Hayatın bana baktığı pencereden.
Kulaklığım-feracem-uçan şalım olarak süper havalı bir şekilde, otobüs kuyruğuna doğru yaklaştım. Derken zaten fazla ilerlememe gerek olmadığını görmüştüm, çünkü kuyruk fizana kadar. Fizan neresi bu arada. Bilen var mı arkadaşlar? Yoksa o da kaf dağı gibi hayal mi? Hayalse bile, güzel isim. Birde anka kuşu vardı ama bu konumuzla hiç ilgili değil zaten.
Geçtim sıraya. Kuyrukça bekliyoruz. Sabahın erken saati olduğundan, insanlarda ayakta uyuma eğilimi gözlemliyorum. Sıra epeyce uzun. Önümdeki adam nerden bulmuşsa adım atacak bir yer buldu ve ilerledi. Şimdi ilerlemesen olmaz, adam ilerledi yani sonuçta. Arası boşluklu mu kalsın. Ama ilerlemenin de hiçbir mantığı yok çünkü otobüs gelmemiş. Kuyrukta adım açmış olacağım sebepsizce. İlerlesem mi ilerlemesem mi karmaşası içerisinde, bir adım attım. Varsın sürü psikolojisi deyin ben bunu psikolojik baskılardan ötürü yaptım.
Uzun sürmeyen ama tüm kuyruğa uzun gelen bir bekleyişin sonucu, otobüs geldi. Önden başladılar binmeye. Sonradan gelen bi'teyze yaşlıdır diyerekten öne alındı. Velhasıl sıra bana geldi zaten elimde hazır bulundurduğum öğrenci akbilimi bastım, ilerlemeye başladım. İlerlemek zorundasınız. Eğer 97 veya türevlerine biniyorsanız, ön koltuklara oturmak kabus olur. Otobüse binen her yaşlı gözlerinizin içine bakar yer vermeniz için, vermezseniz de cık cık cık cık diye, bir civciv timsali sesler çıkararak, bu zamane gençliği hakkında söylenmeye başlarlar. Bunları duymak daima üzücüdür. İlerlemeye başladım arkaya doğru. Ve hazin tabloyla karşılaşmam zamanımı çok almadı. Cam kenarında oturacak yer yoktu. Eğer 97deyseniz ve cam kenarında oturacak yer yoksa, aslında ayaktasınız demektir. Gözüme kestirdiğim bir kızın yanına oturdum, çantamı kucağıma alıp. Otobüs yavaştan dolmaya başladı ileriki duraklarda. Demiştim ya cam kenarında değilseniz aslında ayaktasındır diye, bir abla gelip tepemde biteyazdı.(ilk defa –yazdı fiilini cümle içinde kullanma heyecanı) Ellerini demirden tutunup çantasını aşağıya doğru, yani otomatik olarak omzuma doğru sarkıttı. Anladım yolculuk boyunca çantayı abla değil, omzum taşıyacaktı. Ses edemedim. Malum ben avantajlıyım, oturuyorum.
E-5 yoluna çıkmanın tek alternatifi olan 97otobüsü, aynı zamanda haseki, çapa ve türevleri hastanelere uğradığından ötürü, hasta yolcusu bol bir otobüsümüzdür. Bacağında sadece bir incinme olduğu halde bacağı savaşta kopmuş, kendini gazi gibi gösteren amcalarımız bolcadır. Oturabilmek için bin bir türlü bahaneleri mevcuttur.
Hayatta en anlam veremediğim şey, otobüste bir birine bakan dörtlü koltuklardır. Bunları hangi akla hizmet, ne sebepten ötürü, nasıl bir bakış açısıyla yaptıklarını hiç bilemiyorum ama otobüs halkı olarak bundan memnun olmadığımız kesin. Yan tarafımda bulunan bu dörtlü koltuklarda birbiriyle tanışık olduğunu düşündüğüm iki kişi oturuyordu. Muhabbetin başından beri dahil olamamıştım çünkü kulaklığımdan metallicanın muazzam parçalarından the memory remains çalıyordu. Herkeste bir ayaklanma görünce kulaklığı çıkarmadan müziğin sesini kısıp duruma bakmaya başladım. O iki kişi birbirine bağırıyordu. Nedenini anlayamadım ama küfürler havada uçuşuyordu. Anlam veremediğim bir şekilde baya üzülmüştüm bu olaya. İlk durakta indi bir tanesi. Diğeri orda yalnız başına sayıklamaya devam etti. Bende müziğime geri döndüm ama bu olay niçin zihnimin en derinliklerinde kalmış, hiç anlam veremedim.
İşte bugün yine bir 97otobüsünde, inmeyip de kalan o adamı gördüm. Hani kendi kendine sayıklanan yok mu. Beni tanımadığına eminim. Benim neden onu tanıdığımı da bilmiyorum. Sadece baktım. Telefonla bir şeyleri hararetli hararetli konuşuyordu.
Hayatın bana saçma sapan şeyleri saçma sapan zamanlarda anımsatması, sen çok saçma bi insansın kuramının başka bir yönüdür belki de. Belki de sadece zihnim bana tatlışko oyunlar oynuyordur.
Buda böyle anlamsız bir anımdır.