Size şöyle söyleyeyim; bazı insanlar vardır. Öyle insanlardır ki onlar, hiçbir zaman o insan tarafından sevilmeyeceğinizi bildirsiniz. Belki aynı anda aynı yerde olabilirsiniz, belki size bakabilir, elinizi tutabilir ya da size sarılabilir. Emin olun bunu bize arkadaşlarımız da yapabiliyor.
Benim söylemek istediğim çok daha farklı. O insan için değerinizin ne olduğu tam bir belirsizliktir. Hiçbir zaman sizi sevdiğine emin olamazsınız. Olamayacaksınızdır da, ne yarın ne de ondan sonraki gün. Hiçbir zaman o kişi sizi tam olarak sevmeyecektir çünkü. Belki sevmek istemediğinden, belki de sevemeyeceğinden.
Ben aşkın sadece bir kişiye ait olduğuna inanıyorum. Sadece bir kişiye ait olan bir şey, o kişiden sonra hayatınıza kimin girdiği önemli değil. Hiçbirisi onun yaşattıklarını yaşattıramıyor. Keşke yaşattırabilse ama olmuyor.Kim Jongin de benim için öyle bir insandı işte. Beni seveceğine hiçbir zaman ihtimal vermezdim ve bunun karamsarlıkla hiçbir ilgisi yoktu. Çoktan başka birisini sevmişti çünkü. Çoktan başkasına aşık olmuş, çoktan acı çekmeyi öğrenmişti. Ben ise onun hayatına girmek için çoktan geç kalmıştım. O iki buçuk vapuruysa eğer, ben üçte deniz kenarına ulaşmıştım. Artık ne kadar uğraşsamda bir faydası yoktu, zamanı geri alamazdım ya da vapura yetişemezdim.
Tiffany gürültünün içinde sesinin çıkması için bağırarak düşüncelerimden silkinmeye yardım ettiklerinde ona bakmaya bir son verdim."Richard ve Blake'in şerefine" diyerek elindeki şarap dolu bardağı havaya kaldırdı. Aynı zamanda etraftan alkış yükselmişti bile. Yanımda oturan Jongin'e döndüğümde ise gözlerinin seğirdiğini gördüm. Bakışları her zamanki gibiydi lakin bu sefer biraz daha çatılmıştı kaşları.
Buraya onunla gelmiştik. Jongin gecenin on ikisinde kapıma dayanmıştı. Oda numaramı nereden bildiği hakkında fikir sahibi değildim. Muhtemelen balkondan atladığım gün öğrenmiş olmalıydı. Üzerinde gri bir kaban vardı, altına da basit bir skiny geçirmişti. Nasıl göründüğünü umursamadığı o kadar belliydi ki. Benim ise bir tek üstüme sim dökmediğim kalmıştı. Onu da bi ara düşünmedim değildi.
Yürüyerek Tiffany'nin evine ulaştığımızda neredeyse soğuktan ölmek üzereydim. Gelene kadar nasıl yoruldum bilemezsiniz. Bir an için taksi çağırmayı önerdimse de Jongin tarafından reddedilmiştim. Yakın demişti ama yirmi dakika kadar yürümüştük. Ve ben tasfir etmem gerekirse kardan adama dönüşmüştüm. Burnum buz tutmuştu, ellerim olabildiğine kızarmıştı. Tabiki de hayat filmlerdeki gibi olmuyordu. O popüler yakışıklı çocuğun son model bir arabası yoktu malesef.
"Görüyor musun? Nasıl da aptal gibi alkışlıyorlar" Mırıldandı etrafa bakarken. Görüyordum. İnsanlar umursamıyordu. Onlar için duygular önemli değildi yaşananlar önemliydi. Dedikodu yapacak bir şeyler olduğu sürece hiçbir şeyi umursamıyorlardı. Neden umursasınlardı ki zaten? Bencillerdi.
Ayrılık olayından sonra grup darmadağın olmuştu. Tiffany iki tarafla da takılıyor, Luhan Jongin'in tarafında duruyordu. Chanyeol ve Baekhyun ise Ric'ın yanındaydı şuan gördüğüm kadarıyla. Çünkü Baekhyun hararetli bir şekilde Blake-Ric ikilisiyle konuşuyordu. Arada gülüyor ve içeceğini yudumluyordu. Yanımda duran çocuğun yanına hiç gelmemişlerdi.
Chanyeol eliyle Blake'in sırtını sıvazladığında güldüm. Gerçekten güldüm çünkü aşırı komikti. Bir hafta önce Jongin'in dibinden ayrılmayan insanların şimdi böyle davranmalarına anlam vermeyi denedim. Ama başaramadım. Hiçbir anlamı yoktu.
"Jongin" dedim bende anlamsız bir şekilde. "İnsanlar her zaman umursamaz. İnan, üzülmeye değmez." O da öyleydi aslında. Ben de öyleydim başkalarına karşı. İnsandık çünkü. Umrumuzda olan tek şey kendimizdi, sanki yeterince bencil değilmişiz gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meltaway || sekai
FanfictionŞöyle diyor Königsberg: "Zaman, doğanın her şeyin aynı anda olmasını engelleme yoludur" Oysa o, öyle bir zamanda geldi ki sanki her şey aynı anda gerçekleşti.