AZAP

25 3 0
                                    

medya: Mia (Iga Wysocka)

***********

Ellerime baktım, tutmakta olduğum cenazeden kalma ölüm ilanını inceledim. Bir tireyle ayrılan annemin doğum ve ölüm tarihi çok zarif bir fontla ön tarafa yazılmıştı. Bu kadar kısa bir yazının tüm hayatını anlatması gerçeğiyle yüzümü buruşturdum.

Tam ilanı montumun iç cebine rahatça yerleştirdiğim sırada bir otobüs etrafa çamur sıçratarak yavaşça önümde durdu. Kapı açıldı, ama kafamı kaldırıp bakmadım. kaldırıma ayak basan yolcuların sesleride gelmiyordu. komşularım toplu taşıma araçlarına pek fazla ihtiyaç duymuyorlardı. özelliklede akşamın bu saatinde. yolcular civardaki devasa evlerde çalışan hizmetlilerdi.

"bayan?" otobüs şoförü dikkatimi çekmek için boğazını temizledi, fakat onu tanıyamayınca otobüsün kapısı kapandı. hava freni boşaldı ve otobüs yavaşça uzaklaştı. Bütün gün olup biten hiçbir şeyi düşünmemeye çalışıyordum, ama yaşananlar beni ele geçirmişti.

Aynen küçük bir çocukken yaptığım gibi, rahatlamak için öne arkaya sallandım. Tabutunda kıvrılan elleriyle yatan annemi hatırlatan sıcak şeftali rengi parmaklarımdan çoktan çıkmıştı.

Buz gibi soğuk havanın ciğerlerimi doldurmasıyla göğsümün ağırlaştığını hissettim. beklemekte olan hıçkırıklarım kendilerini göstermek için bir yol bulmuş gibiydiler. kısa süre sonra daha fazla ağlamayacağımı düşünmüş ve bedenim devam edemeyecek kadar yorgun düşmeden önce, daha ne kadar acıya dayanmam gerektiğini merak etmiştim.

"Soğuk bir gece hı?" burnumu çekip yanıma oturmaya hazırlanan adama sinirli bir bakış attım. yaklaştığını duymamıştım. ellerini birbirine sürterek avuç içlerine doğru üfleyip güven verici bir şekilde gülümsedi. "Sanırım" diye cevap verdim. saatine bakarak içini çekti. "kahretsin" diye mırıldandı. "sanırım son otobüsü kaçırdık" siyah ceketinden telefonunu çıkarıp bir numara tuşladı. Biriyle konuştuktan sonra bir taksi istedi. "taksiyi paylaşmak istermisin?" aniden şüpheyle ona baktım. yüz ifademi görmek için bir kaşını kaldırınca, siyah gözleri kısıldı. eminim bir akıl hastası gibi görünüyordum. ve oda yaptığı teklifle ilgili yeniden düşünüyordu. Birden bire montumdan iliklerime kadar işleyen kış soğuğunu hissedip kollarımı birbirine kenetledim. Okula geri dönmeliydim. hala bitirmem gereken bir ödevim vardı. "evet teşekkür ederim" derken sesim çatallaşmıştı. sessizlikle geçen garip bir andan sonra, adam yeniden konuştu. "buralardamı çalışıyorsun?" "hayır" konuşmayı sürdürmek için fazla kararsızdım, ama diğer taraftanda merak içindeydim. "sen?" "evet."

Çok garip hiçte buralarda çalışan birine benzemiyordu. göz ucuyla saatine baktım. kesinlikle bir çalışan değildi. "ne iş yapıyorsun?" hemen cevap vermedi. "ben...ev güvenlik sektöründeyim." derken başını salladı, sanki kendi söylediğini onaylıyor gibiydi. "öğrenciyim" diyerek karşılık verdim. titreyen sesimi düzeltmeye çalışarak

Anlayamadığım bir şekilde bana baktıktan sonra yine önüne döndü. benden büyüktü, ama en fazla dört yada 5 yaş kadar. kim olduğumu bilip bilmediğini merak ettim. Gözlerinde tanıdık bir ifade vardı, fakat bunun anlamını bilmiyordum. cep telefonu titreyince gelen mesajı okumak için telefonu açtı. bir şeyler gizlemeye çalışıyor gibiydi ve cevap vermeden telefonu kapatıp montunun iç cebine koydu. taksi geldiğinde benim için kapıyı açıp kendisi sürücünün arkasına otururken, ben en uzak köşeye geçtim. "nereye?" diye sordu sürücü gırtlağından çıkan boğuk bir sesle "Black Üniversitesi lütfen" diye bilgi verdim."hı hı...aynı yeremi gidiyorsunuz?" "Hayır" dedi aniden ortaya çıkan yol arkadaşım.

Adresini söylemekten özenle kaçınması dikkatimi çekmişti. garipti. belkide garip falan değildi, belkide onun hakkında itiraf etmek isteyeceğimden daha fazla meraklanmıştım. o an hiçbir şey düşünmediğimi fark ettim. bu yabancının beni bilinçsizce oyalamasına minnettardım. "Bu arada ben Edward" diyerek gülümsedi elini bana uzatırken "Mia"

"Aman tanrım, ellerin buz gibi!" dedi elleriyle ellerimi sıkıca tutarak. yüzündeki olağanüstü sıcak gülümsemeyi fark edince ellerimi geri çektim. bir süre onu izledim, tehlikede olabileceğimi söyleyen iç sesimi dinledim, fakat hissettiğim tek şey meraktı. yaptığı şeyin farkına varıp "ben çok özür dilerim amacım o değildi"

"önemli değil." saçlarımı kulağımın arkasına atıp camdan dışarıya bakmaya başladım. dışarıda rüzgar kuvvetlice esiyor, kar tanelerini oradan oraya uçuruyordu. görüntü Daha da çok üşümeme sebep olunca sımsıkı montuma sarıldım. "Black hı?" diye sordu Edward. cep telefonu cebindeyken titreyince yeniden çıkardı telefonunu. kafamı salladım "Black" bana bakmaya devam ettiğinden, daha fazlasını söyledim. "İşletme Bölümü" gözlerimiz buluşunca istenmeyen misafirden kaynaklanan gerginliğin kalanıda yok olup gitti. ağladığımı yeni fark etmiş gibi görünüyordu sanki "iyi misin?"

Kafamı aşağı eğip parmaklarımla oynamaya başladım. "annemi bugün gömdük." birden, bu kadar kişisel bir şeyi neden bir yabancıyla paylaştığımı bilmediğimi fark ettim. "yakındınız." dedi Edward. bir sorudan çok bir açıklamaydı.

Gözlerinde bana acıyan bir ifade görmeyi bekliyordum, ama hiçte öyle bakmıyordu. Rahatlayarak gülümsemiş ve karşılığında da ağzının kenarının yukarı kıvrıldığı bir gülümseme aldım. işte o zaman hoş bir suratının olduğunu fark ettim. aslında yüzü hoş olmaktan çok daha fazlasıydı ve ben bunu yeni fark ediyordum. O, oldukça çekiciydi, gerçekten...

"Nerede kalıyorsun?" diye ciyakladı taksi şoförü. Gözlerimi Edward'dan ayırıp Yurdumun olduğu yeri gösterdim. "Doğu Andrews Yurdu" taksi durduğunda Edward kendiliğinden aşağı indi. Kapısı kapanır kapanmaz benimkini açmıştı. "teşekkür ederim" dedim. "tanıştığıma memnun oldum Mia" sözlerinde tarif edemediğim bir şeyler vardı. Kibarlık ve hatta içtenliğin de ötesinde, inançla konuşuyordu.

kafamı sallayıp yurduma doğru adım attım. taksiye binmeden önce bana bir kez daha gülümsemek için durdu ve haftalardır ilk kez boşluktan daha farklı bir şey hissettim. taksinin gidişini izledikten sonra, rüzgara karşı dönüp Yurduma yürüdüm.

odama girip de aynada nasıl göründüğümü fark ettiğimde güçlükle nefes alabildim. Ah tanrım! Edward'ın bana eşlik etmeye kendini mecbur hissetmiş olduğuna şüphe yoktu. bir sonraki dozu almak için geç kalan umutsuzluk içinde evsiz bir bağımlı gibi görünüyordum. Hemen yüzüme yapışan saçlarımı yüzümden uzaklaştırarak bol bir topuz yaptım. lavaboya gidip yüzüme bulaşan maskarayla benek benek olmuş fondöteni temizledim.

kaşlarımı çatarak Telefonumu montumun cebinden hızla çıkarıp babamı aradım. "Mia?" diye cevap verdi. "odamdayım baba." iç çekti. "güzel. otobüsle gitmeni sevmediğimi biliyorsun. Robert seni bırakabilirdi. sana bugün verdiğim ilaçlardan iki tane al, tamam mı? uyumanı sağlayacaklar." Gözlerimi devirdim. babam Newyork'ta eczaneye en çok giden insan. "büyük ihtimalle kafam yastığa değdiği an uyuyacağım." tamamen doğru olmasa bile özel eczacımı geri çekilmeye ikna etmişti. "pekala tatlım, iyi geceler."

yurtta  Odam olduğundan daha küçük görünüyordu. Benim tarafımda olan beyaz duvarlar acınası bir şekilde boştu. İzlendiğimi hissederek oda arkadaşımın olduğu tarafa baktım. odanın ona ait kısımları oyuncak ayı posterleri ve tuttuğu takımın renkleriyle doluydu. Bana ait tek süs eşyası, daha birkaç ay önce lise Mezuniyetimde çektirdiğimiz baş ucumda duran aile fotoğrafıydı.

"baban nasıl?" diye sordu Jessy bebek pembesi yorganın altından.

"O...Üzgün."
"Sen nasılsın?"
"Aynı." iç çektim. inandırıcı ses tonum Jessy'i rahatlatmış gibi görünüyordu. pijamalarımı giyerken uykuya daldığını fark ettim. yatağa oturup yastığıma sarıldım. düşüncelerim bir anda son birkaç saate kaydı. Edward'ın gülümsemesi aklımı bir süre meşgul etti, fakat hemen sonra kendimi cenazeyi yeniden düşünürken bulmuştum. yatağa uzanıp dizilerimi kendime çektim ve ağlarken ses çıkarmamaya çalıştım. bilincim kapanıp uykuya yenik düşerken, eziyet verici azap yerini rahatlığa bırakmıştı...

KARANLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin