Bölüm 1

67 6 6
                                    

Hikayeler mutlu sonla biter her zaman. Onun istediği ise mutlu bir sonsuzdu. Hiçbir zaman bitmeyecek, sonu olmayacaktı. Hikayelerin mutlu son olması ona göre iyi bir şey değildi. Hayatı son olacak kadar basit değildi. Unutuyordu ki hayatın bize attığı kazıklar vardı. Ne olurdu ki istediği bir şey dahi olsaydı?

Uçları açılmış ayakkabılarına bakarak yokuşu çıkmaya devam etti. Ayaklarının toprak ve engebeli zeminde çıkarttığı, suyun damlamasına benzettiği sesinin olması ise yağmurun yağdığını gösteriyordu: Toprak zemin ıslanmıştı. Hava her ne olursa olsun bu yokuşu çıkıp oraya gitmesi gerekiyordu. Ayakları buz kesmiş, pantonunun diz kapaklarında ve çeşitli yerlerinde yıktıklar vardı. Üstüne giydiği kazak ise sökülmüştü. Sefillik bundan ibaret değildi ama. Onun önemsediği üstündeki kıyafetler değildi. Onun için en önemlisi ruhundaki sefillikti. Bu çok acı bir şeydi.

Kabaran öfkesini dindirmeye çalıştı fakat nafile bir şeydi ki daha da öfkeleniyordu. Dinmeyen öfkesiyle önüne gelen taşa bir tekme savurdu. Fakat bilmediği şey hamile olan karısıydı.

Genç bayan daha on dört yaşında olmasına rağmen evlendirilmiş, şimdi ise on beş yaşının başlarında üç aylık hamileydi. Karnı fazla belirgin olmamasına rağmen o hissediyordu. Bu minik varlık onun için çok değerliydi. İlk defa hissettiği bu duyguyla yedi aylık olmalarını iple çekiyordu. Çünkü o minik ayakların nasıl da yaramazlık yaptığını duymuştu. Kendisinin bu emanete mükemmel bir şekilde bakacağına, her ne olursa olsun onu koruyacağına dair tüm benliğiyle yemin etmişti.

Bir yük binmişti bu genç kadının sırtına. Evini o çekip çeviriyordu. Sabah erken saatlerde kalkar, sofrayı kurar, inekleri sağıp tavukların yumurtalarını toplar ve kocasını kaldırırdı. Kahvaltılarını yaptıktan sonra sofrayı toplar üstüne bir şalvar ve kendi ördüğü kazakla tarlaya doğru ineklerle yol alırdı.

Kavurucu sıcakla beraber temmuzun ortasında kazakla dolaşmaktan başka çaresi yoktu. Kocası tüm işi karısına yıkmazdı elbet ama işin çoğunluğu kadındaydı. Üstelik giyecek pek bir şeyi yoktu ve bu kazakla kışa kadar idare etmek zorundaydı. İki kişi olmalarına rağmen kocasının akşam sızdığı rakı sofralarında harcadığı para ellerinde ne var ne yoksa bitiriyordu.

Genç kadın yokuşu çıkarken biraz soluklandı. Tarlaların köyün en tepesinde, uç noktada olması onu çok yoruyordu; üstelik iki canlı iken. Nefesinin düzene girdiğine inandığında adım atmaya devam etti. İleride taşlık alandan geçip tarlaları ve köyü bağlayan kısımı atlatmış olacaklardı. Kocasına kısa bir süre gözü takıldı. Kederlenmiş şekilde yürüyordu. Taşlık alanda tasları bir oyana bir buyana atıp bir şeyler düşünüyordu. Genç kadın henüz kocasına hamile olduğunu söylememişti ama akşam konuyu açmayı düşünüyordu. Kendisi de yeni öğrenmişti zaten.

Yirmi yaşında olan kocasıyla görücü usulü hemencecik işi bitirmişlerdi. Babası kızını üç bin liraya satmıştı. Ona gördüğü değer ne kadar azdı. Elda çok güzel bir kızdı ve hayalleri olan birisiydi. Ama o şanslı olan kızlardan değildi. Onun babası okuyan insanı günahkar görüyordu. Kendisinin günahkar olduğunu bilmeden. Cahilliğin hüküm sürdüğü köyde padişahların şair olduğunu, onların dönemine göre gerçekten dahi olan padişahların mektep eğitimiyle büyüdüğünü bilen yoktu. Kocasının babası da onu hiç sevmiyordu. Hele valide ölesiye nefret ediyor, kocasını sürekli bu günahsız gence karşı dolduruyordu. Hoş nefret etmesinin bir sebebi ise kıskançlığıydı ya; kendine yediremiyordu.

Valide Gülhan Hanım gençliğinde evlenmeden önce çirkinliği ile dışarıdan çok tepkiye maruz kalmış bir kadındı. Kocasının çok yakışıklı olmasına karşın nasıl oldu da bu kadını seçti yıllarca konuşulmuştu. Kadın esmer ve sevimsiz suratı, olgunlaşmamış bedeni, çürümüş dişleri, kokan ağzı, zor gören gözleriyle hep insanların kaçtığı biri olmuştu. Kendine asla bakım yapmayan kadın ne dişlerini misfaklar ne de düzenli banyosunu yapardı. Ona göre tanrı bize yaşam verdiyse bize bakardı da. Ama kocası Mehmet Bey gayet statülü, bakımlı ve zeki bir adamdı. Karısının bütün kusurlarına rağmen o daima mükemmel bir adam olmuştu. Denizin mavisini alan gözleri, ince dik burnu, çıkık elmacık kemikleri ve mükemmel kalınlıkta dudaklarla yüz yapısı oluşmuştu. Uzun boyu, bakımlı dişleri, ince elleri ile Allah' ın muhteşem bir eseriydi.

Oğulları Yekta ise Allah' a inancı tam olan, beş vakit namazında, fiziksel özellikleri; babasından aldığı mavi gözleri, ince dik burnu, yuvarlak yüz yapısı, ince dudakları, uzun boyu ve kumral saçlarıyla tam eşine layık bir baydı. Karısı Elda yeşil gözlü, dik burunlu, dolgun dudaklı, çıkık kalçası, uzun olmasa da kısa olmayan boyu, gür açık kahverengi saçlara sahipti. Gayet bakımlı ve güzel bir bayandı. Eşini zamanla seviyordu ama sevmediği kötü huyları onu yıpratıyordu. Hergün kapıda kocasını sızmış bulması, annesinin dolduruşuyla Elda' yı dövmesi kabul edilemez bir gerçekti. Çünkü dünyadaki en alçak insanın şiddete başvuran olduğu bir gerçekti.

Şimdi bu yokuşun bittiği noktada Elda inekleri salmış eşine yetişmeye çalışıyordu. Sürülmüş buğday tarlaları bir kilometre ötedeydi. Bir metre kadar koştuktan sonra eşine yetişen Elda bir süre göz hapsine maruz kaldıktan sonra uzun süren sükut üç kelimeyle sona erdi:

"Kilo mu aldın?" genç bayan kısa bir süzdü kendini ardından. Eşinin teşhisi doğruydu ama bu ufak ve fazla belli olmayan karnıyla nasıl anlamıştı?

"Sanırım," dedi ve başını ayaklarına eğerek yürümeye devam etti. Tekrar sağlanan sükut kısa yolculukla birlikte hükmünü sürdürdü. İki genç fazla konuşmuyorlardı ama aralarında gizli bir bağ oluşmuştu istemeden ve bu bağın ortaya çıkması Elda' nın karnında olan minik varlığa bağlıydı.

Tarlalara gelen iki genç bir süre soluklanıp sularını içtikten sonra ise koyuldular. Orakları ellerine alarak biçmeye başladılar.

Yekta önde Elda arkada sürdükleri tarlanın en az bir ay boyunca işi olacaktı. Yekta' nın tuttuğu işçiler tarlanın yarısına yakınını sürmüşlerdi ama daha bir sürü işi vardı.

Elda elindeki orakla tarlayı sürüyordu. Karnındaki bebeğini düşürmeyerek attığı büyük adımlar Yekta' nın tam arkasında belirmesine sebepti. Güneşin tam tepede olduğu saate kadar çalıştılar fakat Elda' nın göz ardı ettiği bebeği iyi durumda değildi. Yekta ve Elda' nın bir köşeye oturup dinlediği durumda Yekta' nın annesi ve babası da gelmişlerdi. Her gün bu saatlerde Gülhan Hanım ve Mehmet Bey tarlaya gelir hasatı kontrol ederdi. Gülhan Hanım ise yemekleri getirir gelinini oğluna kötülerdi. Kadının bu bitmek bilmeyen kini ailenin iç durumuna oldukça yansıyordu. Bu dolduruşlara hemen gelen Yekta ise her gün Elda' yı eleştiriyor eğer hızını alamazsa eve gidince dövüyordu. Elinden bir şey gelmeyen Elda ise boyun eğerek olanların geçmesini beklerdi. Bir ağacın altına oturmuş olan dörtlü yemekleri yemeye koyuldular. Gülhan Hanım iyi yemek yapamazdı ama kayınvalidesinden öğrendiği kadar eli yatkındı. En iyi yapabildiği şey kuru fasulyeydi.

Yemeklerini yedikten sonra sofrayı kaldırdılar. Evlerine dönmek için ayağa kalkan Mehmet Bey bir çığlıkla duraksadı.

Elda' nın, Gülhan' ın sinsi planıyla kanaması başlamıştı.

//Bölümün Sonu//

multimedia; EDİP AKBAYRAM-Hasretinle Yandı Gönlüm / Elda' nın durumu

MAZİDEN MAHPUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin