Aynanın karşısında kendime bakarken son iki senedir ne kadar zayıfladığımı fark ettim. Yüzümdeki yeşilimsi morluklar 2 saatlik bir filmin 1 dakikalık fragmanı gibiydi. Bulutların koyulaştığı gökyüzü bile beni içine çekemiyor, özgür hissettiremiyordu. Birazdan gök gürleyeceğini ve şimşeklerin o acımasız seslerini duyacağımı bildiğim için camın yanındaki aynadan kendime bakmayı bırakıp yatağa oturdum.
Kardeşim Matt'in neşeli sesi odama dolarken kapının ardından gelen seslere dikkat kesildim. Büyük ihtimalle köpeği Scoot'la konuşuyordu. Matt'in tek konuştuğu şeydi Scoot. Babamı pek tanımıyordu Matt. Babamın karısı Diana'dan ise korkuyor ve çekiniyordu. Benimle de konuşuyordu hatta beni çok seviyordu ama benim önümde engeller vardı. Ev işlerini yapmak dışında odamdan sadece 10 dakikalığına çıkabiliyordum. Aslında bu benim için iyi bir şeydi çünkü Diana'yı ve babam Adam'ı görmek istemiyordum.
İçime kapanık biri olduğum için kimse de benimle konuşmak istemiyordu. Yanımdaki tek kişi en yakın arkadaşım Amy Mooree'du. Amy güzeldi. Okulda çok popülerdi ve ona bakan dönüp tekrar bakıyordu. O ise benim suskunluğumu, çekingenliğimi umursamıyor ve her zaman yanımda oluyordu. Yaşadıklarımı tam olarak bilen bir tek o vardı. Çok fazla arkadaşım yoktu okulda. Zaten okuldaki herkes benden çekiniyor, konuşamıyorlardı bile.
Kapım tıklatıldığında yerimde zıpladım. Babamın sesini duyduğumda içime bir rahatlama doldu. Gelen Diana olsaydı iyileşmeyen ve okulda sakladığım yaralarım katlanacaktı ve yarın okuldayken bütün gözleri üzerimde hissedecektim. O yüzden bu rahatlamam için büyük bir nedendi.
Babam kapının ardından, " Elissa, Matt ve Scoot'u biraz gezdirir misin?" diye seslendi. Bu ne bir rica ne de bir soruydu. Gezdireceğimi biliyordu. Ve işte ben. Elissa Dan. İçine kapanık, sessiz, herkes tarafından dikkat çeken ama dikkat çekmeye değmeyen, dövülüp işkence gören çaresiz kız.
Yatağımdan kalkıp kapımı açtım ve çekingen birkaç bakıştan sonra odamdan çıktım. Beni gören Matt Scoot'u okşamayı ve onunla konuşmayı bırakıp hızlıca bana doğru koşmaya başladı. Üstüme atladığında yumuşak, sarı saçları yüzümü kapatmıştı. 10 yaşındaki bu küçük adam benim geçmişimi, güzel anılarımı hatırlatıyordu bana. Gözlerindeki sevgi, parıltı ve masumluk bu dünyadaki her şeyden önemliydi. Onun büyümesinden korkuyordum. Ya birgün kapıyı çaldığında ve ben kapıyı açmadan " kim o? " diye seslendiğimde " ben" demezse. Ya o masumluğunu yitirirse. Ya bu dünyada beni seven, yaşadığımı hissettiren kimse kalmazsa.
Sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp gözlerine baktım.
" Seni çok özledim Elissa. Scoot'ta çok özledi. Değil mi Scoot" deyip ıslık çaldığında Scoot ayaklarını havada tutmaya çalışıp havladı. Dili dışarıdayken o kadar tatlıydı ki.
Scoot, Matt doğduğunda alınmıştı ve o zamandan bu zamana Matt'in en yakın arkadaşıydı. Matt bütün çocukluğunu onunla oynayarak, yeni şeyler keşfederek ve ondan bir saniye bile ayrılmadan geçirmişti. Bir keresinde Scoot kaybolmuştu. Matt daha 4 yaşındaydı ve kelimeleri bile doğru düzgün söyleyemezken benim elimden tutup dışarı çıkarmış ve kaybolduğunu anlatmaya çalışmıştı. O gün çok aramış ama bulamamıştık. Belki gelir umuduyla bahçedeki minderlerde oturup onu beklerken sabaha karşı heryeri yara bere içinde gelmiş ve Matt'in kucağına devrilmişti. Onu hemen veterinere götürüp tedavi ettirmiştik. Bu süre boyunca ne Scoot acı çekerken havlamış ne de Matt onun yanından ayrılmıştı.
" Bende seni çok özledim, tatlım. Hadi bakalım montunu giy, biraz dolaşalım " dediğimde çok sevinmişti. Kucağımdan atlamadan önce yanağıma büyük bir öpücük koydu. Scoot ise dili dışarıda, etrafında dönüp durdu.
Diana ortalarda gözükmüyordu. Burada olsaydı bize iğrenerek bakar ve laf söylerdi. Adam ise, o laflarını söylerken elindeki çayını yudumlar ve çok uzaklara dalardı. Ne düşündüğünü merak ediyordum ama hiçbir zaman bunu ona soracak cesaretim olmamıştı.
Halbuki ne güzel bir aileydik eskiden. Pazar günleri piknik yapmaya giderdik. Biz Matt'le top oynarken Scoot aramızda gidip gelerek topu yakalamaya çalışır, annemle babam da mangalı yaparken şakalaşır ve gülüşürlerdi. Yemeğimizi yedikten sonra annemle babam bir hamağa, benle kardeşim bir hamağa ve Scoot bir hamağa kurulurduk. Ben Matt'e masal anlatırdım ve böylece hepimiz uyurduk. Oysaki şimdi bu düşüncelere öylesine uzaktık ki. Bulutlar gibiydi. Elini uzatsan tutacaktın ama ya elini uzatamıyordun ya da sen elini uzattıkça onlar tekrar bir el uzağında oluyordu.
Matt'in elinden tutup onu dışarı çıkarırken Scoot'ta arkamdan geliyordu. Işte o anda sırtımda bıçak kadar keskin olan o bakışları hissettim. Bu onun bakışlarıydı, biliyordum. Ona doğru dönüp bakmadım. Sadece varlığını ve ürperten nefesini ensemde hissetmek yeterliydi. Beni kuşkuya düşüren hareketleri gözlerimin önünden gitmiyordu.
Bütün lise hayatımı onunla geçirecek olmam bana işkence gibi geliyordu zaten. Bir de herhangi bir nedenden dolayı notlarım düşerse üniversiteyi de burada okumak zorunda olacaktım. Bu yüzden hiçbir şeyin beni etkisi altına almasını istemiyordum. Özellikle de aşkın. Hoş, aşk ne bilmiyordum. Daha önce kimseyle çıkmamıştım. Aşkı sadece kitap ve dizilerden gördüğüm kadarıyla tanıyordum. Daha yakından tanıma olasılığı hem midemi bulandırıyor hem de yanaklarımı kızartıyordu. Ama eğer bir şekilde öyle bir şey olursa ve Diana bunu bir şekilde öğrenirse işte o zaman tüm hayatım biterdi. Başlamayan bir hayatın bitmesi...
Matt ve Scoot'la gezerken telefonum çaldı. Elime alıp ekranda yazan isme baktım. Adam'dı. Merakla tekefonu açtım.
"Alo."
"Alo, Elissa. Matt ve Scoot'u eve getirdikten sonra marketten evin eksiklerini alabilir misin?"
" Tamam, şimdi geri dönüyoruz" dedim ve telefonu kapattım.
Sohbet ederek eve gittikten sonra onları bırakıp markete ilerledim. Evin eksiklerini alıp dışarı çıktığımda hava kararmıştı. Bir olay yaşamamak için kapşonumu kafama geçirip hızlı adımlarla ilerledim. Eve geldiğimde kapşonumu indirmeden hemen önce anahtarla kapıyı açtım.
Yukarıdan bir ışık geliyordu ama onun dışında ev karanlığa bürünmüştü. Tam sessizce odama ilerliyordum ki ense köküm ve kafa derimdeki acı beni olduğum yere çiviledi. Diana'nın soğuk nefesi önce boynumu sonra da kulağımı yalıyordu. Saç diplerimden geriye çekerek kafamı ağzına yasladı.
"Neredesin sen Sürtük" diye tısladıktan sonra arkadan diz kapaklarıma tekmeyi geçirince yere düştüm. Ses çıkartmamaya çalışıyordum ama kafa derim o kadar acıyordu ki, istemsizce inledim.
" Biz seni ne için gönderdik, sen ne yapıyorsun? Anlamayacağımı mı sandın? " Yere çöküp bana bir tokat attı. Yanağımın acısıyla kafam sola doğru savrulurken tokat attığı yer alev alev yanıyordu.
" Bir daha bunu yapmaya kalkarsan seni öldürürüm " deyip kafamı işaret parmağıyla ittirdi.
Ayağa kalkıp uzaklaştığında titrediği belli olmasın diye ısırdığım dudağımı bırakıp sessizce göz yaşlarımı serbest bıraktım. Sürünerek duvara doğru ilerledim ve sırtımı yasladım. Derin nefesler alırken dudağımdaki kanlar avcuma dökülüyordu. Sonra onların yanına başka bir kan daha eklendiğinde diğer elimi kaldırıp kafama dokundum. Saç diplerimden kanlar süzülüyordu. Bunu görünce elimi indirip ayağa kalktım. Banyoya gidip yaralarımı temizledim. Kafamdan süzülen kanları pamukla durdurmayı başardım. Yanağımdaki tokadın izi olan morluğu kapatmak için ise tek yapabileceğim şey oraya etkili bir krem sürmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kördüğüm
ActionOdamda otururken yaşadıklarımı gözden geçirdim. Babam ve onun karısıyla yaşıyordum. Annem öleli seneler olmuştu. O sırada başka bir şehirde yatılı olarak okuduğum okuldan iki yıl önce alınmış ve bu eve getirilmiştim. Dövüldüğüm ve sevilmediğim bu ev...