Kış gelmek üzereydi.
Peygamber ocağının her yanında güzel bir dostluk havası esiyordu. Tecrübeli gözler ise bu dostluğun sahte olduğunu, düşmanın kuzu postuna bürünmüş bir kurt gibi pusuda beklediğini anlıyorlardı. Komutan bu nedenle sabahın erken saatlerinde koğuşa girerek, haykırdı;
-Koğuş, kalk! Kalk haydi! Sallanmayı bırakın...
Osman, yatağından fırladı ve arkadaşları gibi hızlı bir şekilde hazırlandı.
Osman uzun dönem askerlik yapıyordu. Henüz iznini kullanmamıştı. Bu nedenle izin hakkının bir kısmını kullanmak ve sevgili anacığına koşmak istiyordu. Koğuş binasının bölük komutanlığına kadar uzanan dar yolunun iki tarafı kırmızı, beyaz, çeşit çeşit güllerle çevriliydi. Adeta gül bahçesini andırıyordu. koğuştan çıktığında yolunun üzerindeki gülleri görmek, birbirinden güzel gülleri seyretmek ve o güzel kokularını duyumsamak büyük keyif veriyor, onu rahatlatıyordu. Değişik renk ve ebattaki güllerin arasında bir tane gül vardı ki o hepsinden farklıydı. Bir tane kırmızı gül... Onu seyretmekten büyük zevk alıyordu.
Gözleri kırmızı gülü görür görmez adeta ona kilitlendi. Ne başka tarafa bakabiliyor ne de gidebiliyordu. Çünkü anacığının kokusunu hatırladı. Evet, o gül de anacığının kokusu vardı. Anacığı da bu gül gibi kokuyordu. Gözleri ıslandı birden. Gülün dikenine aldırmadı, onu sevip okşadı. Annesine olan özlemi iki kat artmıştı. Güllerin dikeni ona hayatın zorluğunu anlatırdı. O sırada "Kırmızı gül demet demet" türküsünü mırıldanmaya başladı.
Türkülerimiz; özümüz, geçmişimiz, geleceğimiz... Asırlar boyu Anadolu toprakları türlü acılara, sevinçlere, umutlara yaşanmışlıklara ve daha nice olaylara sahne olmuştur. Türk kültürünün özünü oluşturan Anadolu ve Anadolu Halkı, duygularını, düşüncelerini, özlemleri ve aşklarını en iyi türkülerle anlatmıştır.
Annesi, sabahın ilk ışıkları ile uyanır, bahçedeki o güzel ve rengarenk gülleri sulardı. Anne hasretinin verdiği heyecan ve ona kavuşma isteğiyle bölük komutanına gidip iznini kullanmak istediğini söyledi. 2 gün izin yeterliydi. "Peki," dedi komutan. 1'er günde gidiş geliş yol izni veren komutan, izin kağıdını imzaladı. Osman, izin kağıdını cebine koydu ve vakit kaybetmeden eve doğru yola koyuldu... Yolda askere gelişi aklına geldi. Babasının ölümünden sonra anacığı ile birlikte yaşıyordu. Günlerden bir gün ana oğla bir haber gelmişti. Askere çağırıyorlardı. Ayrı düşmek de varmış. Zamanı gelince anacığı ile helalleşip, hayır duaları ile yola koyulmuştu.
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra eve gelmişti.
Kapı tokmağının vurulmasıyla içi cız eden Hatice Ana oturduğu yerden doğrulup, ağrıyan dizini ve belini tutarak aşağıya indi.
-Geldim, geldim! Diye haykırdı. Merdivenlerinden ağır ağır indi.
Kapıda bekleyenin acelesi olmalıydı. Tokmağa bir dokunmuş, bir daha bırakmamıştı; peş peşe vuruyordu.
Hatice Ana, kızgınlıkla ve telaşla kapıyı açtı. Önce hayal görüyorum sandı. Gözlerine inanamıyordu. Biricik asker oğlu Osman karşısında dikiliyordu. Büyük bir sevinç ve heyecanla haykırdı:
-Osman!
Bir hayret nidası gibi dökülmüştü dudaklarından. Çok gururluydu. Asker anasıydı... Kısıtlı zamanı iyi değerlendirmek istiyorlardı. İki gün çabuk geçerdi. Ana oğul konuştukça konuştular. Hatice ana, oğlunu kokladıkça kokladı. Birbirlerine olan hasret ve özlem bitmek bilmiyordu.