Bir bahar ertesinde, vakit ikindiye varmışken bir bulut indi gökyüzüne.yaz bitmiş gölgeli günler gelmişti. Türkan'ın içi buruktu. senelerdir bu köydeydi. Anasını babasını burada toprağa vermiş, yine bu köyde çoluk çocuğa karışmıştı. Çok bir şey yoktu ama severdi köyünü. Evinin her bir köşesinde ayrı bir sevinç ayrı bir gözyaşı vardı. Dokuna dokuna , hissede hissede geçti her bir adımda. Ayakları geri geri gitmek istese de evin koca kilidini elinde tuttuğunu far etti. Son kez baktı kapıdan içeri , kapadı gözlerini ve kilitledi tahtadan masmavi kapısını. Evinden son kalan ; bir kaç eski fotoğraf, bir kaç fistan, bir de en sevdiği saksıdaki papatyalar. Merdivenlerden ağır adımlarla indi Türkan.Bahçesinden çıkarken bir bir hatıraları canlandı gözünde. Fidanları nasıl da boy vermiş, çiçekleri nasıl da güzel açmıştı. Belki Türkan'ın köyünde deniz yoktu ama kurbağalı da olsa bir deresi vardı.Derede, köyün hanımzadeleriyle toplaşıp canımız çıkana kadar halı yıkar, ardından da dereye soğusun diye koyduğumuz yorgunluk karpuzunu yiyip evin yolunu tutardık. yolda bir türküdür tuttururduk; ağam olasan Ömer, paşam olasan Ömer, yetim kalasan Ömer, benim olasan Ömer. Peki kim bu Ömer? Bilmezdik. Bir de o dere kenarında köyün çocukları toplaşıp oynarlardı gecenin en karanlığına kadar; kovsak da gitmezlerdi ya. Sahi el kadar bebeler ne çabuk büyümüşlerdi. Az kırmadılar ya kiraz ağaçlarımı ya hadi neyse helali hoş olsun. Ah şu gardaşım bildiğim Fatma yok mu? Gönderdik mi bizimkileri otururduk bahçede köyün dedikodusunu yapar, üstüne bir de çay içerdik. Çekip gittiydi kocası böyük şehre, bir daha da dönmediydi. Haber aldıydık evlenmiş orda karının biriyle. Fatma gibisini zor bulur o boynu altında kalasıca. Köydeki herkes topladığı hasattan verirdi, geçinip giderdi o da şuncacık bebesiyle. Öyle ya hasat zamanı bizlere eziyet çocuklara şenlik oluverirdi. Dolaşır dururlardı sapsarı buğdayların arasında. ah nerde o o çocuk sesleri şimdi ?
