Dünyanın en sevilesi şarkısı kendimce, şuan medyadır. Canım şarkım ya benimki olduğu için söylemiyorum gerçekten çok güzel sdkmfsdc Onunla okumanızı öneririm.
Tren istasyonuna yürürken ellerimi kalın paltomun ceplerine soktum. Kar nazik bir şekilde havada süzülüyordu. Küçük esinti saçlarımı okşarken, sanki mümkünmüş gibi daha da üşüdüm. Dr. Peter'in dedikleri aklımı kurcalarken, adımlarımı daha da yavaşlattım. Annemi arayıp beni almasını söylemeliydim belkide. Bu havada istasyona yürümem aptallıktı ama yürümek istiyordum. Ayağımı bastığımda yerde oluşan ezilme sesi mutlu ediyordu. Böyle küçük şeyler sayesinde mutlu olabilen bir insan olduğum için küçük şeyler yüzünden de üzülebilen birisiydim. Psikoloğum Peter'in dedikleri beni etkilemişti. Öncelikle Jongin'in Dünya üzerinde yaşamış 110 milyar insandan sadece birisi olduğunu ve abarttığım kadar mükkemmel olmadığını söylemişti. Sadece o 110 milyar insandan birisiydi, bende ona aşık olan 110 milyar insandan birisiydim. Varlığımız bile muammaydı. Sorunlarım büyük değildi, kıyasladığımda sorun bile yoktu. Yerkürenin başka bir ucunda insanlar vücuduna yayılan kanser hücresini durdurmaya çalışıyordu, bazıları şiddet görüyor, bazılarıysa bizim yemeye burun kıvırdığımız yemekleri yiyebilmenin hayaliyle yaşıyordu. Kimi yetimhanede sahiplenilmeyi bekliyor, kimileriyse görmeden, duymadan yaşamaya çalışıyordu. Evine ekmek götürebilmek için her gün sabahtan akşama kadar çalışan işçiler vardı. Hemen yanımdaki hastanede umudunu yitirmeden organ nakli sırasında bekleyen milyonlarca insan vardı. Kendi cinsinden birisine aşık olduğu için her gün dışlanmak zorunda olan insanlar vardı. Kendisi seçmediği halde zihinsel, fiziksel sorunları olan insanlar ve bir de Sehun vardı. Kim Jongin'e platonik aşık olan Sehun. Diğer sıfatların yanında, o hiçbir şeydi. Bunu psikoloğum dile getirdiğinde diyecek bir şey bulamamıştım. Ağzımı açıp tek kelime edememiştim. Çünkü haklıydı. Belkide umutsuz bir vakayım sendromundan kurtulmam gerekiyordu. Çünkü böyle davranmam bencilceydi. Mutlu olmayı bizden daha çok hak ediyor olmalarına rağmen imkan verilmemesi haksızlıktı. Saçma gelebilirdi belki ama, onlar yerine de mutlu olmalıydık. Olmuyorduk. Ben bile Dr. Peter bunları söylediğinde üzülmüş olsam da hala kendimi acınası hissediyordum. Hala en büyük acı bendeymiş gibi hissettiriyordu. Acının niteliği buydu.
Okuduğum bir kişisel gelişim kitabında 'eğer bir gün aşık olursan bunu o insana belli etme' tarzı bir cümle vardı. Bende Jongin'e olan hislerimi ona belli etmemek için büyük bir çaba harcamıştım. Ama son günlerde nedendir bilinmez, kendimi ona bakmaktan alıkoyamıyordum. Gerçi hiçbir zaman karşı koyamamıştım ama bu seferki çok daha farklıydı. Elimde olsa onu yanıma alır, saatlerce bakabilirdim. Demek istediğim o değildi. Sanki bu günlerde ona daha çok çekiliyordum. Görünmez bir hortum gibi beni gün geçtikçe içine alıyordu. Nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Daha önce hiç tatmadığım bir histi. Ölüyormuş gibiydim ama aynı zamanda ölmüyordum da. Ona aşık olmak kendi dengesiz hislerimden dahi büyük bir dengesizlikti. Gün geçtikçe bıkıyordum, kabulleniyordum, vazgeçiyordum. Bu, canımı daha çok acıtıyordu. Hortumdan kurtulmam için onun yardımına ihtiyacım vardı. Onun dışındaki hiçkimse beni kurtaramazdı. Emindim. Zavallı bir şekilde tarafınca kurtulmayı bekliyordum. Belki artık pes etmeli, teslim olmalıydım. Evet bunu gerçekten yapacaktım. Eğer onu o gün içinde yeniden görmeseydim, teslim olacaktım. Ama hayatın bizden habersiz planları vardı.
Trenin şiddetli sesi kulağımı doldururken yaslandığım duvardan doğruldum. Kapılar açılınca hızlı bir şekilde içeri girdim. Boş bulduğum yere oturdum ve kafamı cama yasladım. Gözlerimi kapatıp birkaç dakika sessizliğin tadını çıkarttıktan sonra tren hareket etti. Zaman kaybetmeden telefonumu cebimden çıkartıp bir şarkı açtım. Ne tür olduğunu, telefona ne ara eklediğimi bile bilmediğim bir şarkıydı. Kadının ses tonu çok hoştu. Gözlerimi yeniden kapatarak şarkıyı dinledim. Şimdiden bir istasyon geçmiştik ve şarkı sonlara doğru gelmişti.
İşte o an yanımda bir hareketlilik hissettim. Önce tanıdık koku burnumu işgal etti, sonra kalbim hızlanmaya başladı. Kokuyu elbette tanıyordum, kafenin kapısındakiyle aynıydı. Başka birisinin de bu parfümü kullanabileceği fikrini kafamda tarttım. Yüksek bir ihtimalle başkasıydı ama o gibi hissettiriyordu. Sanki tam burada, yanımdaymış gibi kokuyordu. O olmasına imkan vermiyordum ama gözlerimi açtım. Yavaş bir hareketle camdaki yansımaya baktığımda gördüm onu. Size yemin ederim ki oydu. Hayal görmüyordum işte. Yanımdaydı. Şekilli burnu, dolgun dudakları ve sert bakışları. Tam yanımdaydı ve hislerim beni bir kere daha yanıltmadı. Kafamda bu anı milyonlarca kez kurmuştum. Dr. Peter'in dediği gibi milyarlarca insandan birisi olabilirdi ama benim için o sadece Jongindi. Bir sonraki seferi bekleyebilir yada başka bir vagona binebilirdi ama buradaydı işte. Dünya üzerinde milyonlarca tren olabilirdi ama benim için özel olan buydu. Onu değerli yapan bendim. Sadece benim için olsa da bir değeri vardı.Camdan bakmayı sürdürdüm, ona dönmeye cesaret edemiyordum. Beni tanımış mıydı? Görmüş müydü? O da benim onu hissettiğim gibi varlığımı hissetmiş miydi? Konuşmalı mıydım? Düşünceler beynimi işgal ederken yavaşça kafamı oynattım. Olabildiğince sessiz nefes alıyor onu rahatsız etmemeye çalışıyordum. O da üzerindeki bakışları fark etmiş olacak ki, bana doğru döndü. Yanında oturduğumu zaten biliyor gibi bir ifade gizliydi yüzünde. Ve o an, Jongin bana gülümsedi. İlk başta göz yanılması olduğunu düşündüm. Ama bu imkansızdı. Gerçi Jongin'in bana bakıp gülümsemesi de imkansızdı ama gülümsüyordu işte. Birkaç saniye tepki veremedim. Sonrasında ise gülümsemesi bulaşıyormuş gibi ben de gülümsedim. Tanımıştı işte. Beni biliyordu. Onun tarafından bilinmek mükkemmel bir histi. Trenin ve insanların çıkardığı seslere tezat bir şekilde sessizdik. Bunu bölen ilk taraf Jongin oldu ''Kulaklığın tekini alabilir miyim?''
Sesimin nasıl çıkacağını bilmediğim için konuşmadım. Rezil olmak, Jongin'in yanında yapmak istediğim son şey bile değildi. Kafamı sallayıp kulaklığın tekini ona uzattım ve müziği dinlemeye başladık. Dizim titriyordu. Bunu görmemesini umarak cama doğru kaydım. Onunla aynı kulaklıktan müziği dinlemek garipti. Çünkü daha önce hiç konuşmamız olmamıştı. Normal insanlar gibi ilk konuşmamızda tanışmamıştık, benden kulaklığımı istemiş ve nedenini bilmediğim halde hoşuma gitmişti. Şuan nasıl göründüğümüz hakkında bir fikrim yoktu ama hissettiklerimi biliyordum. Mutluydum. Hatta kulaklığımın tekini paylaştığım tüm anlar boyunca en mutlu insan bendim. Müzik bittiğinde telefonumdan değiştirmek için hamle yaptım. Ellerim titriyordu. Fark etmemesini umarak listeme göz gezdirdim ve sakin bir şarkı daha açtım. Ve ikimizde tek bir kelime daha etmeden çalan şarkıları dinledik.
Ay kısa oldu biliyorum ama uzattığım zaman sıkılıyorum. Mümkün olduğunca erken attığım için umarım sizin içinde bir sıkıntı olmaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meltaway || sekai
FanfictionŞöyle diyor Königsberg: "Zaman, doğanın her şeyin aynı anda olmasını engelleme yoludur" Oysa o, öyle bir zamanda geldi ki sanki her şey aynı anda gerçekleşti.