İçimde kara ormanlar yanacak, söndüremeyeceksin. Çünkü ben ne kadar yanarsam sen o kadar yakacaksın. Sadece beni değil. Kendini, sevdiklerini. Hepsini yakacaksın. Bunun tek bir sorumlusu olacak. O da yanlızca sen ve sen olacaksın.
Müzik bedenimin derinliklerine işlerken ritmine kaptırdım kendimi. Bu şarkılar, sesler ve notalar ne güzellikti.
Geliyor, gidiyor, yükseliyor ve alçalıyor. Sonunda yine harika ahenk ortaya çıkıyor. Susmak istiyor insan duydukları karşısında ama kara orman durmuyor.
"Dalmışsın yine kitap okurken."
Sesi farkedip yarım saattir bir arpa boyu sayfa ilerlemediğimi anladım. Aklımda dinmeyen sorular, bunlar ile birleşen ahenk varken susamıyordu sorularım.
"Ben çıkıyorum." Dedikten sonra elindeki kahve bardağına baktım. Havanın soğuk olduğu günlerde saatlerce kitap okurduk. O kahveye aşıktı. Ben de ona.
Değişmiştik ikimizde. O, çevresinde saygın olan bir iç mimar olmuştu. Ben ise hala üniversiteli genç kız. Artık birlikte kitap okumak yerine onun çizimlerini inceliyorduk. Her ne kadar bundan sıkılsam da tepki vermiyordum. Masaya koyduğu kahvelerin ardından çizimlerini düzeltti.
"Baksana bir. Şuraya bir dolap eklemek güzel olmaz mı?" Eli ile gösterdiği yere baktım. Olmazdı.
"Olabilir aslında. Hatta olur, niye olmasın." Kısaca geçiştirip çantamı topladım. O, hala çizimleri ile ilgilenirken bende mutfaktaki dağınıklığı toparladım. Üniversite yıllarında ki halimizi düşünmeden edemiyordum. Onun sorumsuzluğu ile başlayan ilişkimiz monotonlaşıyordu. Yaptığımız tek şey gözümüzü kapatıp daha ne kadar devam ettirebileceğimizi düşünmekti. Bunu bile bazen beceremiyorduk.
İşimi bitirince ona haber vererek çıktım. Söylediği tek şey 'görüşürüz' olmuştu. Dış kapıyı kapatırken yaşlı teyzeyi fark ettim. Karşı komşuydu ve Burak, onun sorunları olduğunu aynı zamanda olmamış şeyleri oluyormuş gibi anlattığını söylemişti. Ufak bir gülümseme ile yanından geçtim.
"Kızım!" merdivenden inerken arkamı dönmüştüm. Moralim bozuk olduğu için hiç konuşacak havamda değildim. Benim cevap vermeyeceğimi anladığın da tekrar konuştu.
"Acaba bu kolyeyi ağabeyine verir misin?" Harika, yine ağabey kardeş zannedilmiştik. Ben lafa girecekken konuşmasına devam etti. "Sanırım dün eve gelen kızın."
Beynimden vurulmuşa döndüğümde elindeki kolyeyi aldım. Göz yaşlarımı zor tutarken aldatılma ihtimalim aklıma geldi. Olamazdı, Burak bunu yapmış olamazdı. Hem bu teyzenin bana şizofreni olduğunu söylemişti. Bu kadar kolay bitiremeyecektim bu konuyu. Teyzeye cevap vermeden merdivenlerden inmiştim ve şuan göz yaşlarımı akıtarak sokakta yürüyordum. Uzun süre kimse ile konuşmak istemiyordum. Bu sebeple kütüphaneye gitmeyi tercih ettim. Kafamı topladığım bir çok yer varken kütüphanenin bana bu kadar cazip gelmesi sebepsizce gülümsetti beni. Şu durumda gülümsemek garip geliyordu fakat kitap gülümsetiyordu işte. Çünkü kitap bakana güzellik, okuyana mutluluk verirdi.
O yine masasındaydı. Oturduğu yerden kafasını kaldırıp bana baktı. Başım ile selamladıktan sonra yanından geçtim. İçeride ki masalardan birine oturduğumda onu karşımda bulmam uzun sürmemişti.
Fısıldayarak " O gün kitaplar ortadan kaybolduğunda haber verdiğin için teşekkür ederim." Dedi. Benim ile ne derdi olduğunu anlayamasam da konuşmak istediği belliydi. Fazla tenezzül etmemek istesem de onunla konuşmak iyi gelecekmiş gibi hissetmeden alamıyordum kendimi.
"Rica ederim. Pek de önemli sayılmaz yaptığım."
"Bu arada ben Acar."
"Simge." Kısaca cevaplamamın sebebi kitabımı okumak istememdi. Artık gitmeliydi ve bende bir an önce kitabıma dalmalıydım.
"Bir şey olursa ben masadayım." Ne gibi bir şey olabilir diye sormak istesem de bunun onu kırabileceği geldi aklıma. "Pekala." diyerek kestirip attım. O da fazla uzun sürmeden gitti yanımdan.
2 GÜN SONRA
İki gün geçmesine rağmen sormakta çekindiğim soruları bugün sormaya karar verdim. Ayağa kalkıp pencerenin kenarına geçtim.
"Karşıda oturan yaşlı teyze..." Soluklanıp kafasını bana çevirmesini bekledim. "Gerçekten şizofreni mi?"
"Evet." Dedikten sonra tekrar çizimlerine yoğunlaştı. Dikkatini hala veremediği belliydi. Konuşmak isteyerek sustuğunu anlıyordum. Çünkü onu çok iyi tanıyordum. Ayağa kalkıp yanıma geldi.
"Bir şey oldu ve bana anlatmıyorsun. Neden?"
Başımı ona çevirip çenemi kaşıdım. "Bir şey olmadı." Ona gülümsediğim de karşılık bekledim ama o aramızda ki mesafeyi azalttı ve beni kendine çevirdi. Gözlerime anlamsız bakarken çenemde ki elimi indirdim. Benim elimin yerine kendi elini koyarken daha da yaklaştı. Anlını anlıma koyduktan sonra gözlerini kapattı. Ben ise büyük bir dikkat ile nefes alış verişini dinledim. Ona ilk sarıldığımda kalbinin sesini duymuştum. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, yanlış bir şey yaptığımı bile düşündürmüştü bana. Fakat şimdi değil kalbi, nefes alış verişi bile düzenliydi.
"Beni sakın bırakma." Fısıltısı küçük çocukları andırıyordu. Aniden geri çekilmem ile dengesini kaybetti. Düşmek üzereyken onu tuttum. Aynı kalbime düşerken olduğu gibi.
Hasbelkader, hançer oldun kalbime.
Merhaba herkese :) Okuyan bir kaç kişi var diye umut ediyorum. Lütfen okuyanlar yorumlarını esirgemesin. Sizi seviyorum :))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarış : Kayıplarıyla Kazanan
Misterio / SuspensoKanatları vardı kuşun. Uçtu, uçtu ve seni buldu. Senin defterine kondu. Defterinden bir sayfayı gagasıyla aldı, götürdü. Göremedin ve ya görmek istemedin. Yoksa sen satır arasındaki katili bulamadın mı? Sensin, satır arası katili. Peki ya senin k...