4 - Şans Eseri

86 11 7
                                    

Onun dudaklarıma yapışmasının ardından iki gün geçmişti. Sahi neden onun diyordum ki ? Adını söylemek varken... Opps. Bir dakika. Daha adını bile bilmiyordum ki. Oysa ki o benim adımı biliyordu. Ah. Allah' ım. Ne kadar da aptalım.

Kendime hakaret ettikten sonra başımı yastığa koydum ve ismi ne olabilir diye düşünüyordum. " Ya Abuzer ise ? Ya da Şerafettin ? Her neyse ya. Onlarda isim. Hem ne olacak yani, isimlerini kendileri mi seçiyor ? Bu onların elinde değil. Bu aşağılayıcı tavrımdan nefret ediyorum. Tek sevdiğim yanı var: çabuk pişmanlık duyup, kendimi suçluyorum.

Ellerimi yastığın altında birleştirip tavanı izlemeye devam ettim. Çok seviyordum tavanımı ya. Her gece bakışıyorduk. Sanırım benden hoşlanıyor..

Saçmalıklarıma devam ederken geçen geceyi düşünüyordum. Beni kıskanmış mıydı ? Evet kesinlikle. Çocuğun gözüne öyle bir yumruk attı ki... - tabii gece eve gelince aynı yumruğu ben annemden yedim. - Gecenin sonunda da dudaklarıma yapışmıştı. "Kesinlikle benden hoşlanan o. Yani benim hoşlanmam söz konusu bile değil. Herhalde değil. Ne ? Hoşlanmıyorum."
derken yataktan bacağıma doğru bir titreme geldi. Telefon olmalıydı. Yatağın içinde telefonu ararken yorgan kafama geçmişti. Umarım mesaj Avea dan değildir. Yoksa çok kötü olacak.
Yorganla çekişmeli bir mücadele verdikten sonra telefonumu bulamilmiştim.
Gelen mesajlara baktığımda o ismi gördüm. "Hoşlandığım." Numarasını sildim diye hatırlıyordum. Fakat silmemişim. Merakla telefonu açtım ve sırıtmama sebep olan o mesajı gördüm:

- " Kayboldu isen söyle. Kurtarıcın hazır. Sende borcunu ödemeye hazırlan. "
Biraz durup düşündükten sonra onu işletmeyi düşündüm ve cevap verdim:
- Kayboldum. Bana yardım et. Yanıma gel. Her türlü borcu kabul ediyorum. Kurtar beni lütfen.
Bu mesajı gönderdikten sonra anında geri döndü.
- Neredesin söyle. Adresini ver. Endişelenme tamam mı ? Seni bulacağım.
Adresini ver dediğinde hafif afalladım. Sonra kafamdan bir adres söyledim. Kim bilir nerelere gidecekti.
- Tamam seni bulacağım. Telefonunu kaybetme.
- Acele et.

Bunları söylerken kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Telefonu kapattıktan sonra yatağın içinde kahkahalarla gülmeye başladım. Karaya vurmuş balinalar gibi kıvranıyordum. Aniden yere düştüm ve popom yere çakıldı. Biraz acımıştı ama yinede gülmeye devam ettim.

Hoşlandığından:

Bana neden hala hoşlandığı diyorsunuz? Benim bir ismim var öyle değil mi? Ama siz benim ismimi henuz bilmiyordunuz. Medya' da bilmiyor. Yakında öğrenirsiniz.

Medya'nın ağzından çıkan kelimeler beni endişeye düşürmüştü. Endişelenmiştim, onun için. Onu düşünmeden edemiyordum. Ona zarar verecekler kelimesi bile sinirlenmeme neden oluyordu, kalbimi durduramıyordum.

Hemen arabaya atladım ve navigasyona söylediği adresi yazdım. Şehir dışını gösteriyordu. Nereye gidebilirdi bu kız?

Yaklaşık 2 buçuk saattir adresin olduğu yere gidiyordum. Arabayı deli gibi kullanıyordum ve sinirden gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Adrese çok yaklaşmıştım. Anayoldan çıkıp bir ormana doğru yol aldım. Hiçbir ev ya da hiç kimse yoktu. Navigasyon adresin burada olduğunu gösteriyordu. Fakat etrafta kimseler gözükmüyordu. İlerlemeye devam ettim. Şimdi karşımda sadece orman vardı. Arabadan inmek zorunda kaldım ve koşarak ormanın içine girdim. Hava kararmaya yakındı. Acele etmem gerekiyordu. Adımlarımı daha da hızlandırdım. Koşarken bir yandan da arkama bakıyordum geldiğim yeri unutmamak için. Bir ağacın altına geçtim. Nefes nefese kalmıştım. Telefonumu çıkarıp saate baktım. Hava biraz daha kararmıştı ve neredeyse önümü göremiyordum.
Telefona bakınca aklıma Medya'yı aramak geldi. Hemen telefonu elime aldım ve aradım. İlk çalışta açtı.
- Alo. Neredesin Medya?
- Asıl sen neredesin?
- Ben şehir dışında bir yere geldim. Bir ormandayım. Verdiğin adres burayı gösteriyor. Burada mısın?
- Ne ormanından bahsediyorsun?
- Orman işte Medya. Sen neredesin?
- E ben evdeyim. Banyoda dişlerimi fırçalıyorum.
- Ne saçmalıyorsun?
- Ya bir dakika. Sen gerçekten benim kaybolduğuma inandın mı? Sana verdiğim adrese de mi gittin? İyi de ben o adresi kafamdan uydurdum. Öyle bir yer var mıymış? Ahahah...
- Şaka mı yapıyorsun?
- Hayır gayet ciddiyim.
O anda duraksadım ve çok şaşırdım. Ben onun için endişeleniyorken o benimle dalga geçiyordu. Bir kaç dakika sessiz kaldım.
- "Resmen aptalsın sen ya."
Dalga geçmeye devam ediyordu.
- "Ses ver, orada mısın?" dedi gülerek.
Telefonu suratına kapattım. Gerçekten aptaldım. Suç bendeydi. Beni umursamayan biri için neden bu kadar endişeleniyordum, neden?
Bunları söylerken ağacın gövdesine yumruklar atıyordum. Ellerim kanıyordu. Bir anda bir ses duydum, bir kız sesi. Etrafa baktım. Gözüme bir kulübe çarptı ve sanırım ses oradan geliyordu. Yavaşça yürümeye başladım. Karanlık tamamen çökmüştü. Sadece kulübeden ışıklar saçılıyordu etrafa, bir de yüksek sesli olan çığlık duyuluyordu.
Kulübeye yaklaştım. Bir penceresi vardı. Perde ile kapalı olmasına rağmen ufak bir kısmı içeriyi gösteriyordu. Gözlerimi içeriye diktim. Ağzı, elleri ve kolları bağlanmış şekilde bir kız vardı. Sandalyede oturmuş bağırmaya çalışıyordu. Hemen önünde muhtemelen benim yaşlarımda olan genç bir çocuk vardı. Fakat arkası dönüktü ve beni görmüyordu. Kıza sessizce fısıldadı.
-"Benim olacaksın."
Böyle söylemesi üzerine kız ağlamasını daha da şiddetlendirdi. Yalvaran gözlerle genç adama bakıyordu. Aniden beni fark etti. Gözlerini iyice açtı. Bense elimle susması gerektiğini söyleyerek onu sakinleştirmeye çalışıyordum.
Hemen yanımdaki odunlardan birini kaptım. Kulübenin kapısı kilitli olabilirdi ama çok sağlam da olamazdı. Kapıya tekme atarak içeriye daldım. Genç adam birden neye uğradığını şaşırmış bir ifadeyle bana baktı. Pek kalıplı olmadığı için dövmek kolay olacaktı. Odunu adamın kafasına indirmemle bayılması bir oldu. Hemen kızın ağzındaki bantı açtım. Açar açmaz konuştu:
- Lütfen çıkmama yardım et yalvarırım.
- Kızım buraya kadar geldik, çocuğu bayılttık. Şimdi seni böyle bırakıp gidecek miyim? Hayır tabii ki. Sen hiç mi Amerikan filmi izlemiyosun?
- Saçmalamayı kes. Çöz şu ipleri çabuk.
İpleri çözdüm, aniden elimden tuttu ve " Hadi gidelim." dedi. Kulübeden öylece çıktık. Etraf karanlıktı. Telefonumu alıp feneri açmasını söyledim ve telefonu ona uzattım. Ellerime bakıyordu. Kanıyordu hala. O da bunu fark etmişti fakat bir şey demeden feneri açtı.
Ormana girerken yolu kaybetmemek için sürekli arkaya bakmam iyi olmuştu. Arabayı rahatça bulabildik. Hemen arabaya atladık ve oradan uzaklaştık. İstanbul'un içine doğru yol aldık.
- "Nerede oturuyorsun?" diye sordum, adresini söyledi. Bizim evin yakınlarında bir yerdi. Biliyordum o adresi. Ama bu kızı daha önce hiç görmemiştim.
Arabayı sürmeye devam ettim. Yarım saat boyunca hiç konuşmadık. Sonra merakla sordu:
- Hiç mi sormayacaksın, nasıl bu hala geldim diye?
- Beni ilgilendirmez.
- O halde neden kurtardın beni?
- İnsanlık namına.
- Hıh. İnsanlık namınaymış.
- İstersen burada indireyim seni. Ne dersin? Belki arkamızdan takip ediyordur bizi. Hemen bulur seni de. Böylelikle kurtulmuş olmazsın.
Arkasına baktı. Kimse görünmüyordu fakat yine de korkmuştu.
- Tamam ya. Bir şey demedim.
Hafif sırıttım ama fark etmedi.
- " Şey... " dedi kısık bir sesle. Kafamı çevirip baktım.
- Beni kurtardığın için sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Kendimi sana borçlu hissediyorum. Senin için ne yapabilirim?
- Hiçbir şey.
- Hadi ama, bir şey iste.
- Sana hiçbir şey dedim. Israr etmeyi kes. Senden bir şey beklemek için kurtarmadım seni. Hem zaten şans eseri kurtuldun. Orada olmamam gerekiyordu.
- Nasıl yani?
- Yok bir şey.
- Şans eseri mi kurtuldum yani?
- Kes artık şunu. Sadece sus.
Sonra hiçbir şey demedi. Yol boyunca sessiz kaldı. Kafasını cama yaslamış yolu izliyordu.

Sonunda evine gelmiştik. Arabayı durdurdum.
- İn artık geldik.
Hiç ses çıkarmadı. Kolunu hafifçe dürttüm.
- Şiit. Kime diyorum?
Cevap vermiyordu, sanırım kalbi kırılmıştı.
Arabadan indim. Cama kafasını yaslamış duruyordu. Kapıyı açtım ve aniden üstüme düştü. Uyuyordu ve hala uyumaya devam ediyordu. Onu kucağıma alıp evine kadar götürmemi mi bekliyordu? Öyle bir şey yapmayacaktım. Arabanın arka koltuğunda küçük bir su şişesi vardı. İçinde de birazcık su. Hafifçe sırıttım ve şişeyi aldım. Kapağını açıp suyu kızın kafasına boşalttım.
- Ha. Ne oldu? Geldik mi?
diye komik bir şekilde uyandı.
- Ha evet, geldik. İn artık şu arabadan.
- Ne kadar öküz olduğunun farkında mısın?
- Evet seninle iletişim kurmaya çalışıyorum.
- İvit sininli ilitişim kirmiyi çilişiyirim.
- İnecek misin?
- Tamam be. Yemedik arabanı. Yalnız bir şey soracağım ya. Adın ne?
- Ne yapacaksın?
- Nüfusuma geçireceğim seni.
- Komik?
- Adını söyler misin?
- Adımı söyledikten sonra inecek misin?
- Evet. Hadi..
- Koray tamam mı? Koray.
- Tamam.
dedi ve arabadan indi. Tam gidecekken yüzüme baktı:
- "Bende Derin. Memnun oldum Koray." dedi.
Tam "Ben hiç memnun olmadım" diyecektim ki yanağıma bir öpücük kondurdu.

Teşekkür etti ve hızlı adımlarla uzaklaştı.

Bu bölüm diğerlerinden birazcık daha uzun oldu farkındayım. Umarım beğenirsiniz. ^^

Bölüm kapağına gelince de kız tahmin ettiğiniz gibi Medya. :3 Kendinize iyi bakın.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 13, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ŞampiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin