won't tell a single soul that my soul's gone

5K 482 254
                                    

Sonunda annemi, üvey babamın diğer evlerinden birine taşınmaya ikna ettiğimde daha da rahatlamış hissediyordum. Bu ev gerçekten devasaydı ve beni oldukça korkutuyordu. Daha küçük bir evde daha mutlu olacaktım. Annem abartarak dairenin berbat olduğu hakkında bir şeyler zırvalamıştı ama o kadar da kötü durumda değildi. Yerlere döşeme yapılması gerekiyordu, perdeler de yenilenecekti. Ama oturma odası ve yatak odasındaki küçük penceler çok hoşuma gitmişti. Burası gerçekten hoştu ama tabi ki annemin evindeki lüksle boy ölçüşemezdi.

Belki de bu yüzden sevmiştim. Samimi geliyordu. Buradaki her şey bana aitti ve dolapları kendi eşyalarımla doldurana kadar kendi eşyalarımı ne kadar özlediğimi hiç fark etmemiştim. Emanet gibi durmuyorlardı artık. İhtiyacım olan tek şey dış ve iç kapıların kilitlerinin değiştirilmesiydi.

Ve, her şeyden önemlisi, Jongin bana Yixing ve Joonmyeon'un kafesinde bir çalışan arandığından bahsetmişti. Ertesi gün oraya neredeyse koşarak gitmiştim çünkü hiçbir şey yapmadan evde oturmaktan gerçekten bıkkınlık vericiydi. Sadece kafenin Oh şirketinin hemen yanında olması biraz canımı sıkıyordu.

O akşam kafeden en son ben çıkmıştım. Arabama binmek için park alanına girdiğimde Sehun jipinin motorunu kapattı ve penceresini açarak bana baktı. "Hey, vahşi şey! Böyle aranmaya çıkmış gibi nereye gidiyorsun?"

"Tanrı aşkına, belamı aradığım falan yok benim." Ellerimi ceketimin cebine sokarak arkamı döndüm. Gerçekten, onunla sadece bir gün karşılaşmasam olmaz mıydı yani? Tahammül sınırlarımı çoktan aşmıştı çünkü.

Arabasından çıkarak beni tepeden tırnağa süzerek hafifçe gülümsedi. "Saçların elektriklenmiş."

Saçlarımı hışımla düzeltirken Sehun'a iyice bakma fırsatı bulmuştum. Jipine yaslanmıştı, kolları göğsünde birleştirilmişti, saçları düzgünde taranmıştı ve uzun boyuyla Pierre Cardin takım elbisesinin içinde adeta bir tanrı gibiydi. O anda gözlerimi başka bir şeylere çevirmiştim çünkü nefesim kesilmişti. Ben ise.. sadece bendim işte. Normal kot bir pantolon giymiştim altıma. Üzerimde de buz mavisi bir tişört vardı. Belki de kirliydi bile, sadece umursamayacak kadar yorgun hissediyordum.

Saçlarımı düzgün bir şekle sokamamış olduğumdan dolayı sanırım, birkaç adım atarak karşıma dikildi. Ellerini saçlarıma daldırdığında içten bir kahkaha attı. Şaşırmıştım çünkü Sehun'u kahkaha atarken görmek zordu. En son kahkahasını ikimizde çocukken duymuştum. Annem beni cadılar bayramı için şirine kılığına soktuğunda. Mentollü sigara kokusu yüzüme vururken gözlerim kendiliğinden kapanmıştı.

"Şimdi daha iyi görünüyorsun." diye mırıldanırken yanımdan siktirip gitmesi için dua ediyordum. Ama duamın içinde bir sürü küfür geçtiği için muhtemelen Tanrı bana gözlerini falan devirecekti.

"Nasıl gidiyor?" Ellerini pantolonun cebine sokarak sordu.

"İyi." dedim isteksizce. Ses tonu kibardı ve ben olduğum yerde can vermek üzereydim. Oh Sehun'un üzerimde bıraktığı etki gerçekten bana karşı acımasızdı. "Sadece yeni dairemle uğraşıp duruyorum, kilitlerinin değiştirilmesi gerek."

"Neden? Biri içeri mi girmeye çalıştı?"

"Girip girmeyeceklerinden emin değilim, sadece güvende hissetmek için değiştirmek istiyorum."

"Tamirciyi falan aradın mı?"

"Aradım ama açmadı. Belki de kendim halletmeliyim." dedim sessizce. Ne kadar zor olabilirdi ki? Tek ihtiyacım olan şey matkap ve vida aletiydi.. galiba.

"Önümüzdeki günlerde sana bir aşçı gönderirim."

"Ne saçmalıyorsun?" dedim sinirlenerek.

skin // hunhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin