Diriliş / 1

131 5 4
                                    

Karanlık perde yeniden iniyordu...

Göğün ikinci savaşı zamanından evvel başlayacak gibi görünüyordu. İçleri tıka basa karanlıkla doyurulmuş bulutlar önüne çıkan her şeyi sindirmeye hazırlanan bir zümre halinde ilerliyordu. Görünen o ki bu heybet karşısında, kendine olan özgüvenini yitirmişti güneş. Günün halsizliği omuzlarında tonlarca yüke dönüşmüş gittikçe aşağılara itikliyordu onu. Bununla beraber müthiş bir hava hareketliliği baş göstermişti. Rüzgar pamuksu bulutları sivri pençeleri ile paramparça ederek ufak lokmalara bölüyor, karanlığın kolayca öğütmesi için var gücüyle çalışıyordu. Güneşten arta kalanları iştahla yutarken, bir yandan da yeryüzünü gölgelere boğarak galibiyetini perçinliyordu karanlık. Fırtınanın yaklaştığına işaret eden bu fevri değişim insanları da telaşa sokmuştu. Öylesine ölçüsüz bir kudretle dolup taşmıştı ki karanlığın göğsü, daimî bir saltanata doğru yelken açmıştı sanki bugün.

Bu, son düşüşü olabilir miydi güneşin?

Şehir merkezinden bir hayli uzaktaydılar. Kendilerine ait olan iki katlı binanın çatısındaydılar. Epeyce yaşlı olan yapının dış cephesi yabani sarmaşıklara yenik düşmüştü. Bakımsızlıktan yavaş yavaş dökülüyordu ancak hiçbir yer bu döküntü kadar güvende hissettiremezdi onları. Vakitlice düşünülüp tasarlanmış olan bu bina ormanın içine gömülmüş bir kötülük yuvasıydı muhakkak. Gerek barındırdığı teçhizat, gerekse gizlenmiş acil çıkışları ile mükemmel imkanlara sahipti. Ölümün kıyısında, ıssızlığın ortasında kaybolan bu bölgeyi en ince ayrıntısına varana dek ezbere tanıyorlardı; toprağını, taşını, kuşları, böcekleri. Evin büyüklüğü ile paralel olarak çatı da epeyce genişti. Uzak olmasına karşın şehir ayaklarının altına seriliydi sanki. Haşmetli yapıların göz alıcı ışıkları altında süregelen bir hareketlilik. Onların haricinde bu beyhude yaşam koşuşturmacasının farkında olanlar da var mıydı acaba?

Derinliği yarım metreyi aşmayan bir çökük vardı çatıda. Daha evvel tasarlanarak özel olarak yaptırıldığı belli olan bu çöküğün hemen yanındaydı kara kaplı tabut. Onu helikopterle kendi bölgelerine taşımak bir saatten fazla sürmesine rağmen kapağı açmaya cüret edememişlerdi. Şimdi tabutun çevresinde halka oluşturmuş, her ayrıntısını inceliyorlardı sahiciliğinden şüphe duyan gözlerle. Belki de her günü bu anı tahayyül etmekle geçirmişlerdi fakat işi gerçeğe dökmeye gelince hepsi düğümlenmişti. Şan onlarla olsa bu düğümü çözebilirdi fakat hem yapılacaklar listesinde bekleyen bir sürü görev sayıp dökmüş hem de yüreğinin bu denli bir coşkuya dayanacak kadar kuvvetli olmadığını belirttikten sonra helikopterine atlayıp sıvışmıştı ordan. Kendi kaderleri ile baş başa kalmışlardı.

Nihayetinde İkra bu ezeli bekleyişe bir son vermek için harekete geçti. Tabutun yanına yaklaştı ve iki eliyle kalın kapağını itmeye hazırlandı. Tabutun diğer tarafında yer alan Alya ve Asutay hemen geri çekildi. İlk başta sertçe itmesi yeterli olmuştu, ardından kendiliğinden kayarak açılmıştı kapak. Merakla yanaştılar ve tabutun içini pür dikkat incelediler. Kılıç göz kamaştırıcı bir ışıltı saçarken; dağınık, ufalanmış insan kemiklerinin aksine hâlâ dipdiri, nefes alan bir cisimdi adeta. Üzerine bilmedikleri bir dile ait harfler işlenmişti.

éx&£

Süs niyeti taşımadığını bildikleri bu işaretlerin hangi alfabeyle yazıldığını tahmin edebiliyorlardı. Ancak zamanın silgisi belleklerindeki birçok bilgi gibi bu eski dilin de üzerinden geçmişti. Taşıdığı anlamı kim bilebilirdi ki, bildiklerini de yıllar evvel yanında götüren keskin kılıcın sahibinden başka. Kılıcın büyüsüne kapılmış bir halde anlamını tefsir etmeye çalışıyorlardı.

Bir an evvel bu gevşeklikten yakayı kurtarıp seri hareket etmeleri şarttı. Kayra bunu kendine hatırlatarak derhal tabutun baş kısmına geçti. İkra ona yardımcı olmak için bir hamlede yanında bitiverdi. İkisi birlikte itekleyince, yaklaşık aynı ebatlarda olan çöküğün içine oturdu tabut. Herkesin nasıl hareket edeceği önceden belirlendiği için belirtmeye lüzum görmeden ilerledi Kayra. Çatıya açılan merdivenden inerek kayboldular.

Döndüklerinde yalnız değillerdi.

Ağızları, gözleri ve elleri sıkıca bağlanmış birer tutsak vardı yanlarında. Tutsaklardan üçünün cinsiyeti erkek, yalnızca bir tanesi kadındı. Kim bilir ne kadar zamandır hayal dahi edilemeyecek kadar berbat şartlarda hayatta kalmaya çalışmışlardı? Oldukça uzun bir süredir esaret yaşıyor olmalıydılar ki her biri canlı bir cenazeden ibaretti. Yürümeye takatleri kalmadığı halde gaddarca itekleniyordu zavallılar.

Kayra ve Alya tutsaklarıyla beraber tabutun sağ tarafında yerlerini aldılar. İkra da tabutun diğer tarafında hazırdı fakat Asutay hem onlar gibi otoriter hem de merhametsiz olmayı başaramadığı için geride kalmıştı. Kolundan şefkatle tuttuğu orta yaşlı adamın kulağına korkmaması için fısıldıyordu. Nihayetinde o da yerini alarak İkra'nın yanındaki boşluğu doldurmuştu. Omuzlarından baskı uygulayarak zorbalıkla dizleri üzerine çökmeye zorladılar onları. Yalnızca Asutay rica ederek uygulatmıştı bunu tutsağına. Şimdi, zindancıların merhametsiz elleri altında titreşiyordu biçare tutsaklar. Varsayımları haricinde henüz olan biten hiçbirşeyin farkında değillerdi. Neden burada olduklarına ve hangi amaçla alıkoyulduklarına dair herhangi bir fikirleri yoktu. Esas korktukları da öğrenmekti zaten. Ne yazık ki dilemedikleri kadar yakın bir süre içinde bizzat öğreneceklerdi.

İlk davranan Kayra oldu. Hançeri sol avcunun içine yerleştirdi ve tereddütsüz çekiverdi. Avcunda açılan kesikten dışarı taşan kanla boyanırken hançeri, yüzünde acının zerresi yoktu. Diğerleri de onun bu akıl almaz eylemini taklit ettiler.

Akıtıyoruz kanlarımızı senin için,

Sunuyoruz mahkumları Ruh'un için,

Bu senin kefaretin, senin Dirilişin

Ardına dek açılsın kapıları Cehennemin

Bir şimşek çaktı ve hemen ardından ikiye yararcasına göğü inleten bir gürültü koptu. Açık açık birer kurban olduklarını duyuran bu kanlı sözlere bir de gök gürültüsü eklenince hat safhaya yükseldi tutsakların dehşeti. Ayağa kalkmaya yeltendiler ancak bedenlerinde var olan tüm gücü sarf etmelerine rağmen, tepelerinde dikilen bu akbabaların gücü onlarınkini bastırıyordu. Bağırmaya uğraşıyorlardı fakat boğuk seslerini kendileri dahi işitemiyordu. Nafile çırpınışlarına devam ederek güçlerini israf etmekle kalmıyor, kendilerine de zarar veriyorlardı. Sımsıkı bağlanan ellerini çözmeye uğraştıkça, ipler bıçak gibi doğruyordu bileklerini. Burada onlara tanınan tek serbestlik Tanrı'ya dilediklerince yakarmaktı ancak olası bir azat için değil, geçmiş günahlarına af dilenmek içindi o da. Çırpınmaktan caydıkları vakit umutları da yere düşüp kırıldı. Burası bir adak yamacı, onlar ise birer kurbanlıktı. İşlemedikleri bir günahın kefaretini ödeyeceklerdi.

Kardeşler, kanlı elleri ile kurbanların saçlarını sıkıca kavradılar ve başlarını geriye doğru çekiştirdiler. O vakit uyandı kurbanlıkların korkuları. Bir avuç sadist tarafından gerçekleştirilen bir ayinin içine düştüklerini anladılar. Kuşkusuz köhne inançları uğruna kurban vermek içindi bunca uğraş. Saçma bir inanış için bu kasaplar tarafından hayvan gibi doğranmak istemiyorlardı ve hiçbir fayda sağlamadığı halde çırpınıyorlardı. Gözlerini saran bağlar gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Günahsız yürekleri, uyduruk bir günahla lekelenmişti. Keskin metalin soğukluğunu boğazlarında hissettikleri vakit, teslimiyet sancağını çoktan çekmişlerdi. Sadistlerin kanlarıyla boyalı ıslak hançerlerin soğukluğu bedenlerinin en ücra köşelerine dek ulaştı. Boğazlarında açılan derin kesikten fışkıran sıvıyla kavruldular. Rüzgar yoğun kan kokusunu alarak tüm ormana dağıttı. Kardeşler, kurbanların damarlarından boşalan taze kanı tabutun içine akıttılar.

Yaman bir rüzgar kamçıladı esmer bulutları.

Ecel, son nefeslerine dek kucakladı kurbanlıkları.

Güneşin kanıyla dolu kadehlerle besleyip;

Şımarttı galip geceyi Karanlık Diriliş.



Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 16, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

2Ruh (Basılı Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin