Bir Ağustos gecesi, eski köy evinin yıkılmaya yüz tutmuş toprak damında yüreğini dinliyordu Ahmet.
Tarlalardan gelen saman kokusu ve çekirge sesleriyle hayallere dalmıştı...
Ahmet Uzun boylu, geniş omuzlu, siyah dalgalı gür saçları geriye doğru taranmış, ince bıyıklı, diz altına kadar uzun siyah kaşe paltolu, eli valizle, siyah iskarpin ayakkabılı yabancıya takıldı.
Merakla yanında duran, çeşme başında su sıra bekleyen arkadaşına göz işareti etti...
- Kim ki şu gelen...
Sıra bekleyen diğer kızlar da yönünü bu yabancıya çevirdi. Birbirlerine soran gözlerle baktılar. Bir taraftan da başlarından kayan yemenilerini çözüp kulak arkasından sıkıca
bağlayarak düzeltip kendilerine çeki düzen verdiler...
Kızlar çiçekli şalvarlarını düzeltip üzerilerine giydikleri çiçekli penyelerini çekiştirerek kendi aralarında gülerek cilveleştiler
Ahmet ise bu sözleri duymazdan gelerek yoluna devam etti...
Köyleri tarih boyunca çeşitli dinlerin, inançların bir arada yaşadığı bu özelliğini bugün de korumakta, İslam, Hristiyan'ı, Yahudi "si, Kürdü ve Alevi'siyle inançları iç içe yaşamak-ta, Cami, Cem Evi, Kilise ve Havra yanana varlıklarını ve fonksiyonlarını sürdürmektedir.
Toplumun sahip olduğu ortak kültür nedeniyle inanç farklılıkları hiçbir zaman problem olmamış, bu farklılıklar kültürel yapının bir zenginliği olarak kabul edilmiştir.
*
Ahmet gece rahmetli babasını hatırladı. Orta boyda, hafif göbekli, palaya yakın bıyıkları olan sert mizaçlı bir insandı. Hayata karşı hep öfkeli bir adamdı.
Yaşadığı daimi başarısızlık hissiyle oğlunun hayatını çalmakta ve bir babadan yoksun bırakmaktaydı. Köyde de sevilen bir adam değildi.
Zaman acımayı bir kenara bırakmıştı. Kalbi çok kırıldığından dili ağır geliyordu köy halkına.
Babası babasının küçük yaşta ölümü nedeniyle örf ve adetlere göre 12 yaşındayken 9 yaşındaki halasının kızıyla evlendirilmişti... Küçük yaşta evlenmenin sorumluluğu da ağır gelmişti babasına.
Ahmet az ama sık sık yemesine babaannesi de;
-Baban da, az yer, az içer, az konuşur, çok dinler, çok okur, çok düşünürdü. Bedeninden çok, gönlünü beslemeye çalışırdı. Çünkü beden tükenir, gönül ise beslendikçe çoğalır.
Gurbet! İnsanları eşinden, sevdiğinden, yarinden ayıran ölümden beter ayrılık...
Hasret öylesine yakıyor ki yüreğini, adeta dünyayı unutturuyor.
Ölenin hasretine, yokluğuna, yürek yangınına dayanıyor da insan...
Yaşayanın hasretine dayanamıyor. Çünkü ölen için ümit yok. Biliyor ki dönülmez bir yerde...
Lakin yaşayanın hasreti öyle mi? Ona katlanmak ölümden beter yakıyor insanın içini... Özlemin azı çoğu da olmuyor özlem özlemdir...
Her anında hissediyor yüreğine çöreklenen yakıp kavuran sevdiklerinin hasreti...
Yükün Kardeşlikse, Belin Bükülür Ama Yüreğin Bükülmez
Ahmet'in annesi hamileydi. İlk çocukları kız çocuk olduğunda babası;