Üst katlardaki odalardan birine attığımda kendimi nefes almak için çabalıyordum adeta. Yaklaşık iki saat boyunca o dumana ve iğrenç kokuya katlanmış, hatta birkaç kadeh bir şeyler de devirmiştim. Ancak ciğerlerim iflas etme konumuna geldiğini bana net bir şekilde belli edince temiz hava bulabileceğim odalardan birine koşmak zorunda kalmıştım ne yazık ki.
Şans eseri balkonun kapısını açık gördüğümde oraya doğru ilerledim ve sarktım hafifçe aşağı doğru. İçerinin karmaşasına rağmen gece öylesine berraktı ki. Rüzgar yavaşça yüzümü yalayıp beni mayıştırdığında kapının açılma sesini zorlukla duyabilmiştim. Saçma bir şekilde perdenin arkasına saklanıp gelen kişiye baktığımda bunun Tao olmasıyla şaşkına uğramıştım açıkçası.
Onun aşağıda arkadaşlarıyla olacağını düşünürken burada, üzgün bir şekilde yatağa oturmuş olması kesinlikle beklenmedikti.
"Tao?"
Adı birkaç kez çıktı ağzımdan ancak o başını öne doğru eğmiş, sanki kendi hayal dünyasına yenik düşmüş gibi duruyordu.
"Bu-burada ne yapıyorsun Tao?"
Benimde kaşlarım çatılmaya, gözlerim ondan cevap istiyormuşçasına yalvarmaya başladığında bakışlarımız birkaç saniyeliğine birbirine değdi. Arından gözlerini tekrar yere indirip kızaran yanaklarını takmadan cevap vermeye çalıştı bana.
"Ben... Bilmiyorum."
Ne yapacağımı bilemez bir şekilde bir sağa bir sola baktıktan sonra hiçbir kaçış olmadığını fark edip onun yanına ilerledim ve sol tarafındaki boşluğa oturdum. Kollarımı önümde bağlayıp ona ufak bakışlar attığımda ensesini gergin bir tavırla kaşıdığını gördüm. Onu utandırmış ya da rahatsız etmiş olabilir miydim?
Elimi ona doğru yatakta yerleştirince bedenini geri çekmesiyle birlikte içimdeki umut taneleri tek tek sönerken yine de aldırmayıp onun bana bakmayan gözlerine diktim bakışlarımı.
"Bir şey mi oldu? Konuşmak ister misin?"
Aşağı dönük olan kızarık yüzü benim tersime doğru çevrildiğinde onun inatçılığına kaşlarımı çatıp derin bir nefes verdim. Ne olurdu ki ban söylese? Ona yardım edebilirdim.
"Eğer konuşmayacaksan çıka-"
"Özür dilerim. Ben... Çok özür dilerim. Sadece..."
Elini başına götürdü ve bir süre tarttı düşüncelerini. Bana söyleyip söylememek arasında kaldığını çok net görebiliyordum. Aslında ondan hoşlandığımı kabul etsem de onun bana herhangi bir derdini anlatmak için hiçbir nedeni yoktu. Sonuçta arkadaşı bile değildim. Yine de umutsuzca arzuluyordum benimle konuşmasını.
"Seninle bir şey hakkında konuşmalıyım." Deyip tuttuğu nefesi verdi.
Direk bana hitap etmesiyle şaşkınlığım artarken onun karışmış ifadesine bakıp ben de elimi enseme gönderdim ne yapacağımı bilemeyerek. Benimle konuşacağı şeyi deli gibi merak etsem de bana diyeceği şeylerin olasılığı kafamı karıştırıyordu.
"Tao anlamıyorum ne demek is-"
"Tabi ki anlamıyorsun. Aptalca bir fikirdi."
Son cümlesini kendisine doğru fısıldasa da duymuştum onu ve kalbim kırılmıştı biraz da olsa. Ancak onun kalkıp gitmeye başlamasıyla sevdiğim adamı durdurmak için bir şeyler yapmaya karar vermiştim. Arkası dönük olsa bile elini yüzüne götürdüğünü görüyordum ay ışığıyla aydınlanan odada. Göz yaşlarını siliyordu. Büyük ihtimalle herkesin onun hakkındaki dedikodularını duymuş ve bunun yüzünden üzülüyordu.
"Tao seni anlıyorum."
Cümleme karşı sinirli bir kahkaha atarak bana döndü gözleri kıpkırmızı olmuş bir şekilde. Göz yaşları hala akıyordu yine de o kırmızılıktan. Dişleriyse keskinleşmiş ve daha yırtıcı bir yapıya sahip olmuştu aniden.
"Hayır. Hiçbir şey anladığın falan yok. Benim kadar uzun yaşamadın. Etrafındaki herkesin büyüyüp seni unutup ölmesini izlemenin nasıl hissettirdiğini bilemezsin. Bir gün sen de beni unutacaksın. Ve başkaları gibi hayatına devam edeceksin."
Bir süre bana baktı. Gözlerimdeki korkunun kokusunu almış olmalıydı ki zaten birkaç adım da geri çekilmiştim ondan. Gözleri yavaşça normal halini kazandığında akan yaşlarını siliyordu. Siniri geçmiş olmalıydı ki bu sefer ruh halimi tam anlamıyla farkında olabilmişti fakat şimdi daha çok ağlayacak gibi duruyordu. Çekik gözlerini yapabildiği kadar kocaman açıp bana ilgiyle ve hayal kırıklığıyla bakarken onu sarmalamak istedim, küçük kedi yavrusu gibi masumken az önce nasıl bir canavara dönüştüğünü boş vermek istedim. Halbuki o konuşmama bile izin vermiyordu.
"Özür dilerim. Gidiyorum."
Kapı yerine balkona doğru yöneldi başı yine eğik bir şekilde. O an gördüm gözlerindeki, ruhundaki o parıltıyı kaybetmiş kişiyi. Huang Zi Tao herkesin sandığının aksine üzgün ve yalnız biriydi. Kendi çukurunda nefessiz kalan, etrafındaki bir sürü kişiye rağmen kimsesiz olan biriydi. Ve ben yine de ona aşıktım.
"Tao!"
O an her şey hem çok hızlı hem de ağır çekimde gelişti gözümde. Onun arkasına dönüşü, benim ona yaklaşışım ve yakalarından tutuşum ardındansa öpüşmemiz...
Öyle afilli bir öpücük veremezdim ona. Ne yazık ki tecrübesizdim ona yetişemeyecek kadar. Ancak benim sıcak dudaklarım onun soğukluğuyla birleşince ortaya çıkan tat, yalnızca bizim uyumumuzun bir sonucu olabilirdi.
"Seni unutmayacağım Huang Zi Tao."
Fısıldamıştım onun dudaklarına. Çünkü o benim başlangıcımdı.
-Azra
AAA bitti :D ya son partın bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim ama oldu bir kere naparsınız. İşte bu da böyle bir şeydi. Bu aralar çok sıkıntılıyım. Umarım kötü bir şey olmaz... Benden bu kadar Azra kaçar :*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Run Vampire Run // TaoHun
VampirosOkulda dolaşan dedikodular ne kadar doğru bilinmez ancak herkesin katıldığı bir söylem vardı ki Huang Zi Tao okulun en değişik öğrencisiydi.