Arayış / 2

150 11 0
                                    


Doğanın ellerine bırakılmış ıssız bir bölge...

Sıradağların art arta dizildiği, yüksek boylu ağaçlardan oluşan gür bir ormanla kaplıydı. Yer yer toprağa açılıyor, yer yer sık bitki örtüsüyle kapanıyordu orman. Toprak kızıla çalan bir kahverengindeydi ve o kadar gevşekti ki izinsiz ayak basanları tereddütsüz yutabilirdi. Gözlerden ırak bu bölgeyi öylesine istila emişti ki ağaçlar; ne gün ışığı sızıyor, ne yol geçiyor, ne kuşlar cıvıldıyor, ne de yaşayan bir hayvan görünüyordu civarda. Buraya en yakın yerleşim bölgesi bile kilometrelerce ötedeydi. Ormanın müptela olduğu elzemler, durağanlık ve sessizlikti fakat bu vasat değerler de koparılmıştı ondan.

Günler, belki de haftalar önce fark edilir bir sıklıkla helikopterler dönmeye başlamıştı bölgenin üzerinde. Bunun ardından iki ayaklılarla tanışmışlardı. Önceleri onların oldukça kifayetsiz yaratıldığına dair hemfikir olmuşlar fakat toprakları üzerinde inşaya başladıkları andan itibaren bu kibirlerini ağır ödemişlerdi. Şimdi ise onların bu zamana dek şahit oldukları en tehlikeli, en kudretli ve engin bir yok etme yetkisine sahip canavarlar olarak yaratıldıklarını kavramışlardı. Ne de olsa insanoğluydu o.

Bugün ise, yirminin üzerinde insanın canına mal olan bir kasırga geçmişti ormanın içinden. Daha evvel inşa edilmek için bazı ağaçların hayatına son veren bu yapı, küçük bir karargahtı. Asıl amaç gizli bir kabristan inşa etmekti fakat yılmadan izlerini süren mezar hırsızları yüzünden bazı tedbirler almaları gerekmişti. Oysa ne kabristanı çevreleyen duvarlar, ne de karargahı korumakla görevlendirilen askerler işe yaramıştı. İnşa ettikleri kabristan kendilerine mezar olmuştu. Aralarında yalnızca bir kaç tane yaşı geçkin rütbeli asker vardı. Yirmi ila otuz yaşlarını aşmayan bu genç mağdurların taptaze kanını içmekten pek de rahatsız sayılmazdı toprak.

Hala nefes alıyordu içlerinden biri.

Ağır yaralanmıştı ve kanaması yoğundu. Kendi kanında yüzen genç asker inlememek için dişlerini sıktı ve hayatta olduğunu belli etmemeye çabalayarak, mümkün olduğunca yavaş hareket etti. Kandan yapış yapış olan topraklı eliyle telsize uzandı. Elindeki kan telsize bulaştı. Bu ufak hareket ıstırabını öylesine yüceltti ki neredeyse iç içe geçecekti sıktığı dişleri. Nefes alışı giderek zayıflıyordu. Gözlerinden akan yaşa çektiği ıstırabın mı yoksa ölüm korkusunun mu neden olduğunu kendisi de kestiremiyordu. Tek düşünebildiği, ruhunu teslim etmeden evvel son meşgalesini başarıyla tamamlayabilmekti.

Ve birdenbire üzerini örtüverdi koyu bir gölge.

Son verdi, mutlak başarması gereken bu göreve.

Kaburgasına aldığı sert darbe ile kırılan kemikleri çatırdadı. Katilin tekmesiyle beraber, telsiz de fırlayıp gitti elinden. Ayaklarının önüne yuvarlanan cesedi çiğnedi Alya. Sadık bir asker olmanın mükafatını, böylesi küstah bir ölümle almıştı. Ayağını cesedin üzerinden çekti. Dizlerine dek uzanan siyah çizmeleri kırmızı kanlarla lekelenmişti. Askeri onun önüne tekmeleyen İkra'ya baktı. Öfke ile sapladığı bir kılıç telsizi parçalara ayırdı.

Ağaçların gölgeleri dahi ölülerin üzerlerini örtüyor ve hiç değilse değerleri uğrunda can veren askerlerden saygıyı esirgemiyorlardı. Karargahı ceset bahçesine çeviren, o kadar askeri acımasızca öldüren cellatlar hala terk etmemişlerdi bölgeyi. Cesetlerin arasında, yere saçtıkları kanların üzerine basmaktan rahatsızlık duymayarak geziniyorlardı. Öylesine hakirdi ki bu insanlar onların gözünde ne kirli kanları, ne de adî cesetleri ezilmeye layıktı ayaklarının altında. Zemin kanlı ayak izleriyle süslenerek yeni bir motif kazanmıştı.

2Ruh (Basılı Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin