-1-

560 58 37
                                    

( Tartini - Devil's Trill [ Sonata in G Minor] )

Adımları onu bir ormanın içine yöneltirken nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyordu. Korkuyordu karanlığa gömülürken. Neden geri dönmek yerine bilinmezliğe gidiyordu, yoktu hiçbir fikri. Sonra yol gösterircesine bir ışık parladı ağaçların arasından. Sonra büyüleyici bir ses doldurdu kulaklarını. Bir keman sesiydi bu ve Hyejoo yemin edebilirdi, bunun şu ana dek duyduğu en güzel şey olduğuna. Kendisinden bağımsız ilerleyen ayakları, yine iznini almadan durmuştu bu defa. Olduğu yere çakılmış, o uzaktaki ışığa bakıyordu. Hayır; durmamalı, oraya ulaşmalı ve daha yakından duymalıydı bu besteyi. Koşmaya başladı bu kez. Kimi zaman ayağı taşlara takıldı, düştü. Ama vazgeçmedi kemanı çalana ulaşmaktan. 

Şarkının ritmi hızlanmıştı, ışığa ulaştığında. Siyah saçlı, genç ve güzel bir kızdı kemanı çalan. Işıklar ise onu sarmalamış, sanki bir güneş misali o ışığı yayan oymuş gibi bir hava katmıştı ona. Hyejoo tüm samimi duygularıyla itiraf etti; çaldığı parçanın, çalarken kemanı tutuşundaki zarifliğinden bile çekici olduğunu. Bir kaya parçasının üzerine oturup sadece şarkıya verdi tüm dikkatini. Sanki ruhunu alıp götürmüştü, bu kemandan yayılan ezgiler. Artık kızı bile göremiyordu. Işığın artıp gözlerini kör edecek boyuta gelmesi yüzünden gözlerini kapatmış, kulaklarınıysa kocaman açmıştı. Kendi çaldıkları, önceden dinledikleri bir hiçti bunun yanında. Sanki parçanın güzelliğiydi ışığı daha da parlatıp kapalı gözlerine bile ulaştıran. Artık kaçınamayacağı bir boyuta gelmişti fakat aynı anda şarkının sesi de gitgide kayboluyordu. Evet, Son Hyejoo gözlerini açtığında rüyasında bir şarkıdan çok daha fazlasını duymuştu.

Bir saniye bile kaybetmeden kalktı ve hatırladıklarını notalara döktü. Bir süredir piyano çalmaktan yüzüne bile bakmadığı kemanı gün yüzü görmüştü bu sayede. Fakat bu çok da iyi bir haber olmayacaktı herhalde keman için. Zira onu parçalamak istemişti, ortaya çıkardığı şey rüyasında duyduğunun yanından bile geçmediği için. Saatlerce uğraştı, artık güneş tam tepede yerini almıştı. Öğlen yerini yavaştan ikindiye bırakırken de keman çalıyor, notaları kaydediyordu. Fakat bir süre sonra pes etmek zorunda kaldı. Yavaş yavaş rüyası hafızasından silinmeye başlamıştı, çok detaylı hatırlayamıyordu artık duyduğu sesleri. Derin bir nefes verdi.

Bu sırada kapısı çalınmıştı. Üzerini bile değiştirmediğini fark edip telaşla gömleğini, pantolonunu ve kravatını topladı yerden. Hızlıca giyindi ve saçlarını yarı topuz hâline getirip şapkalarından, takım elbisesine uygun olan bir taneyi seçip kafasına geçirdi. Kapıyı açtığında hizmetçilerden Jiwoo beklemekten sıkılmış bir şekilde kendisine bakıyordu. Fakat toparlanması birkaç saniyesini aldı ve her zamanki neşeli hâline geri döndü. "Beyefendiye rahatsızlık vermemişimdir umarım. Harbiye nazırı Donghyuk sizi merak ediyor. Tüm gün ortada yokmuşsunuz. Bir görünseniz iyi olur."   Hyejoo kafasını aşağı yukarı sallayarak onu onayladı ve genç kızın koşarak geri dönüşünü izledi. Jiwoo gözden kaybolmadan evvel askerlerden Sooyoung'un işareti dolayısıyla yolunu değiştirmişti. Hyejoo elinde olmadan gülümsedi. Bu sarayda aşk yaşayabilen insanlar da vardı. Acaba biliyorlar mıydı ne kadar şanslı olduklarını? Odasına dönüp masasının üzerinden bir kalem ve not defteri alıp arkadaşını bulmak üzere sarayın öbür ucuna yürümeye başladı.

Saray nazırını bulduğunda burnundan solumaktaydı genç adam. Fakat Hyejoo gelip de omzuna dokunduğunda biraz olsun değişmişti çehresi. "Nerelerdeydin azizim? Bu aptal askerler beni çıldırtacak! Gel seninle bahçeye çıkalım da dertleşelim azıcık."   Yine kafasını sallayıp onayladı Hyejoo. Hep dertleşirlerdi zaten. Daha doğrusu Donghyuk hep askerlerin beceriksizliğinden şikâyet edip küfürler savurur, Hyejoo da mecburen dinlerdi onu. Yine durum bu seyirde ilerliyordu ta ki genç kral önlerine çıkana kadar. Hava hafif rüzgârlı olmasına karşın dışarıda koşuşturup askerlerle oyun oynayan Kral Minhyung, hem Donghyuk'u hem de Hyejoo'yu fazlasıyla endişelendirmişti. Donghyuk askerleri yine iyi bir paylayacağa benziyordu.

"Kralım, niçin dışarıdasınız? Hasta olacaksınız."  Donghyuk kralın yanında terbiyesini korumaya çalışıyorsa da bakışları sertliğini koruyordu. Fakat fazlasıyla çocuksu olan Minhyung, yerdeki kuru ağaç yapraklarını kucaklayıp etrafa saçtığında gülümsemişti elinde olmadan.  "Sadece oyun oynuyorum Donghyuk, endişe etme."

"Ama kra-" demeye kalmadan bir öksürük çıkmıştı Minhyung'un dudaklarından. "Bakın işte öksürüyorsunuz bile! Askerler lütfen kralımıza odasına kadar eşlik edin, ben daha sonra göreceğim sizi."  Yine aynı kibar tonu koruyarak askerleri tehdit ettiğinde Minhyung hüzünle dudaklarını büzmüştü. Fakat sonra kenarda onları izleyen Hyejoo'yu fark etti ve yine gülümsemeye başladı.

"Oh! Hyejoo nasılsın? Bu akşam yabancı misafirlerim olacak, bizim için bir şeyler çalarsın değil mi?"  Cümlesinin hemen ardından öksürmüştü. Hyejoo yine kafasını sallayarak onayladı onu ve böylece üzerindeki tüm ilgi de dağılmış oldu. Kral odasına dönerken Donghyuk askerlerden birini kenara çekmiş azarlıyordu.

Elindeki defter ve kâlemi kullanmasına gerek kalmamıştı. Belki ilham alırım diye düşünerek bahçede dolaşmaya devam etmeye karar verdi. Ama aldığı tek şey kulaklarına ulaşan dedikodular olmuştu. Yanından geçtiği hizmetçi kızlardan biri arkadaşlarına fısıldamıştı(!) :  "Sizce de çok yakışıklı değil mi? Üstelik bir de keman ya da piyano çalarken görmeniz lâzım! " Hyejoo konuşmaları dinlemek istediğinden bir ağacın arkasına saklandı. Onu fark etmeyen kızlar ise konuşmaya devam ediyordu.

"Saçmalama nesi yakışıklı? Erkeğe benzer tarafı mı var? Çelimsiz bir şey, dilsiz ayrıca. Erkek kalıplı olup sana aşk şiirleri okuyamadıktan sonra neye yarar?"  İçlerinden biri yorum yaptığında ilk kız hariç hepsi ona katılıyordu.  "Bence de. Hem bir de çok Batılı bir havası var. Ben gelenekselliği destekliyorum."   Bir başkasıydı şimdi konuşan. Hyejoo daha fazla dinlemek istemeyerek adımlarını odasına yönlendirdi. Kralın huzuruna çıkmadan evvel biraz çalışsa iyi olabilirdi.






-----




Aman yarabbi 2 günde 3. fic?! Neler oluyor?!

Yine eski taslaklardan birini değiştirdim. Ama o sildiğim hikayeyi de belki içeriğini değiştirerek yazarım. Bilmiyorum.  TaeNy ficim "Magic of the witch" vardı burada, merak edenler için.

Bu fic hakkında konuşmam gerekirse,   Tartini'nin  Devil's Trill'ini besteleme hikâyesi bana ilham verdi. Birgün bu hikâyenin daha çok horror ya da mystery temalı bir versiyonunu da yazmak istiyorum. Bu fic ise daha ziyade romantizm ağırlıklı.  Eminim okurken gender bender mı bu? dediniz. Hem evet hem hayır diye karşılık vereyim ben de. Bundan çıkarmanız gereken şeylerden biriyle ilgili de şu ipucunu vereyim : hikayenin iki kısmı var. İkinci kısım son bölümde. Bayağı açıklayıcı oldu değil mi? Fhcgfg

Şimdi de Tartini'nin olayını özetleyeyim :

Tartini rüyasında ruhunu şeytana satıyor ve yanlış hatırlamıyorsam ona öğretmenlik ediyor. Dersin sonunda şeytandan keman çalmasını istiyor. Şeytan bir çalıyor pir çalıyor. Tartini o ana dek daha güzel bir şey duymamış. Uyanır uyanmaz duyduğu şeyi bestelemeye çalışıyor ama ortaya çıkardığı şey şeytanın çaldığının yakınından bile geçmiyor. Bu Tartini'nin kendi ifadesi...

Tartini'nin Devil's Trill'i bu kadar güzelse şeytanın çaldığı kim bilir ne kadar güzeldi?

Love in G Minor | HyeWonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin