Haritalardan silinmiş bir şehrin içinde kayboldum.
Gibi hissediyorum. İçinde bulunduğum dünyada. Ait olmam gereken topraklarda. Akranlarımın benimsediği ülkede. Yaşadığım şehirde. İkamet ettiğim evde. Yattığım yatakta. Misafir gibi hissediyorum. Şu dünyanın neresinde durursam durayım, iğreti duruyorum. Fazla. Gereksiz. Yanlışlıkla buraya atılmış gibiyim. Kendimi ait hissettiğim hiçbir yer, hiçbir kimse, hiçbir yorgan altı yok. Neyim ben sorusu Alzheimer hastası bir insanın 2 dakikada bir aklına düşen benlik kaygısı gibi sürekli içimi kemiriyor. Sorgularken boğuluyorum. Sorularım mantıklı, cevaplarım gereksiz oluyor. İçinde boğulduğum bu denizde henüz boy bile veremedim. Sanırım ben berbat bir yüzücüyüm. Aklım, bir ağaca takılmış uçurtmaya benziyor, malum benden beş karış havada. Belki kendim duymam diye geceleri bu yalnız evimde sessiz sessiz ağlıyorum ve her seferinde kendi hıçkırıklarıma uyanıyorum. İnsan içine çıkabilmek için yasal olmayan bir kimlik edindim. Acaba bu da suç sayılır mı? İyisi mi bir asayişe danışmalı. Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası tarafından sürüklenen hacmi ve kütlesi olmayan bir cisim gibiyim.
Ölmek değil de, var olmamak istiyorum. Bir anda çıkıp gideyim herkesin hayatından. Beni tanıdıklarını unutsunlar. Bütün fotoğraflardan silineyim, herkesin bir anda Facebook arkadaş listesinden çıkayım, telefon numaram rehberlerinden kaybolsun. Beni hiç bilmesinler, bir nefes kadar hızlı kaybolayım. Kimseyi üzmeyeyim, kimseyi ardımda bırakmayayım. Babam ağlamasın.. Hiç var olmamak istiyorum, ölüm acı.
Geldim ve gideceğim. Yapmam gereken şey bu misafir olduğum koca evde, kimsenin vazosunu kırmamak, camlara dokunup parmak izi yapmamak. Belki bir abiden bana bilgisayar oyunu açmasını isterim. Eğer annem çimdiklemezse tabii.