Multimedya: Special death- Mirah
Merhabalar. Sonunda yazdığım bölümle geri döndüm. Bu bölüm girişti. Umarım yarın 1. bölümü yayınlarım. Beğenmeniz dileğiyle iyi okumalar!
Pusulaya ihtiyacımız vardı. Başıboş ruhlarımızı yönlendirecek bir pusulaya. Cebe sığan ve yıllarını insanları yönlendirmekle geçirmiş pusulaya. Bizi yönlendirecek kişiler arıyorduk. Dertlerimizi anlayan, güven veren ve mutlu hissettiren. Arkamıza bakıyorduk bazen nedensizce. Arkamızdan gelerek ve bizi acılarımızdan kurtaracak birinin gelmesini umut ediyorduk. Bu esnada cebimizden o paslı küçük pusulayı çıkarıyorduk. Gösterdiği yöne bakıp iç geçiriyorduk. Gidemiyorduk işte. Koşmak, hıçkırarak ağlamak ve bir daha geri dönmemek. Ne kadar da güzel geliyordu kulağa.
Acı. Dünyadaki insanları anlatan bir kelimeydi bu. Herkesin içinde bir acı vardı. Bazıları acısına dayanamayıp kendine zarar verirdi bazıları da acısını içine atar ve bir şey olmamış gibi dururdu. Fakat içimizdeki büyük depremler ruhumuzu kemirmekteydi.
Bazı zamanlar oluyordu ki kendimizi odaya kapatmak ve saatlerce ağlama isteği yükseliyordu içimizden. Çoğu yapamadığımız şeyler gibi bunu da yapamıyorduk. Halbuki saatlerce ağlasak geçecekti fakat o bir damla gözyaşının akmaması için inat ediyorduk. Gözlerimize acıyorduk bazen. Ne çok yanıyordu bazı zamanlar. Gözlerimiz de görüntümüz gibi güzel değildi fakat acıyorduk işte.
Güvenmememiz gereken kişilere güvenmiş kalplerimizi bin bir parçaya ayırmalarına izin vermiştik. Güvenmememiz gereken kişiler bize güvenilir bir kişi gibi gözükmüştü. Zaten gerçek gibi görünen hiç bir şey gerçek değildi.
İnsanların içindeki gerçek kişiliklerini görüp insanlardan uzak durmayı tercih eden kişilerdik biz. İnsanlar bizi tanıtırken soğuk, içine kapanık, pek konuşmayan, sevimsiz gibi sıfatlar kullanıyordu. Her şeyin bir sebebi olduğu gibi böyle olmamızın da sebepleri vardı elbette. Bizler böyle olmak için can atmamıştık. İnsanlar bizi böyle olmaya itmişti. Çocukluk fotoğraflarıma baktığımızda, o sıcacık gülümseyen ve gözlerinin içi gülen çocuğun katili olduğumuzu tekrardan hatırlıyorduk. Belkide o çocuk bile böyle olacağını aklının ucundan geçirmiyordu bile.
Kalbi ile mantığı arasında sıkışıp kalmış insanlarız biz. Kalbimiz farklı konuşuyor mantığımız ayrı. Böyle zamanlarda ruhumuzun bedenimizden ayrılarak başıboş dolaşmasını istiyorduk. Bedenimizin kalbimizin üstüne baskı yaptığını ve kalbimizin yok olduğunu hissediyorduk. Tam lazım olduğu zaman yerini terk eden mantığımızdan bahsetmiyorum bile. İnsanı deli etmeye yetiyor.
Genç kızda bizden biriydi fakat o pes etmişti. Katlanamayacağını düşünüyordu fakat o gerçekten güçlüydü. Güçlü olduğunu düşünmüyordu aksini düşünüyordu. Genç kız ecza dolabından bulduğu tüm hapları toplayıp önüne yığmıştı. Annesi, babası, abisi evde yoktu ve bunu yapmanın tam zamanı olduğunu düşünüyordu.
İntihar edecekti ve bu sefer diğer iki intihar girişimine oranla daha kararlıydı.
Annesinin kullandığı hapın kutusunu açtı ve hepsini titreyen avucunun içine döktü. Okuldakilerin kendisiyle dalga geçmesine, kötü eşek şakaları yapmalarına ve sürekli okul dolaplarına ittirilmekten bıkmıştı. Sırf okulun en popüler kızı onunla dalga geçiyor diye diğerleri de dalga geçiyordu. Okulun -sürtük- popüler kızının kendisiyle dalga geçmesinin bir nedeni vardı ama diğerlerinin yoktu. Sadece sürünün liderine uyuyorlardı. Tüm bunlara katlanabilirdi, sonuçta kendisinin yaşadıklarını dünyadaki milyonlarca kişi yaşıyordu. Ama o kolay yolu seçmişti.
Tek sorunu bu değildi elbette. Ailevi sorunları da vardı. Aslını söylemek gerekirse genç kız olayları kafasında büyütüyor ve katlanılamaz hale getiriyordu. Kahverengi gözleri odasının içinde dolaştırdı. Yatağının altındaki karakalem çalışmalarına baktı. Resim çizmek abisinden başka hiç kimsenin bilmediği bir yeteneğiydi. Yatağının sağ tarafında bulunan gitarına baktı. Gitar çalmayı hiç sevmemişti ve sevmeyecekti de. Yatağının üstündeki korsan kıyafetli beyaz ayıcığı gözüne çarpınca ruh haline ters düşen bir gülüş sergiledi. Birine sarılma ihtityacı duyduğunda korsan ayıcık imdadına yetişiyordu. Beyaz renkteki çalışma masasının üstünde ders kitapları ve ödevleri yığılıydı. Kabul etmeliydi ki o tembel ve çılgın sınıfın inek öğrencisiydi. Derslere hiç katılmazdı ve kendini sınavlarda gösterirdi.
Gözleri odadaki siyah boydan aynadaki yansımasını gördüğünde tam da umduğu bir görüntüyle karşılaştı. Cadı gibi dağılmış kızıl saçlar, üç saatlik uykunun armağanı göz altı morlukları, yanaklarda kurumuş sessiz göz yaşları, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözler. Evet, bu görüntüsüyle kocaları tarafından terk edilmiş kadınlar gibiydi. Aynadaki görüntüsüne tekrardan baktı. Aslında okuldakilerin abarttığı kadar çirkin değildi. İdare eder bir tipinin olduğunu düşündü. Sonrasında göz yaşlarının akmasına izin verdi ve 'Neden bahsediyorum ben? Çirkinliğin dibine vurmuşum.' diye düşündü.
Gözleri odasında tekrar dolaştı ve yatağının hemen üstündeki duvarda asılı olan fotoğrafa baktı. Abisi ve kendisi çimlerin üzerine oturmuş ve yüzlerinde musmutlu bir gülümseme vardı. O gün ailece pikniğe gitmişti genç kız ve hayatındaki en mutlu günü o gündü. Abisi ona yaz tatilinde girdiği iş yerinden kazandığı parayla istediği tüm kitapları almış ve pikniğe gittiklerinde ona armağan etmişti. Belkide bu yüzden en mutlu günü o gündü. Genç kızın gözünden çaresizliğin göz yaşı akarken hiç bir şey düşünmemeye çaba gösterdi ve abisiyle olan mavi çerçeveli fotoğrafa baktı.
İntihar etmeli miydi? Yoksa kendisi için bir anlam ifade etmeyen hayatına devam etmeli miydi? Eğer intihar ederse bir daha abisine kavuşamayacağı düşüncesi onu beyninden bir kez daha vurdu. Boğazında oluşan yumruyu zorlukla geriye itti. Abisini düşündüğünden daha çok sevdiğini daha iyi anladı. Abisinin şefkatlı kollarına bir daha sarılamayacağı düşüncesiyle bir kez daha sarsıldı. Ama intihar etmek için haftalarca düşünmüştü ve şuan 'Bunu yapmalıyım.' diye düşündü. Titreyen avucundaki hapları ağzına yavaşca yaklaştırdı. İşte bu nokta bir kavşaktı. Ya ölecekti. Ya da yaşayacaktı. Bu iki kavramın söylenmesi çok kolaydı fakat uygulayama geçirilmesi o kadar zordu ki...
Gen kız elindeki hapları hırçınca yere fırlattı. Bunu yapmayacaktı. Cesareti yoktu ve bunu yapacağı zaman doğacak sonuçlardan korkuyordu. Unutulmak ve bir daha hatırlanmamak. En çok da bundan korkuyordu. Ağladı ve üstündeki ince tişörtü yırttı ağlayarak yere çöktü, hıçkırmaya başladı. O kadar çok kafası karışmış ve yorulmuştu ki. Sadece kitap okurken uykuya dalacak kadar huzurlu olmak istiyordu ama bu düşünce ona yasaklanmış gibiydi. Yerde cenin pozisyonunu aldı ve avazanın çıktığı kadar çığlık attı. Acılarla yaşamayı kaldıramıyordu genç kızın dar omuzları. Gözlerinden tekrardan göz yaşları akarken tekrardan çığlık attı ve tekrar çığlık attı.
Gök gürültüsü duyduğunda çığlık atmayı kesti ve sürünerek penceresinin önüne gitti. Depremden çıkan kazazede gibi ayağa kalktı. Burnunu çekti ve şimşek çakmasını izledi. En sevdiği hava olayıydı bu. Herkes güneşli havayı severken o şimşek çakmasını seviyordu. Küçüklüğünden beri garip bir kızdı ve hala öyle olmaya devam ediyordu. Herkes sokaklarda oyun oynarken o herkesten uzak kalmayı tercih edip evlerinin çatı katında kartondan uzay aracı yapıyordu. Kartondan uzay aracıyla birlikte uzaya çıkacağını sanıyordu.
Genç kız kendini sıradanlıkla bütünleştirmişti fakat hayatının bundan sonraki kısmının sıradanlıktan uzak bir acı içinde olacağından habersiz pencereden şişmiş gözlerle dışarıya bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BMI:ACIMASIZ
Teen Fiction"Kaybolmuştum. Yalnız ve hayallerimle nefes aldığım dünyada. Neredeyse her on sekiz yaşındaki kız popüler ve hayranlarının olmasını istiyordu. Ben ise asla öyle olmamak için dua ediyordum. Kendi dünyamda sıradan olan hayatımı yaşarken birden mavi bi...