başlamadan önce ben nily

1.8K 310 448
                                    

medya: experience - ibi *benden size bir armağan* :)

Merhaba, ben Nily. Asıl adım ne, ben kimim, kendimi neden böyle tanıtıyorum? Bu soruların cevapları çok önemli değil aslına bakarsak benim kim olduğumda pek önemli değil. Benim adımı bilmek, kim olduğumu bilmek sizlere bir şey katmayacak belki sadece merak dürtünüzü hafifletecek o kadar. Ben benim kim olduğumu bilmenizden ziyade beni tanımanızı istiyorum. 

Bir insanı bilmek ve tanımak arasında çok büyük bir uçurum var. Bir insanın adını bilirsin, yaşını bilirsin ama onu tanımak için ona dokunmak gerekir. Bu dokunma eylemi fiziksel olarak değil ruhsal olarak olmalı bu da o insanı okumaktan geçiyor. Bir insanı eğer okuyorsanız onun kelimelerine dokunuyorsunuzdur o da aynı şekilde kelimeleriyle size dokunuyordur işte o an onu tanımaya başlarsınız. Bir insanı tanımak isterseniz okuyun onu, o kişinin kelimelerini, cümlelerini okuyun. Emin olun yarattıkları karakterler ardında kendilerini, kendilerinden bir parça sakladıklarını göreceksiniz belki de kendinizden de bir parça bulacaksınız.  İnsanlar kendi hakkında süslü cümleler kurabilir, ama bir insanı tanımak isterseniz onu kendini nasıl anlattığına değil başkalarını nasıl anlattığına bakmalısınız. Beni tanımak istiyorsanız yazdıklarımı okuyun demiyorum ama kendinizden bir parça bulmak isterseniz işte bunu istiyorsanız okumanızı tavsiye ederim.

Ben yazmaya, okumaya kendimi adamış biriyim. Sürekli okurum, sürekli yazarım. Benim için yazmak kutsaldır, insanın gözlerinden akan yaşlar bazen sessizdir bazen gürültülü ama hep bir şeyler söyler sessizliğin içinde bile. O gözyaşları her zaman bir çığlık olup çıkmaz dudaklarının ardından, dudakların ardına düşmeyen her çığlık, her ağıt ya da her mutluluk içine akar usul usul. Dudaklardan çıkmayan her söz, sitem, mutluluk, çığlık, haykırış o gözyaşlarıyla önce içine oradan parmak uçlarına doğru yol alır. Parmak uçlarında hissedersin o sessiz ya da o gürültülü gözyaşlarını, o gözyaşları duygularındır senin. Parmak uçların kaşınmaya başlar o duygular sanki tonla tuğla taşıyormuşsun gibi yük olur küçük parmak uçlarına sonra parmak uçlarından kağıtlara dökülür o zaman hafifler parmak uçlarında o yük, o sızı... İçini bir ferahlık kaplar çünkü parmak uçlarından kağıtlara dökülen her harf, her kelime, her yazı senin dudaklarının ardına düşmeyen sessizliğinde kendine bir düzen yaratıp avaz avaz bağıran o gözyaşlarının sebebi, o söyleyemediklerin, o kendinle kavgaların, onlar senin duygularındır. Duygularını bağıramayan, sessizliğinde boğulan, gözyaşları içine oradan parmak uçlarına akan herkes yazmak ister çünkü dedim ya yazmak kutsaldır. İçinde bağıran her şey karmaşık harflerin bir araya gelişiyle bir sanat oluşturur ne sihir ama... Yazarlar kendini ifade etmekten korktuğu yanlarını bir karakterde hayat verir. Söyleyemediklerini, içindeki o sessiz kelimeleri yazar aslında o kişi. Yazan bir insanı okursanız, o insanın iç dünyasını okumuş olursunuz. Ben sizi iç dünyama davet etmeden önce bazı konulara değinmek istiyorum. 

Ben yazmaya çok küçük yaşta başladım, yazmak benim için kaçış, kurtuluş ve terapiydi hala da öyle. Düşüncelerim, kelimelerim, cümlelerim çok fazla eksiğim vardı. Hayal gücümün, kafamda dönen tilkilerin bir sınırı yoktu. Kurguladığım çok güzel şeyler vardı fakat kelimeleri doğru kullanamıyordum, benim için yeterli değildi. Yazma amacım yalnızlığımla baş etmekti, beşinci sınıftaydım ve dışlanıyordum bu durumdan kurtulabilmek en azından bende bıraktığı etkiyi azaltabilmek için yazmaya başladım. Yalnızlığını buraya döküp sizlerle kalabalık olma çabasıydı bu on yaşındaki  küçük bir kız çocuğunun. Sonra büyüdüm, yalnızlığımla başa çıkmayı öğrendim ve yazmaya ara verdim. Çünkü artık yazmama gerek yoktu, yalnız değildim. Ama yazmak öyle bir meseleydi ki sadece yalnız olduğunda değil içine akan her duygu da yazmak istiyordu insan, yalnızlık değil mutlulukta bile yazmak istiyordu yazmak bağımlılık yapıyordu. Ben yazmaktan kaçmış, korkmuştum ama beni asıl korkutan kendi düşüncelerimdi, kafamda dönüp duran tilkilerin bir başı ya da sonu yoktu. Sürekli düşünüyor ve yeni şeyler üretiyordum sonrasında düşüncelerimi kontrol altına alıp kafamda dönüp duran tilkilerle birlikte hareket etmeye başladım. Tekrar yazdım, sürekli yazmaya devam ettim ama bir türlü yetmiyordu. Kendimi hazır hissetmiyordum, yeterli değildi. Bu süre zarfında burada yazdığım ilk kurgum kendi içerisinde dört, beş kez düzenlenmenin sonunda yirmi bölümlük bir kurgu olma yolunda ilerliyordu ama ben büyümeye devam ettikçe tilkilerim ve düşüncelerimde aynı anda hareket etti. Yazdıklarım on yaşında küçük bir kız çocuğunun öyküsüydü ama ben bunun daha farklı olmasını istiyordum ve yazmaya yine ara verdim. Bu sırada kafamda dönüp duran tilkiler yeni kurgular yazmamı sağlamıştı, iki yeni kurgu... Artık kendimden emindim, yazdıklarım beni tatmin ediyordu. Asıl beni anlatan kurguydu bunlar ama birden tekrar yazmaya küser oldum, tilkilerim sanki terk etmiş gibiydi beni. Sonrasında bir ilham perim oldu, onun sayesinde üç kurgumu da yazmaya tekrardan başladım. İlk kurgum yoktu o değişmiş ve Eylül Akşamı olmuştu. Ama bir süre sonra yine işler istediğim gibi gitmedi bu sefer tilkilerim bana değil ben onlara küsmüştüm. İki veya üç yıl yazmamanın ardından geri döndüm. On yaşındaki küçük kız çocuğu büyümüş, yerini on sekiz yaşında bir genç kız almıştı, artık onun düşünceleri vardı. Bu geri dönüşümü de yine bir ilham perime borçluyum. 

EYLÜL AKŞAMI /devam edecekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin