Her zaman olduğu gibi kâbuslarla uyandı Mersâ. Alnında ki ter damlacıkları güneş ışığıyla parlıyordu, siyah ve mat saçları dağılmıştı, bir kaç teli yastığın üzerindeydi. Stresten, diyordu doktor, iyi şeyler, düşünürsen her şey iyi olur.
Bunlar için o kadar çabaladı ki Mersâ, artık iyiyi cümle içinde kullanmayı bile başaramıyordu. Kâbusları bile izin vermiyordu buna."Anne.. Anne beni bırakma.
Gitme anne..
Baba, baba yapma yalvarıyorum.
Baba!"Her gece bunları sayıklıyordu Mersâ ve her gece aynı kâbusu görüyordu. Çocukluğunu. Yatağın içinde doğruluğunda geçmişi unutamadığını anımsadı tekrar, o yüzden dün gece eteklerine kanlı elleriyle yapışan kız çocuğu şu an yanındaydı. Uyuyordu. Dünyadan habersiz. Belki de dün geceden habersiz.
Şokun etkisiyle babasını öldürdüğünü hatırlamayabilirdi, belki Mersâ'nın onu kaçırdığını düşünecek ve eve gitmek için yalvaracaktı. Çocuktu o, çocuklar yaralarını çabuk unutur ve oynamaya devam ederdi.
Ama Mersâ unutamamıştı, kanayan yaralarını yavaş yavaş sararken, hayatın köşe kapmacasını hala uzaktan izliyordu.. . .
Şara gözlerini bir evin içinde açtığı için mutluydu. Karakolda olabilirdi ya da parmaklıkların arkasında. Çocuktu ama ne yaptığının farkındaydı. Babası annesini vurmuştu, o da babasını. Her şey karşılıklı bu dünyada, derdi babası. Küçük Şara'da ona yıllardır hak ettiği karşılığı vermişti. Sonucunu ağır ödeyecekti ama buna değmişti. Parmaklarını yüzüne götürdüğünde, ıslaklık hissetti, ağlıyordu. Çocuklar hep ağlardı. Yere düştüklerinde, küstüklerinde, korktuklarında. Şara'da yere düşmüştü. Annesinin cansız bedeni canlanmıştı, oniki yıllık gözlerinde. Sol yanına bir sızı düştü. Babasını öldürmüştü evet ama ölüm gerçeğiyle ilk defa dün gece tanışmıştı Şara.
İrkilerek ağlamasını kesti Şara, yanında dün gece onu evine alan kadının olduğununun farkında bile değildi. Kadından daha çok ona merhametle ve sevgiyle bakan bir çift göz gördü karşısında. Ona bu duyguyla son bakan kişi, dün gece evlerinin salonunda tek kurşunla can veren annesiydi. Biraz daha ezildi sol yanında bir şeyler. Çocuktu, ağlayabilirdi. Kimse yadırgamazdı onu, hatta kimse anlamazdı. Ama o annesinden hep güçlü durmayı öğrendiği için aciz duruşuyla annesine ihanet edebileceğini düşündü. Gözyaşlarını yüreğine akıttı, hıçkırıklarını susturdu.
Mersâ'ya döndü, teşekkürler, dedi. Başka bir şey diyemezdi. Ona cidden minnettardı ama korkuyordu. Gitmeliydi bu evden ve kendi başının çaresine bakmalıydı.. . .
İçine girdiği düşüncelerden kurtulan Mersâ, yanında ki meleği sessiz sedasız izlemeye başladı. Adını bilmiyordu, yaşını bilmiyordu. Sadece dün gece ki korkmuş haliyle "yardım et bana" demesini hatırlıyordu, o da şu an yanında yatması için dünyanın tüm kanunlarından daha geçerli bir sebepti.
Mersâ onu izlerken, küçük meleğin uyandığını fark etti. Ağlıyordu. Belki de dün gece olanları hatırlamış ve korkmuştu. Bu düşüncelerle, ellerini meleğin gözyaşlarını silmek için uzattığında gözgöze geldiler.
Melek, yemyeşil gözleriyle Mersâ'ya bakarken, Mersâ'nın nutku tutulmuştu. Onun cidden kanatsız bir melek olduğunu düşündü, çok güzel bir çocuktu.
Gözlerinde kendisini gördü, merhamet ve sevgi dolu bakışlarını ayıramadı dakikalarca o melekten.
Melek dudaklarını oynattı, "teşekkürler" dedi. Gözlerinde korku ve gitme isteğiyle.
Mersâ, tebessüm etti, "küçük melek, beni bırakma" dercesine.