*4*

736 42 16
                                    

Candice odamdan getirdiği örtü ile üzerimi örttüğü sırada esnedim. Annemin tarif defterinden aldığı bir çayı yapıp bana içirdiğinden beri uykum vardı. Çay yorgunluktan gerilen bedenimi gevşetmiş olsada, onun yanında uyumak istemiyordum; onun yanında olduğum her an benim için önemliydi.

Ağzımın içindeki dereceyi çıkardıktan sonra dudaklarını alnıma bastırdı. Bunu ateşimin düşüp düşmediğini anlamak için yapmıştı, biliyordum ama kalp atışlarımı dizginleyemiyordum. Minik bir umut için çırpınan kalbimi sakinleştiremiyordum, Aşkım karşımda dururken ve bana bu kadar yakınken, akıllıca düşünmek zordu.

Sanki içinde ateş yakılmış bir kuyunun içindeydim ve tek kaçış yolum kızgın demirlerdi. Onun aşkının bana verdiği his buydu. Çaresizdim.

Aslında onun yakınlığının bana verdiği tek şey acı değildi. Dudaklarıma birkaç santim uzakta olan köprücük kemiği, pürüzsüz teni ve saçlarından gelen lavanta kokusu, bana cennetin ayaklarıma geldiğini düşündürüyordu. O benim bu dünyadaki cennetimdi, ödülümdü. Tanrı, benim hibi bir insana neden böyle güzel bir hediyeyi armağan etmişti, bilmiyordum ama ona minettardım.

Sonunda, öpmek için delirdiğim dudaklarını tenimden çekti ve gözlerini kırpıştırdı. Her an kendinden emin olan bakışları, bu sefer baygındı. Sesini düzeltmek için birkaç kez boğazını temizledi fakat işe yaramamış olacak ki konuştuğunda sesi pürüzlü çıkmıştı,

"Ben gidip çorbayı getireyim. Aldığın duş işe yaramış, ateşin düşmüş."

Kafamı aşağı-yukarı salladım, onayladığımı görünce ayağa kalktı ve birkaç düşme tehlikesi atlatarak mutfağa sağ salim varabildi.

Bugün fazla garip davranıyordu, neyi vardı?

Alnımdan yanağıma gelen damlaları elimin tersiyle silerken, o da elinde çorbayla tekrardan yanıma oturdu. Candice genelde açık bir defter gibiydi, gözlerine baktığınız zaman bütün duygularını anlayabilirdiniz ama bugün herşey gibi gözleride farklıydı. Pusluydu, ne düşündüğünü anlayamıyordum.

Çorba dolu kaşığın gözümün önünde sallandığını gördüğümde ellerimi kaldırdım, "Ben yaparım."

"Hayır Li, kendini yorma."

Tekrardan kaşığı uzattığında itiraz etmeden içtim. İkinci, üçüncü, dördüncü kaşık derken çorba kısa sürede bitmişti. İyi bir aşçıydı, doğrusu iyi olmadığı bir konu yoktu. Candice'in ses çıkartmadan bana baktığını gördüğümde biraz geriledim, susuzluktan kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattıktan sonra bende ona bakmaya başladım. Heyecandan içime kaçan sesimi bulduğumda ise zorlukla sordum;
"Ne oldu?"

"Lindsay..."

Candice sözünü tamamlamak yerine, gözlerini sıkıca kapatıp üzerime doğru eğilmeye başladı. Yaklaştığı her milimde artan lavanta kokusu başımı döndürüyordu, nefes alamıyordum. Uzun zamandır beklediğim, hayalini kurduğum an geliyor muydu?

Dudaklarını hafifçe dudaklarıma bastırdığında, bend gözlerimi kapattım. Kalbim dudaklarımda atıyordu, yanıyordum. Her an bayılabilirdim, bu nasıl bir histi böyle? Sevinç, zevk, acı, endişe, hepsi birbirine karışmıştı. Kafam sorularla doluydu ama ağzımın içinde ustalıkla turlayan dil, düşünmemi engelliyordu.

Yasak elmanın tadı, neden bu kadar lezzetliydi?

Nefes almak için çekildim ve Candice'in alnını alnıma yaslamasına izin verdim. Gözlerimi açmak ve tepkisini ölçmek istiyordum ama bunu yapacak gücü kendimde bulamıyordum. O da benim gibi bundan hoşlanmış mıydı, yoksa şuan kusmak mı istiyordu?

Az önce bana cennetin fragmanını sunan dudaklar, çenemden yanaklarıma doğru bir yol izledi ve saçlarımın başladığı yere bir öpücük bırakarak durdu.

"...Senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı..."

...Öyleyse şimdi günah benim dudaklarımda kaldı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 20, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

What A Feeling :: CakeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin