engelliyordu. Karşısındaki sarışın bir anda gülmeye başladığında Ed de gülüp gülmeme arasında kalmıştı. Komikti fakat bu muhteşem gülüşü izlemekten gülemiyordu bile. Karşısındaki çakma sarışın gülerken ellerini karnında birleştiriyor, beyaz dişlerini dışarı çıkartarak hafifçe kafasını eğiyor ve insan üstü ses tellerini oynatarak içten gelen kahkahaları ortaya çıkıyordu. Ed bir an kendini cennette hissetti. Bu çiş kokan çıkmaz sokakta olduğunu, havanın kararıp köşede duran turuncu ışığa sığındıklarını, sonbaharın inişli çıkışlı havalarında bir üşüyüp bir terlediklerini unuttu. Londra sokakları ona yabancılaştı, bayatlaştı. Hayatında gördüğü en muhteşem şeylere odaklandı. Pırlanta mavisi gözler, bir bebeğin doğduğu anda etrafa yaydığı masumluğun büyümüş hali, denizdeki dalgaların kumsala serdiği bembeyaz köpükten yapılma dişler, gülerken gözlerinin etrafında yaşlı bir amcanın yüzündeki yorgunluğun fakat bir o kadar da mutluluğun kırışıklıkları, her şeyin sebebi bunlardı. Çakma sarışın Ed'in hayatına fena bir darbe indirmişti. Hem de sadece bir gülüş ile. Ed bir an sarsıldığını hissetti. Karşısındaki Nandos' kasiyeri -Ona adıyla hitap edemezdi o kendini tanıtana kadar- Ed'e tuhaf bir şeymiş gibi bakıyordu. Bunun nedeni Ed'in yaklaşık 2 dakikadır çakma sarışını düşleyip onunla cennetin bir köşesinde otururken yedikleri Nandos' tavuklarıyla dans etmesiydi. "Ben Niall." dedi karşısındaki sarışın. 'Sonunda' diye geçirdi içinden Ed. "Ben de Ed. Biraz tuhaf gelmiş olabilir fakat, az önce aklımda başka biri vardı ve dalmışım affedersin." gülümsedi Niall. "Sorun değil. İnsanlar gülüşümün tuhaf olduğunu düşünür, sen de öyle düşündüysen açıkça söyleyebilirsin." Asla diye geçirdi içinden Ed. Ben o gülüş için ömrümü bile veririm. 



HEEEYYYY! NED SHIPPER VARMIŞ DEMEK! Devam edmediğim için üzgünüm. Fakat bundan sonra sınır koymadan hızlı hızlı devam edeceğim hikayeye. 




Blonde (Ned Fic.) -ASKIDA-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin