HÜZÜN DOLU SESSİZLİKLER...

35 6 0
                                    

Bugüne kadar getirdiğim karnelerin hepsi çok iyiydi, müdürenin kızı olduğum için değil gerçekten ders çalışmayı sevdiğim için. Ortaokul birinci sınıfa geçmiştik ve yine Akif'le aynı sınıftaydım. Bütün derslere ayrı ayrı hocalar giriyordu. Bu durum Akif'le bizim çok garibimize gitmişti. Böyle olacağını biliyorduk ama ne biliyim işte tuhaftı...

Akşam babam eve gelince yanında ok ve yay getirmişti. Gördüğümde çok şaşırmamıştım babam son birkaç gündür hep bunu düşünüyordu.  Yüzünde kocaman gülümsemesiyle bana doğru yaklaşırken benim de yüzümde kocaman bir tebessüm oluşmuştu. Bahçemizde yazları kurduğumuz masanın yanına geçerek ve bir aldıklarına bir de bana bakarak anlatmaya başladı.

-''Lisedeyken bir erkek arkadaşımız bu işle uğraşıyordu. Ne yalan söyleyeyim bende hep o arkadaşımın yerinde olmayı çok istemiştim. Aldığı ok ve yay zannedersin tahtadan değil altındandı gözümde. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım babama aldırmayı becerememiştim. Ve işte bende benim içimde kalan her şeyi sana yapmaya niyetliyim.'' dedi.

Babamın yüzündeki hüzünlü tebessümü görünce neden bilmem bir anda kalbim sızladı. Babam ilk defa içinde ailesinin bir üyesinin olduğu cümle kurmuştu. Zaman geçtikçe daha iyi anlıyordum aile kavramını. Ne annemi ne de babamı leylekler getirmemişti. O leylekler birini getirmiş olsaydı eğer o kişi ben olurdum çünkü ben benzemiyordum işte...

Babam kalkmak üzereyken onu durdum.

-''Annem sana söyledi mi bilmiyorum. Küçükken anneme neden akrabalarımızın olmadığını sormuştum ve cevap verememişti. O sorunun üzerinden beş yıl geçti hala ikinizde bulamadınız mı yoksa ben dinleyecek kadar büyümedim mi?'' dedim.

Ve babam sadece yüzüme baktı daha küçüksün der gibi yüzüme baktı. O da annemden eksik kalmayan bir harekette bulundu sadece alnıma hüzün dolu bir öpücük bıraktı.

Yine kalbim sızladı nedenini bilmediğim şekilde...

...

Akif'le bahçelerinde oturuyorduk. Birden canımın yürümek istediğini söyledim ve o da beni kırmayıp yürümeye başladık. İçimdeki sıkıntının sebebini sordu. Bir şey yok dedim ama inanmışa benzemiyordu. Yinede ısrar etmedi. Eve döndüğümüzde annemle babam ev ihtiyaçlarını gidermek için çarşıya çıkmışlardı. Ev bomboştu. Aradığım bir pantolonu bulamamıştım ve annem gilin odasına girmiştim. Gözümü o sırada bir komidinin açık olduğu çekmece dikkatimi çekti. Aslında bakmazdım ama içimden bakmak gelmişti. Ve koskoca çekmecenin içinde sadece eskiden kalma bir defter vardı. Hemde babamın baş ucundaki komidin de. Defteri özel hayat falan demeden açtım. Defterin  günlük olduğunu anladım. Tam okumaya başlamıştım ki içinden bir fotoğraf düştü. Babamın ortalarında olduğu bir fotoğraf. Ne bileyim, sanki aile fotoğrafı gibiydi işte...

...

Aradan birkaç gün geçmişti eğer annem gil fotoğrafa baktığım zaman gelmiş olmasalardı çoktan o defteri okumayı bitirmiştim belki de...

Artık babamla adam akıllı oturup konuşmanın yerinin geldiğini düşünüyordum. Bana göre anlatmadıkları her ne varsa babam anlatmaya niyetliydi ama onu tutan annemdi. Peki ama neden böyle bir şey yapsın ki? Hangi kişi ailesini çocuğuna anlatmaktan çekinir...

Babamın çalıştığı karakol okula o kadar da uzak değildi. Düşüncelerimden Akif'e bahsetmiştim oda onay vermişti. Eğer annem benden erken gelirse babasının yanına gitti dersin demiştim. Kapıya yakın olan bir masada Ahmet ağabey oturuyordu. Beni tanıdığı için bana selam verip Bedirhan Amir odasında demişti. Odasının kapısını açacağım anda içeride biriyle konuştuğunu fark ettim ve o yüzden içeri girmedim. Konuştuğu insan her kimse ona tayinin İstanbul'a çıktığını demişti.

Peki ama bu tayinden benim niye haberim yoktu?

Ve haberim olmayan daha neler vardı?

...

Annem eve gitmeden evde olmuştum artık Akif gilde annemi beklemiyordum. Biraz bekledikten sonra annem gelmişti, bende bu süre zarfında üstümdeki elbiselerden kurtulmuştum. Annem eve gelir gelmez Akif gile gitmem gerektiğini söyledim ve evden çıkmıştım. Akif'le artık hafta içi okul sonlarında fazla görüşemediğimiz için beni görür görmez bir aksiliğin olduğunu anladı ve hemen yanıma gelerek ne olduğunu sordu.

...

Ne zaman Akif'in canı sıkılsa arka bahçelerinde yüzyıllarca yaşan, o görkemli ağaca çıkardık. (Artık ağaca çıkabiliyordum ama henüz hiç düşememiştim.) Yan yana kalın bir dalının üstüne oturmuştuk. On dakika geçmişti ve Akif en sonunda

-''Ne olduğunu anlatmayacak mısın diye sormuştu?''

-''Hani sen kitap ve şiir okumayı çok seversin ya...''

-''Eeee ne olmuş yani, canını sıkan şey bu mu?'' deyip gülmeye başladı.

-''Hayır onu demiyorum. Ayrılığın şiirini en iyi kim yazdı?''

-''Bilmem kim yazdı?''

-''Bende bilmiyorum ama ben gittikten sonra umarım sen yazmayı başarırsın.'' kurduğum cümle çok açıktı gideceğimi söylemiştim o da anlamıştı buna rağmen on saniye yüzüme baktıktan sonra konuşmaya karar vermişti.

-''Ne demek istediğini anlamadım çok bilmiş?''

Bu 'çok bilmiş' sözcüğünde bile anladığı ortadaydı ama neden gideceğimi anlayamamıştı.

-''Babamın tayini İstanbul'a çıkmış.''dedim sesimdeki titremeyi önlemeye çalışarak.

-''Nereden duydun, öyleyse bana sabah niye demedin, şaka yapıyorsun  değil mi?''

O da şaka yapmadığımı anlamıştı eğer anlamasaydı sesinde bu hüzün olmazdı.

-''Hayır çok ciddiyim bu konuda. Babamın odasına gireceğim zaman yanındaki bir kişiye böyle söyledi. Bende hiç içeri girmeden eve geldim sonrada senin yanına işte.''

Ve yine sessizlik...

...

Akif'in yanında fazla durmamıştım ama bıraktığımda o hala ağaçta oturuyordu. Ne o bir şey diyebilmişti ne de ben... Babam konuyu akşam yemeğine dile getirmişti. Belli o da çok yakın zamanda öğrenmişti ve annemin bilmediği de genzine kaçan yemek parçasından belli olmuştu. Ben bir şey dememiştim zaten biliyordum çıktığını. En çok da tepki vermemem dikkatlerini çekmişti zaten. Annem en sonunda:

-''Çok bile buralarda durduk tayininin daha önceden çıkması gerekiyordu.''ve yine kalbimi iğneleyen hüzün dolu ses tonu.

-''Sen bir şey demeyecek misin?'' diye sormuştu babam.

-''Gitmek istemiyorum, gitmeyelim desem gitmeyecek miyiz?''

-''Bende istemiyorum ama gitmek zorundayız. İnsan bazen istemediği şeyleri yapmak zorunda kalabiliyor.''

-''Peki insan zorunda kalınca ait olduğu yerden ayrılabilir mi sizce...'' bu soru değildi, bu sadece sitemdi.

-''Ama sen buraya ait değilsin kızım.''annem babamın kurduğu cümleden sonra ne soracağımı biliyordu.

-''Evet haklısınız ben sizin olduğunuz yere aitim ama gerçek anlamda siz nereye aitsiniz? Benden sakladığınız çok önemli şeyler olduğu sürece size ne kadar ait olmamı beklersin baba?''bu sözde soru cümlesi değildi gerçek anlamda cevap beklediğim bir soruydu ve babamda annemde bunun farkındaydı...











İLK DERS AŞKTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin