Oturduğum sandalyenin gıcırtısı hala kulağımda yankılanıyordu. Ablam elindeki tarağı üstten alta doğru belirli bir zamanlama ile saç tellerimden geçiriyor arada takılan saçlarımın acısını unutup aynadaki kendime bakıyordum. Bu bendim. Siyah düz saçlarım, bembeyaz tenimden çok yüzümdeki acı ön plandaydı. Acı benliğimin gölgesinde saklıydı. Elimin üzerinde durduğu yer kalbimdeydi. Onu yansıtan aynalarda, özgürlüğünü kısıtlayan bedenimde.
Saçımın düzgün bir şekilde taranmış olması uyku isteğimi arttırıyordu. Her zamanki gibi saçlarımı üçe ayırarak örmeye başlayan ablam suskundu. Aynadan benim gözlerime bakıp gülmüyor, düz örgü mü diye sormuyor, yeni model öğrendim onu deneyeyim mi demiyordu. Suskundu. Oysaki aramızdaki bu uzaklığın, bu sessizliğin benim her saçımın örülüşünde hissettiğim vicdan azabını bilmiyordu. Her bir parçayı başka bir parçanın üzerinden geçirmesiyle kalbimde çektiğim acıyı hissetmiyordu.
Lisede bir sene sınıfta kalmam ve on ikinci sınıfta inek misali universite sınavına hazırlanırken çıkan sivilcelerim birer birer silinmişti yüzümden. Lise bir yıllarındaki ışık yoktu gözlerimde. Her geçen bir yılda kalbim ışıklarını kapatmıştı. Üniversite sonuçları önemliydi. Ailem için. Ailemin açıklanması için aylarını sayarkenki heyecan bile yoktu gözlerimde. Tek istediğim ailemin istediği hukuk tercihlerinden İstanbul da bir yer kazanmamdı.
Örgümün ucunu sıkıca tutarak aynalının önündeki siyah tokalarımdan birini alıp örgümü tutturdu ve odada olan yatağın kenarına oturarak beni izlemeye başladı. Her zamanki gibi evimizden gerilim akıyordu. Arşivdeki kavgalara yenisi eklenmişti. Kavganın ucunu ablama attığım için içimdeki sıkıntıyı ona anlatarak dışarı atamıyordum. Bu felaketti. Sürekli sorunların arasında bulunmak insanı yoruyordu.
Dolabımın kapağını açarak siyah v yaka yarım kollumu ve diz altı pileli eteğimi giydim. Yastığımın altındaki telefon ve kulaklığımı alarak ablamın nereye gittiğimi anlamaya çalışan bakışlarını es geçip odadan çıktım. Hızlı bir şekilde siyah yüksek tabanlı ayakkabılarımı giyip portmantodan aldığım çantama şemsiyemi, kitabımı,telefon ve kulaklığımı koyarak yavaş adımlarla apartmandan çıktım.
Her ne kadar yaz aylarında olsak da bu gün istisnai bir şekilde simsiyah gökyüzü ve yağmaya hazır bulutlar karşımdaydı. İçimdeki tüm dertleri atarcasına Üsküdar sahiline gidene kadar derin nefesler eşliğinde yürüdüm. Fakat ne içimdeki dertler azalıyor ne de kalbimin ağrısı diniyordu. Rüzgar eteğimi uçuşturuyor ama dertlerimin uçuşmasını sağlayamıyordu. Hafta içi ve havanın kapalı olması üzerine çok kalabalık olmaması benim için çok iyiydi. Kız kulesi manzaralı bir banka oturarak çantamdan Peyami Safa'nın Sözde Kızlarını okumaya başladım. Ara sıra esen rüzgar ürpertiyor ama kitabın verdiği huzur ile kitabıma devam ediyordum.
Bu bankta kac saattir oturup kitap okuduğumu önemsemiyordum. Yağmurun serpiştirmeye başlaması üzerine kitabımı kapatıp çantama koydum. Her yağmur tanesinin verdiği o yoğun huzur hissiyle denizin dalgalarıyla hareketini inceledim. Aslında buradan ayrılmak istemiyordum. Ev demek kavga, gürültü demekti oysa ben burada bu huzurla evsiz, parasız bile yaşamayı tercih ederdim. Üzüntü ile kalkarak yürümeye başladım.
''Affedersiniz" arkamdan gelen orta kalınlıkta erkek sesiyle arkamı döndüm. Etrafa bakındım. Benden başka kimseyi görmeyince yavaş adımlarla bana yaklaşmasını bekledim. Beni duyabileceği yakınlığına ulaştığında çantamın düşen sapını düzelttim.
"Bana mı seslendiniz?" kavgadan sonra hiç konuşmamamdan dolayı sesim çatallı çıkmıştı. Soluklandı aynı zamanda saçlarını düzeltti.
"Adın. Adını öğrenebilir miyim?"
"Önemli birşey mi var?"
"Adını öğrenmek istemem sencede önemliler listesine girmez mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZÜMRÜT
ChickLitHayatım ne kadar benimse onlarda hayatımı bölüşmeye çalışıyordu. Annem ve babam. Elimde sıralanmış her biri hukukdan yana seçilmiş universite isimleri ve benimde bunu seçen babama boş gözlerim doluydu. Hayatım ellerinde oynayacakları kadar basit de...