" Deniz Soykan"

66 2 5
                                    

Yavaşça nefes alıp gri bulutlara baktım. Ne kadar da sonsuz bir renkti. İki rengin birleşimiydi bu renk. Siyah ve beyaz. Biri asil ve karanlık dururken bir diğeri masumluğun rengiydi. Benimkisi biraz karışıktı. Tıpkı bu bulutların rengi gibi...

Ben Deniz Soykan. Annem ve babam üvey. Kendi ailem ise kendi gözlerimin önünde öldürüldü. Cevabı hala bilinmiyor fakat bende irdelemiyorum çünkü biliyorum bir kez daha enkazın eşiğinde olacağım. Buna hiç gerek yok. Gözlerim mavi ve birazda yeşilin buluşan renklerinden. 11. Sınıf öğrencisiyim. Soykan özel lisesi. Ne kadar güzel değil mi? Üvey ailemin soyadını taşıyorum ve lisesine gidiyorum. Okula gitmediğimde yok yazılmıyorum, sınavlara girme zorunluluğum yok, kimse bana karışamıyor. Demeği çok isterdim ama hayır. Ben insanların hakkını yemem. Yok yazılıyorum, sınavlara giriyorum ve kimse benim bu ailenin üvey kızı olduğumu bilmiyor. Soranlar vardı elbet fakat ben sadece bir tesadüf diyerek terslemiştim. Düşmanlarım var elbet ama dostlarım kadar az değiller. Dostlarımın sayısı bir elin parmak sayısını bile geçmezken düşmanlarımın sayısı ise bilinmiyor. Sevgili yapmamaya çalışıyorum çünkü eyer sevgili yaparsam ölen ailemin güvenini kaybederim düşüncesi geliyor beynime ve bende hemen uzaklaşıyorum. Çıkma teklifleri geldi ama ben kabul etmedim. Sadece kardeş gözüyle bakarım erkeklere. Tabi eğer adamsalar. Malum bu devirde adam olanların sayısı az! Voleybol, müzik, koşu, dövüş, dans... Nerdeyse her aktiviteye katılırım. Bu dediklerimi hiç aksatmam. Kitap okurken her zaman başka dünyalara giderim. Sonrada çıkarsa filmi izlerim. Beni bu kadarlık bilseniz yeterli...

Bu dağ evinde yalnız yaşıyordum, birde o üvey ailemin yanında mı kalacaktım. Odamın hiçbir yerinde duvar yoktu. Full camdı ve bu cam kurşungeçirmez, dışarıyı gösteren fakat dışarının sizi görmesini engelleyen türdendi. Soyunurken kimsenin beni görmesini istemezdim herhalde! Başımı iki elimin arasında kenetlediğim sıcak çikolatama baktım. Isısıyla ellerimi ısıtıyordu ve ben bu hissi fazlasıyla seviyordum. Bir yudum içerek boğazımı ısıttım ve başımı kaldırdım. Keşke bende hayallerle dolu insanlardan olabilseydim. Onlarda biliyordu hayallerimizin gerçekleşmediğini fakat yine de kuruyorlardı. Ben kuramıyordum. Gerçekten yitirmiştim bu hissi. Keşke diyordum elbet ama hayal diye bir şey yoktu benim dünyamda. Camdan uzaklaşıp mutfağa bardağı bırakmaya gittim. Duvarda asılı olan saate baktığımda 6.15 olduğunu gördüm. Biliyorum bu kız neden bu saatte ayakta diyeceksiniz.

1. Benim ailem saat 5.30 da gözlerimin önünde öldürüldüğü için normal olarak kulağıma kurşun sesi ve çığlıklar geliyor. Bende kalkıyorum hemen. Bu alışkanlığım değil korkum...

2. Lanet okul var! Ve bugün yeniden bir kız döveceğime yemin edebilirim.

Hemen bardağı çalkalayıp bulaşık makinesine koldum. Odama koşup dolabımın başına geçtim. Size söylemeye unuttuğum bir alışkanlığım var. Benim dolabımın bir köşesi var ve bu köşe yarın giyeceklerimin hazır bulunması için yapıldı. Yani öyle tiki kızlardan değilim.

Siyah deri pantolonumu çıkarıp hemen altıma geçirdim. Üstüme ise siyah salaş ve biraz göbeği açıkta bırakan bir tişört. Siyah topuk çorabı giyip banyoya girdim. Duvarda kurulan müzik ekranına basılı tutup en sevdiğim müziği seçtim. Makyaj bölümü banyoda duvarın arka kısmındaydı. En sevmediğim makyajlarımın odamda bulunması. Malum kimse o kadar malzemenin dağıtılmasını istemez. Güneş kremimi işaret parmağıma biraz sıkıp yüzümde açık alanlara sürdüm. Sonrada bordo rujumu alıp dudaklarıma noktalar koyarak yüzük parmağımla yaydım. Birazda yasemin kokulu parfümünden sıkıp saçlarımı taradım. Banyodan çıkıp aşağıya indim. Arada sırada eve gelen bir teyze var. Sağ olsun evimi temizlemeye geliyor ve birbirimiz çok seviyoruz. Ayakkabı dolabına gidip deri topuklu bilekte biten botlarımı giyerek aynada kendime baktım. Gayet iyiydim. Kâsenin içinden motorumun anahtarını alıp dışarı çıktım. Hızlı ve arabalara makas atarak okula vardım. Geldiğimde her zamanki driftimi yapıp herkesin gözlerine üzerime diktim. Bunu seviyordum çünkü sorunu olanlar hemen karşıma çıkıyorlardı. Pencereden bakan müdüre sırıtarak baktım ve bizim kulübeye ilerledim. Bu kulübeye kimse bizden başka oturamazdı ve rengini değiştiremezdi. Siyah kulübeye geldiğimde Mert direk yanını açıp oturmamı sağladı. Mert grubun en has erkeklerindendi ve güvendiğim bir kardeşimdi. " Selamünaleyküm." Dediğimde hepsi selam vererek güldüler. Hala buna alışamamıştılar. Halbuki birkaç yıl geçmişti. " Kardeşlerin en hası ne yapıyorsun?" dedi Polat ve sırıttı. " İyiyim kardeşlerin en yalakası." Dedim ve sırıtışını soldurdum. Her zaman böyle derdi bende her zaman böyle karşılık verirdim. Benden ümidi ise bir gün ona yalaka olmadığını söyleyeceğimdi fakat çok görürdü. Zil çaldığında dördümüzde ayaklandık. Eğer derse geç kalırsak okulu temizlemek zorundaydık. Bunu biz istemiştim maksat eğlence olsun. Sınıfa girdiğimizde herkes bize baktı. Acaba neden? Yine siyahlar ve grilerin içindeyiz birde serbestiz. Normalde okulun forması siyah etek bordo lakoz ama biz sevmiyoruz. Her okuduğum kitapta önde oturanlar inek derler ama bu öndekiler tam bir salak. Hala bu sınıfı anlamış değilim. Her beladan bulunuyor. Arkama baktığımda hocanın topuklu ayakkabısını kıracakmış gibisinden gelişini gördüm ve hemen arka sıralara yerleştik. " Günaydın." Dediğinde hoca herkes karşılık verdi. Biz ise Allah'ın selamını vererek farkımı ortaya koyduk. Bu sınıfta ateist, deist her şeyden vardı fakat onlarda bir günaydın derdi.

Hoca dersi anlatmaya başladığında önümde oturan Sude'nin saçlarıyla oynamaya başladım. O grubumuzun en tatlı kızıydı. Asla güzel olduğunu kabul etmezdi fakat tatlı olduğunu söylediğinizde nazikçe teşekkür eder işine dönerdi. Gıcıklığına saçını çektiğimde elini arkaya savurdu. Kafama denk gelince bende hızla saçını daha fazla çektim. " Sude bir sorun mu var?"

" Yok hocam ne sorunu. Sadece sizin dersinizi dinlemeye çalışıyorum." Dediğinde hoca direk Sude'nin yanına gelip bana ve ona baktı. " Siz ikiniz hemen terk edin burayı." Dedi hoca ve bende masum bakışlarımı atıp " Hocam benim nu suçum var?" dediğimde eliyle kapıyı göstererek " Deniz sen hiçbir zaman doğru durmazsın. Şimdi hemen çıkın gidin!" dedi bizde ne kadar çok uyuşuk hareket edebilirsek ettik.

En sonunda Polat, Mert ve Seçil de gelerek sınıftan çıktık. Hepimizin çıkma amacı eminim ki Seçil'in bakışları olmuştu. Seçil ve ben gurubun en kötü bakış atanlarıydık. Seçil'e göre bu gurubun en uyumlu hali birbirimize bağlı olmamızdı. Doğru da söylüyordu. Fazlasıyla birbirimize bağlıydık. Bahçeye çıktığımızda 9. Sınıfların voleybol oynadığını gördük. Bize göre 9. Sınıflar asla çömez değildi. Ve bunu söyleyenler ise farkında bile olmadan beyin çömeziydi. Çömez diyenlere sinir olurduk, karşılaştığımda ise direk döverdik. Uyarı mı? Asla!

" Bizde oynasak?" dediğimde topu atacak kişi topu tutarak direk icraata geçti. " Grupları siz ayarlayın." Dediğinde hemen ben ve Polat bir grup olduk.

" Seni alıyorum sert kız." Dediğimde topu tutan kız arkama geçti. Poyraz; Sude, Seçil ve birkaç kişiyi alarak gurubu kurdu. Ben ise; Mert ve birkaç daha sert duranları alarak takımı halettik. Maça başladığımda zil çaldı fakat biz hiç oralı olmadık. Herkes kulübelere oturuyor, bizi izliyorlardı. Bir tek bizim bölge boştu ve orası da zaten yasak bölgeydi. Tezahüratlar, alkışlar ve ıslıklar birbirine karışırken maçı bizim gurup yenerek plan yaptık. Kaybeden takım, kazanan takımın 3 günlük kantin ihtiyacını giderecekti. Çok kötü sayılmaz aslında.

Herkes motorlarına atlayarak evlerine dağılırken ben denize doğru saptım. O havayı solumaya bayılıyordum. Motorumu kaldırımın oraya park edip kıyıya doğru yürüdüm. Botlarımı tabi ki de çıkarmıştım fakat çoraplarımı çıkaramazdım. Fazlasıyla üşürlerdi bu havada. En sevdiğim ise kumların soğuk oluşuydu. Kıyıya oturduğumda dalgalardan sıçrayan birkaç damla bacaklarıma geldi. Biraz daha yaklaşarak derin nefes aldım. Normalde nefes darlığım vardı ve ben bunu deniz sayesinde yenmiştim. Telefonumun titrediğini hissettiğimde arka cebimden çıkarıp ekranına baktım.

" Alo?" dediğimde karşı taraftaki üvey annem hemen konuşmaya başladı.

" Deniz neredesin?" dediğinde sırıtarak konuştum.

" Denizdeyim."

" Esprin çok kötü Deniz. Gerçekten neredesin?" sinirle soluyarak

" Sana denizde olduğumu söyledim." Dedim ve telefonu yüzüne kapattım. Eminim şuan mesaj çekecekti.

" Bize gel hemen." Diye mesaj attığında hızla koşarak kaldırıma oturdum ve ayakkabılarımı giydim.

Karşı tarafta sokak lambasının altında duran çocuğa baktım. Yüzü gözükmüyordu fakat vücudundan kaslı olduğu belliydi. Tahminen benle aynı ya da bir yaş büyüktü. Bana baktığına emindim ama hala amacını anlayamamıştım. Motoruma binip yeniden çocuğa baktım. Ayakkabılarından başlayıp başına kadar çıktım. Siyah, fosforlu yeşil nike işareti olan bir genç çocuk. Kazıdım seni aklıma, diyerek hızla gazı kökledim ve eve doğru yol aldım.

Yeni kitabı beğenmeniz dileğiyle...

vote ve yorumlarınızı eksik etmeyin :D

Tek Fark: Harf Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin