Nur yüzlü bir dede, elini tutuğu minik torunuyla İstanbul'un tüm ihtişamını gösteren tepeden yavaş adımlarla inerek denize doğru yürüyorlardı. Küçük kız yaşlı dedesine öyle sorular soruyor ve kendi sorularına öyle cevaplar veriyorduki. Yaşlı adam bu masumluğu gülücüklerle izliyordu. Sonunda gözükmeye başlayan denizi gören kız çığlıklarla kıyıya doğru koşuşturmaya başladı. Dedesi her nekadar arkasından yavaşlamasını söylesede bu mümkün müydü o güzelim maviye karşı. Bir o yana bir bu yana koşuşturuyordu. Sonunda yaşlı adam ulaşınca kıyıya torununu kucağına alıp boş duran bank'ın üzerine oturdular birlikte. Yerinde duramayan torun, dedesinin dikkatini çekebilmek için minik ellerini yüzüne yerleştirip kendine çevirdi.
"Dede deniz neden mavi biliyormusunn?"
"Bilmiyorum kuzum neden?"
Kendinden emin konuştu tatlı cadı.
"Çünkü Allah geceleri denize mavi boya döküyorda ondan. Sende hiç birşeyi bilmiyorsun dede :)"
Dedesini yenmenin verdiği gururla yine kahkahalar atıyordu minik kız. Bir buse kondurdu dedesi ellerine.
"Canım kızım. Allah bu masumiyetini korusun. Hiç bozulmasın inşAllah. Hz. Musa'yla çoban hikayesindeki çoban gibi samiyetle yaşa inşAllah."
Dedesi ne dualar ediyordu yüreğinden. Minik kızın kıymetini şimdi anlayamayacağı. Sonra devam etti yine.
"Bana bir söz ver Hilal. Tüm samimiyetinle her yılın bu gün'ü burda durup denizin nasıl mavi olduğunu düşünecek ve bana mektuplar yazacaksın.?"
"Ama ben yazı yazmayı bilmiyorum ki?"
"Okula gidince öğrenirsin."
"Ama dedecim ben daha ohoooo 1,2,4,5,7,9 "
Parmaklarını saymayı bitirip.
"Bu kadar sonra okula gidecekmişim"
Yine gülümsetmişti bu tatlı muzır dedesini.
"Olsun sen öğrenince yaparsın tamam mı?"
"Iıı tamam o zaman"
Dedi. Hilal ney hakkında söz verdiğini bilmeden. Ama öğrenecekti. Bir gün anlayacaktı.
Yıllar yıllar sonra...
Esen kış rüzgarının etkisiyle titreyen bedenimi feracemin üzerine örttüğüm şal'ımla biraz olsun yatıştırmayı başarabilmiştim. Tarihler yine aynı günü gösteriyordu ve ben Bursa'dan kalkmış yine İstambul'daydım. Eskisi gibi değildi ama hala o duyguyu hissedebiliyordum. Mesela denize doğru yürüdüğümüz tepe yoktu artık. Yada etrafta yeşil bir renk şöleni veren ağaçlar. Yada burası sadece bize ait değildi. Kalabalıklaşmıştı artık. Etrafda koşuşturan milyonlarca insan vardı. Yinede bank'ımız ordaydı. Denizimiz orda ve bütün bu değişiklikler içerisinde en iyisi denizin kenarına açılan kitapevi'ydi.
***
Raflardaki kitapları alfabetik sıraya göre dizmeye çalışıyordum. Kapıdan müşterinin geldiğini haber veren zil sesi çalınca tırmandığım merdivenden hızla inip girişteki masaya doğru yürüdüm. Kısa bir saniyeydi. Çok kısa. Öylece gözüme ilişti gök mavisi gözleri. Uzun kirpiklerini kırptığındaysa çokdan kaçırmıştı bile.
"Buyrun hangi kitabı aramıştınız?"
Bekliyordum ağzından çıkacak bir kelimeyi.
"Şeyyy ben "
Gözlerini raflarda gezdirdi ve birinde sabitledi.
"Şu kitabı alabilirmiyim."
Gösterdiği yere gidip elime aldım.
"Bu mu?"
"Ne kadar?"
"23 yeterli"
Parayı masaya bırakmasını bekleyip aldım. Hiç birşey söylemeyip dışarıya çıktı. Dükkanın yan tarafında bir bank vardı. Yıllardır orda olduğuna eminim çok eskiydi. Ama hergün buraya gelen okadar insan içinde kimse oturmazdı o bank'a .Gidip oraya oturdu ve bekledi. Bekledi. Gözlerini denizden bir an olsun ayırmadı ve gülümsedi. Gülümsemesiyle kalbimde açılan kapıyı hissetmiştim. Ama "Haram Enes. " dedi sanki ruhum. Her zerrem. Kendime gelememe neden olmuştu bu düşünce. Ne oluyor Enes sana dedim sitemle. Bu asrın günahlarına sendemi kanacaksın. Ayrıldım masanın önünden, gömüldüm yine kitap kokan raflarıma.
***
Gözlerimi kapattım ve dinledim. Kıyıya vuran dalgaların sesini. İçime çektim denizin tuzlu kokusunu. Gözlerimi açtığımda yine o mavi. Çantama uzandı ellerim. Çıkardığım defterin boş sayfasını açtım ve elime aldığım kalemimle başladım dedemle konuşmaya.
Sevgili dedem...
Geçen seneye nisbeten bu kış bir başka soğuk sanki. Ama yinede burdayım. Seninle konuşmaya ve verdiğim sözü tutmaya geldim. Yine düşündüm dedecim. Yıllar önce sorduğum soruyu yine düşündüm. Biliyormusun ben hala Allah'ın geceleri denize mavi boya döktüğünü düşünüyorum. Herkes bu bilim gökyüzünün denize yansıması diyebilir. Rabbimin hikmetide büyük. Ne dilerse olur. Ama mavi boya çok daha güzel. Yani anlayacağın bu seneyede samimiyetimizi koruyarak giriyoruz dedecim. Cennetteki annem'e selam söyle olur mu. Biz geride kalanlarada Rabbim yardım etsin.Samimiydi her kelimem. İçimden geldiğince yazıyordum. Ne uzun ne kısa. Ne çok ne azdı duygularım. Neyse oydu. Defterimden koparttığım yaprağı küçük bir şişenin içine koyup denize yavaşca bıraktım.
***
Merakıma yenik düşerek yine cam kenarına gittim. Bu soğukta o bank'ta ne işi vardı. Bir süredir elindeki kağıda yazı yazmakla meşguldü. Acaba sevdiğine miydi bütün bunlar. Bu sözümün üzerine şaşırtmıştı beni. Kağıdı kattığı minik şişeyi bırakmışdı denizin köpüren sularına ve geri yaslandı. Yeni aldığı kitabı açıp büyük bir dikkatle okuyor ,okudukca yüzündeki mimikler hareketleniyordu. Kimi yerde kaşlarını kaldırıyor, kimi yerde elini ağzına kapatıp masumca gülümsüyordu. Ve kapattı kitabını. Sonra saatler geçirdiği banktan kalkıp yürüyüp gitti. Tüm samimiyetiyle gitti... Ve bir daha hiç görünmedi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SATIRLARA SAKLI..
SpiritualÖyle güzel seyrediyordu ki denizi. Sanki daha önce hiç görmemiş, doyamamış, hissedememiş gibi. Öyle samimi. Öyle içten. Öyle güzel okuyordu ki kitabı. Sanki dünyadaki son kitapmış misali. Öyle dalgın. Öyle meraklı. Ama sonra yok oluyordu birden. Ki...