Pencereyi açtım.tatlı bir sıcaklık benliğimi sardı. Sonra yan duvardaki karınca yuvasını fark ettim.
Birbirleri ardına girip çıkıyor,ağzılarındaki yiyecek parçalarını düşürmeden taşımaya çalışıyorlardı. Ne karmaşa!
Karşı evin penceresi açıldı. Madam viyolatta her zamanki gibi sardunyasını suladı.
Sadece ikisinin bildiğğ anlaşılmaz,renkli bir dil ile konuştu onunla. Kim bilir kaç zamandır yalnız başına yaşıyordu o evde tek başına.
Kıvılcım sürtündü ayaklarıma kendimi bildim bileli hayvan besledim. İlk çocukluğumda Ankarada yaşarken kırmızı gözlü iki tavşanım vardı.sonra sırasıyla kanarya kaplumbağa ve kedi...
Fakat evde geçirdikleri ilk ayın sonunda hepsi öldü.ve o gün kedinin evdeki otuzuncu günüydü.
İçerideki hava gittikçe ağırlaşıyordu. Ev kiaplar,yıllar öncesine ait dergiler ve ruhumu sarmalayan düşüncelerle öylesine doluydu ki hareket etmek mümkün değildi.
Ama yinede dışarı çıkığımda yeni bir dergi kitap ve anı koymadan geri dönemiyorum.yerler,koridor,odalar bin türlü ıvır zıvırla doluydu.
Kütüphanedeki kafatası ,yatak odasında kapının arkasında duran palyaço kostümü salondo başköşede oturan doldurulmuş ispinoz bu koleksiyonun doldurulmuş en ilginç parçalarıydı.
Devamı için yorumlarınızı bekliyorum iyi veya kötü yorumlarınızı lütfen yazınız teşekkürler...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHLAR ÜLKESİ
Novela JuvenilÇünkü insana en çok kitaplar yakışıyor ve mürekkebin kuruduğu yerde kan akıyor!!!