Bölüm 2: Ondan Uzakta

50 7 1
                                    

      Bana bakmayan gözlerinin en içine bakarken telefonumun cebimde titrediğini farkettim. Tunç arıyordu. İlk günden neden arardı ki hem daha derse bile girmemiştik. Telefonu açtım ve tek kelime etmeden kulağıma götürdüm. Hala onu izliyordum. " Bahçeye gel" dedi ve kapattı. Bir sıkıntı olduğu düşüncesi kaplamıştı içimi. Sırama doğru ilerledim hâla bana bakmıyordu. Sanki yoktum ben onun dünyasında. Etrafındaki insanlara gülen gözlerle bakıyordu. Sıramın altında duran ve okul gereci olarak getirdiğim tek kalemimi alıp cebime koydum ve çıkışa doğru ilerledim. Tam kapıdan çıkacakken içimdeki her sinir dönüp bakmam için beynime sinyal gönderiyordu. Hızlıca dönüp baktım ve gözgöze geldik. Aman Allahım bana bakıyordu. İçimdeki şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Hoşlantı desem değil. İlk görüşte aşk desem.. Oda değil farkındayım. Farklı birşeydi. 10 saniyedir gözlerimiz birbirimize birşey anlatırken birden kolumu birisinin tuttuğunu farkettim. Gözlerimi Masal'ın gözlerinden ayırıp arkama döndüğümde  bana " Nerdesin sen" diye bakan Tunç'un gözlerini gördüm. 

- Nerdesin sen ?

- Dalmışım kardeşim n'oldu ?

- Toplandık. Kaçıyoruz.

- Devamsızlık ne olacak oğlum ?

- İlk hafta işlemeyeceklermiş hadi aşağıda seni bekliyoruz.

      Daha ona bakmaya doyamamışken gidecek olmak içimdeki derin boşluğun dahada genişlemesini sağlıyordu. Ama kalsam ne değişecekti ki ? Varlığımı bile fark etmiyordu. Arkamı döndüm ve yavaş adımlarla elimde kalem, aklımda Masal koridorda ilerlemeye başladım. Bahçeye çıktığımda herkesin orda olduğunu farkettim. Ömer, Murat, Eren, Muharrem, Kaan ve Akif. Tunç'da katıldığında toplam 8 kişiydik. Sırayla selamlaşıp çıkışa ilerledik. Birkaç dakika sonra sigaralar yakılmış ve o 8 kişi 2-3 kişilik gruplara ayrılmış sohbet ediyordu. En arkada tek başıma yürümek iyi geliyordu. Boş konuşmaları gülüşmeleri kaldıracak kafada değildim. Başım önde yürürken birden Ömer'in sesiyle irkildim. " Evet beyler ne yapıyoruz ?" Ne yani, bu kadar adam toplanmıştık ama ne yapacağımız belli değilmiydi ? Kimse merak etmemişti ne yapacağımızı ? Bir çok fikir sunulmaya başlandı. İnternet kafe, kahve, Kafe, bi çay bahçesi, playstation. Kimsede yaratıcı birşey yoktu. Bunlar zaten her seferinde yaptığımız şeylerdi ama maalesef yaratıcı bir fikir olmadığı için yine bunlardan birisine gidecektik. Sonra bir anda dudaklarımın kontrolsüz bir şekilde hareket etmesine izin verdim. Yüksek ve net bir ses tonuyla " Lunapark!" dedim sadece. Gülüşmeler yükselmişti. Aralarında en ciddi ve sert yapıya sahip olan kişiden böyle bir seçenek beklemiyordu kimse belli ki ama beklenmedik bir şekilde kendimizi lunapark yolunda bulduk. Kimse sorgulamamıştı kararımı. Galiba onlarda farklılık peşindeydi ve bu onlar için bir fırsat olmuştu. Lunaparka varana kadar kaç sigara içtiğimi hatırlamıyorum bile. Aklımdaki tek şey ise "O"ydu. Ve de onun gözleri. Siyahtı. Depderin bir siyah. Çok koyu değildi aslında. Ama benim için dünyada o kadar güzel başka bir göz yoktu. Sadece on saniye bakarak kendisine mühürlemişti bile. 

      Lunaparka vardığımızda herkesin aklında gondol vardı. Sıramızın gelmesini beklerken yanımıza gelen küçük kız çocuğunun o deniz mavisi gözlerini bana dikip " Mendil istermisin ağabey ?" demesi tüm dünyanın üzerime yıkılmasına neden olmuştu. Ne yapıyordum ben şu an. Daha henüz 7 yaşlarındaki bu kız çocuğu kim bilir hangi sebepten dolayı mendil satarken ben 16 yaşımda lunaparka gidiyordum. Çok saçma! Elindeki mendil poşetini aldım ve Tunç'a uzattım. Küçük kızı kucağıma aldığımda öyle güven dolu gözlerle bakıyordu ki, gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum. " Gondoldan korkarmısın ?" diye sorduğumda gözlerindeki güvenin yerini şaşkınlık almıştı. " Bilmem hiç binmedim ki." deyişi içimde birşeylerin parçalandığını hissettirmişti bana. Koltuk altlarından tutup tam karşımda biraz havaya doğru kaldırıp " Şu an burası senin. Hangisine binmek istiyorsan söyle. Ne istersen onu yapalım." Öyle bir gülmüştü ki bana. Sanki dünya benimdi artık. Arayan gözlerle etrafa bakıyordu. Yere bıraktım ve etrafında dönmeye başladı. Durdu ve " Şu" dedi sadece. O küçük, içine dünyaları sığdırabilen elini balerine döndererek. En sıcak halimle gülümsedim ona. " Emredersiniz prenses. Hemen biniyoruz." Balerinden çocukluğumdan bu yana korkardım. Fakat onu tek başına oraya bindirecek halimde yoktu. Bizimkiler gondola binerken " Siz eğlencenize bakın, benim işim var " deyip yanlarından ayrıldım. Balerine bindiğimizde içimde berbat bir korku vardı. Elimde bir sıcaklık hissettim. Sol elime baktığımda onun minicik ellerinin benim elimin üzerinde olduğunu farkettim. Parmaklarını parmaklarımın arasına sokmaya çalışıyordu. Usulca elimi ters çevirip açtım. Eli avcumun içine yerleştiğinde içimde tek bir parça korku yoktu.. Balerin dönmeye başladığında aklımda tekrar Masal'ın silüeti yer kaplamıştı. Yanımdaki miniğe dönüp " Adınızı öğrenebilirmiyim prenses ? " dediğimde bana döndü ve o masmavi gözlerinin altında minik dudaklarını hareket ettirdi " Öykü". Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Hem gözleri, hem adı, hem kendisi bu kadar güzel bir kızın böyle bi durumda olmasına sebep olan neydi ? Bunu ona soramazdım. Balerinden indiğimizde pamuk şekeri göstererek " Çok güzel görünüyor" demişti. Utanıyordu besbelli. Ondan istiyorum demek yerine sadece bunu söyledi. " Hangi renk istersin ?" " Pembeee" çığlığıyla birkaç kişinin bize döndüğünü farketmiştim. Hemen bir tane isteyip parasını ödedikten sonra paketi açıp Öykü'ye uzattım. Dizlerimin üzerine çökmüş o'nun pamuk şekeri yemesini izlerken bir el omzuma dokundu. 30 yaşlarında bir kadın. 1.70 boylarında olmalıydı benden biraz kısaydı. Gözleri mavi, saçları kumraldı. " Ne yapıyorsun sen!" Ne olduğunu anlamadan bir adam Öykü'yü kucağına almış götürüyordu. Arkama dönüp adamın yakasına yapışmam bir olmuştu " Hemen kızı bırak!" Nasıl bir ses tonuydu bilmiyorum ama sanki herkes durmuş ve bana bakıyordu. Öyküyü kucağından indirdiği an suratına yumruğu yemişti. Kendisine gelmesine izin vermeden iki yumruk daha attığımda Öykünün " Babaa" diye adamın üzerine kapanması beynimde şimşekler çakmasına neden olmuştu. Hemen adamdan ard arda özür dileyerek adamı olduğu yerden kaldırdım;

- Ne yapıyorsun sen ? Kendini ne sanıyorsun ?

- Efendim çok özür dilerim Öyküyü kaçırdığınızı düşündüm.

- Kızımın adını nerden biliyorsun ?

      Konuşmama izin vermeden Öykü atıldı " Baba bu abi bana pamuk şeker aldı. Bide şeyyy ıııı işte şurdaki ablaya bindik" bunu söylediğinde yüzümdeki gülümsemeyi engellemeye çalıştım. Karmaşanın içinden ayrıldık. En yakın cafeye oturduğumuzda ayrıntılı konuşmaya fırsatımız olmuştu. Adamın ismi Salih ve kadınınki ise Nuran'dı. Öykünün annesi ve babası. Lunaparkta onu kaybettiklerini sanmışlardı. Öykü'nün elindeki poşette oyuncak var olduğunu ve bana " Mendil istermisin ağabey ? " dediğinde aslında burnumun kanadığını ve aslında bu yüzden mendil isteyip istemediğimi sorduğunu öğrendim. Kısa süre sonra olayın aydınlığa kavuşması sonucu cafeden ayrılıp arkadaşlarımın yanında döndüm. Çarpışan arabada çocuk gibi oynuyolardı ( Pek de farkları yok açıkçası ). Hızlıca bir tanesinede ben atlayıp aralarına katıldım. Çok eğlenceli bir gündü. Ama bitmeye mecburdu. Saat akşam 19:00 da evdeydim. Hiçbirşey istemiyordu canım. Dün gece sadece 2 saat uyuyabildiğim için çok uykum vardı. Akşam yemeğini yiyip biraz evdekilerle sohbet ettikten sonra odama çekildim. Derin bir uyku beni bekliyordu. Ama hala aklımda o vardı. Gözleri gözlerimin önünden gitmiyordu. Ne olacaktı böyle ? Çok büyük bir çıkmaza girmiştim. Düşünceler içinde uykuya dalmışım. Sabah telefonumun zil sesiyle uyandım. Beynim zonkluyordu. Ne yani akşam 20:30 dan bu yana uyuyormuydum ? Tam 15 saat! Tam elime telefonu aldığımda 26 cevapsız arama olduğunu farkettim. Dün geceden kalanlarla birlikte. Benim için pek sorun değildi çünkü hep böyle olurdu. Tek sıkıntı cevapsız aramaların sahibiydi. Ekranda yazan o yazıyı okuduğumda kalbim biraz daha ufak parçalara bölünmüştü. Garip bir his. Arayan kişi o'ydu.

Burcu...


















Gitme GülümsememHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin