Artık batu da anlamıştı ne kadar ciddi olduğumu. Bağlı ellerini çözmek için oturduğu yerde bir oraya bir buraya zıplayıp durdu. O öyle çaresizce dururken ben de akvaryumu batu'nun önüne getirdim. Ayakkabılarını çıkardım, ayaklarını akvaryumun içine koydum.
- Hala söylememekte kararlı mısın?
- Neyi ?
- Bak gerçekten neden böyle davrandığını bilmiyorum. Çöz ellerimi, bırak beni...
Daha lafını tamamlayamadan ben kapıyı çarpıp çıktım odadan. Hızlıca merdivenleri indim ve mutfaktan su dolu bidonu alıp tekrar yukarı çıktım. Sudan biraz akvaryuma dökmeye başlayınca tekrar konuşmaya başladı.
- Sen ne yaptığının farkında mısın? Kablonun ucu suya değerse bana elektrik çarpar bunu biliyorsun umarım.
- Biliyorum ve şaka yapmıyorum.
- Abinle birlikte aklını da kaybettin galiba. Yoksa olayın şokunu atlatamadın mı?
- Hıh asıl konuya geldin nihayet. Sabahtan beri boş boş konuşuyordun.
- Önemli konu derken neyi kastettin. Abinle ne alakam var acaba. Sor bakalım abini tanıyor muyum.
- Tanıyorsun.
- Nerden tanıyorum?
- Abimin ölümünden faydalanıp plaketi sen kazandın.
Bu söylediğimden sonra şoka girdi. Yüz ifadesinden belliydi tanımadığı, bile isteğe yapmadığı. Ama o benim –diğerleri kadar olmasa da- yakın arkadaşımdı. Asrın sadece benim değil diğer arkadaşlarımın da abisiydi. Ben düşüncelerimin arasında boğulurken o ise konuşmaya devam ediyordu.
- Olamaz böyle bir şey asrın senin abin miydi?
- Evet abimdi ve şuan yok. Sen bu durumdan faydalandın ve bunun karşılığını çok ağır ödeyeceksin.
- Karşılığında bedel ödeyeceğim bir şey yapmadım ben. Abin senden, hayatından vazgeçtiyse bu benim sorunum mu?
Doğru söylüyordu. Abim benden de hayatından da vazgeçmişti. Bu söylediğinden sonra kafamda dumanlar çıkacak kadar kızıp, öfkemden iyice kızarmış yüzüm ile odada volta atmaya başladım. Kızgınlığımdan suyu akvaryuma boşaltmaya devam ettim. Ben döktükçe o yalvardı ve bu durum o kadar çok hoşuma gidiyordu ki elektriğin ayak parmaklarından her bir saç teline kadar olan dansını gözlerimi kırpmadan izledim. Abimin de canı bu kadar yanmış mıydı? Eminim ki yattığı yerden beni izliyor ve gurur duyuyordur.
Kafası göğsüne düşünce panik içinde fırlayıp fişi çektim ve nabzını tutarak nefes alıp almadığını kontrol ettim. Neyse ki ölmemişti. Ölümü bu kadar çabuk olamazdı. Sonra baktım ki yaşıyor ve benimle konuşacak hali yok bende ağzını tekrar bantladım. Çıkarken kapıyı kilitledim ve aşağıya indim. Artık huzur içinde uyuyabilirdim.
Telefonumun sesiyle uyandım. Uzanıp masanın üzerindeki telefonu aldım. Uyuklayan bir sesle fundaya cevap verdim.
- Efendim.
- Hala uyuyor musun sen. Saat 11.30 bilmem farkında mısın?
- Gerçekten mi? Çoktan uyanmış olmalıydım. İlk defa bu kadar çok uyuduğumu görüyorum. Ama hala deli gibi uykum var.
- Hayır uyuma sakın. Hem misafirin yok mu senin?
- Misafir?
- Batu'dan bahsediyorum. Gece gelmedi mi?
- Söz vermesine rağmen gelmedi. Bende zaten onu beklerken uyuya kalmışım.
- Neden gelmedi ki ? ara sor bakalım.
- Tamam ararım belki de evi bulamamış bir otelde kalmış olabilir. Saat geç oldu diye de beni aramamıştır.
- Olabilir. Neyse kalk kahvaltı falan yap birkaç saate geliriz Büşra ile.
- Tamam canım görüşürüz.
Kalktım elimi yüzümü yıkayıp mutfağa gittim. Kendime kahve yaparken Batu'yu aradım çaldı ama açmadı. Tezgahın üzerindeki gazeteyi elime alıp kahvemle birlikte pancere önündeki koltuğa yerleştim. Bu benim sabah keyfimdir. Günde sadece iki kez kahve içerim. Biri mutlaka sabahları olur. Gazetede üçüncü sayfaya gelince moralimi bozan bir haberi gördüm:
- Kadın yanarak öldü.
Tadım kaçtı. Haliyle kahvenin de tadı kaçtı, son aldığım yudum fazla acı geldi. Fincanı sehpaya bırakıp haberi dikkatle okudum. Bu aralar, ölümler çoğalmıştı. İnsan öldürmenin bedeli gittikçe ucuzluyordu. Gazeteyi bırakıp boş bakan gözlerle sokağı seyrettim. Gördüklerim neydi fark bile etmedim. Uzun bir tarih zihnimden geçti. Kim bilir kaç ölüm haberi yapmıştık biz muhabirler.
Bir zaman sonra silkinip kendime geldim. Acılara rağmen hayat devam ediyordu. Benimde yapılacak bir dolu işim vardı. En basitinden az sonra kızlar gelecek ve haber yapmaya gidecektik. Odama gittim üstü değiştirip kameramı çantama koydum. Kapı çaldı kızlar gelmişti. Arabaya binmemle yola devam ettik.
Göz doktorunun binasının önünde küçük bir kulübe vardı. İçerden bir ses
- Doktor Atike Şahin ile mi görüşmeye geldiniz? dedi.
Bizde hep bir ağızdan evet diye karşılık verdik. Adam onu izlememizi söyleyip –soğuk bir tavırla- yürümeye başladı. İçeri girdik, asansöre binip 3. Kata çıktık. Asansör kapısının karşısında bizi bekleyen bir sekreter vardı. Hoş geldiniz edasıyla bize bakıp doktorun kapısını açtı. İçerde hasta vardı. Gözlerinde göz kelepçesi takılı öyle etrafa bakıyordu. Doktor bizi görünce
- Hoş geldiniz bende sizleri bekliyordum.. içeri odaya geçin, mecbur bekleteceğim sizi hastam var gördüğünüz gibi.
Onaylayıp odaya girdik. Küçük bir bölümü mutfak gibiydi. Kahve hazırlamak niyetiyle oraya yöneldim. Her çeşit çay vardı ama karıştırdığım hiçbir yerde kahveye rastlamadım. Demek kahve içmeyen insanlarda oluyordu. Sağlığına düşkün biri olduğu kutu kutu sıralı vitamin haplarından, sağlıklı içeceklerden, yulaf ezmelerinden ve her şeyden önemlisi kırk küsür yaşına rağmen dümdüz karnından belliydi. Kendime bir limonlu çay poşeti seçip altın yaldızlı, kobalt mavisi fincanlardan birine attım. Sıcak suyu tam doldurmadım. Poşeti biraz bekletip, rahat içmek için üstüne ılık su ilave ettim. Fincanı elime alıp kızların yanına gittim. Büyük bir dolaba bakıyorlardı. Rafların her biri farklı şeylerle doluydu. En üst rafta kalın ciltlerden oluşan kitaplar vardı. Hep istemişimdir böyle bir kitaplığım olsun. Diğer raflarda ise küçüklü büyüklü şişeler içinde ilaçlar, antiseptik sular, asitler, kloroformlar ve daha bir çok madde vardı. Biz böyle bunlara bakarken doktorun hastası gitti ve doktor bize ayıracağı boş vakte sahip oldu. Habere başladık gerekli soruları sorup gerekli fotoğrafları çektikten sonra oradan ayrıldık. Haber boyunca ilgimi en çok çeken şey ise doktorun ilk göz naklini kendi annesine yapmış olmasıydı.
Hiç adil bir yer değildi dünya. Bazıları sevdiklerine hayat verirken, bazıları ise sevdiklerine hayatları boyunca unutamayacakları acılar veriyordu. Tıpkı abim gibi. Oradan ayrıldıktan sonra Büşra ve Funda ajansa yaptığımız haberi götürmeye gittiler. Ben ise bir taksiye atlayıp evimin en yakınındaki bir markete girdim. Mutfağın çok eksiği vardı. Gözüme ne çarptıysa koydum sepete . Ödemeyi yapıp evin yolunu tuttum. Bizim mahalle yokuş yukarıydı. Zar zor çıktım elerim dolu olduğu için. Yol kenarındaki bir banka oturdum. Dizlerimin bağı çözülmüştü sanki şu kadarcık yolda bile. Sonra ben böyle derin derin nefes alıp verirken bir eskici geldi sokağın başına. Yüzü çok tanıdıktı. O bana doğru attığı her adımında ben de onu nereden tanıdığımı, kim olduğunu, adını, her zaman ki gülümsemesini hatırladım. Hiç farkında olmadan yüksek sesle;
- İnanmıyorum yıllar sonra tekrar karşılaştık...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİŞİLİK BÖLÜNMESİ
Mystery / ThrillerGece farklı gündüz farklı kişi...Bilinmeden işlenen cinayetler...Farklı ölümler...Bozuk bir psikoloji...Kardeşlikten katilliğe terfi...