Bölüm Beş: Gri Nefret

114 10 7
                                    

  Ağaç neden döker yapraklarını? Onlardan sıkılmış mıdır yoksa yapraklar gizliden gizliye aşık mıdır toprağa ve ağaçtan kurtulup özgürlüğüne kavuşacağı o anı mı bekliyordur...

Seung Hyun ağabeyinin yüzüne patlayan tokatla daha da sıkı kapattı gözlerini. Uykusundan onu aşağıdaki bağırışlar uyandırmıştı. "Öyle olmuyor o iş!" diye bağırdı Dong Wook yediği tokatı umursamadan. 17 yaşında babasına kafa tutuyordu. Düştüğü yerden kalkıp babasının karşısında dikildi. "Cebine parayı koyuyorum o yüzden babayım ben. Demekle olmuyor o iş." Dong Wook gözlerini sabitlediği babasından bir dakika ayırmıyordu. O sırada merdivenlerden en fazla yirmilerinin sonunda olan bir kadın indi. "Gelmiyor musun aşkım? Seni bekliyorum." diyip sahte bir üzgünlükle dudak büktü. Şimdi her şeyi anlamıştı Dong Wook. "Bunun yüzünden miydi?" diye sordu babasına merdivenin başında açık saçık giyinen kadını göstererek. "Doğru konuş!" gür ses salonda yankılandı. Bu sefer sesi fısıltı şeklinde çıkmıştı Dong Wook'un. "Bu sürtük yüzünden miydi? Bunun için mi kovmaya çalıştın Seung Hyun'u evden? Çocuk lan daha o!" gözleri karşı duvara sinmiş kardeşini buldu. Biraz bekledk ve bugün öğrendiği, hayatına bomba gibi düşen o şeyi sordu. "Yine, insanların canını yaktın. Babalarına duyduğun öfke yüzünden... İki çocuğun canını yaktın..."  Daha sonra, göğsünde onu ileri iten bir el hissetti. Babası(!) bu sefer oldukça sakin duruyordu. "Defol." dedi sadece. Daha sonra arkasındaki küçük oğlana döndü ve parmağını sırayla ikisinin üzerinde gezdirip "Defolun. İkinizde." dedi. Bu adam, biri on üç diğeri on yedi yaşındaki iki oğlunu, gece karanlığında sokağa atarken bir saniye tereddüt etmemişti. Seung Hyun ne yapacağını bilemeyip ağabeyine bakarken, Dong Wook son kez olacağını umarak babasının gözlerinin içine baktı ve daha sonra yanından geçip korkudan duvara yapışan kardeşine elini uzattı. Montları alıp evden çıkmadan önce arkasını döndü ve babasının içerdiği nefretin altında ezilmesini umduğu o kelimeyi söyledi. "Senden tek bir isteğim var. Lütfen... Geber."

Seung Hyun'un eli, iki defa kapı koluna gidip geldi. O günkü gibi yine ne yapacağını bilemeyip ağabeyine bakıyordu. O sırada Dong Wook, Seungri ve Daesung'a dönerek "Köşedeki odaya gidin. Burda olduğumuzu bilmesin." dedi ve onların peşinden gitmeden önce, kardeşine güven verici bir bakış attı. Köşedeki odaya ilerledi ve kapıyı içeriyi izleyebileceği şekilde aralık bıraktı.

Geniş salonda tek başına kaldığını anlayan Seung Hyun kapıyı açtı. Karşısındaki adam, onu dehşete düşürecek gibiydi. Sanki zaman onun için ters yönde akmıştı. Saçına düşen beyazlar da olmasa, emin olacaktı hâlâ o geceyi yaşadıklarından. İlk defa bu kadar net fark etmişti, babasından uzun olduğunu. "Sanırım..." dedi kapıda duran adam söyleyeceklerini düşünür gibi bir halde. "Sanırım konuşmamız gerekiyor oğlum." Duyduğu son kelimeyle birlikte Seung Hyun'un içi tiksinme duygusuyla doldu. En son, on bir sene önce o adamın dudaklarından çıkan 'oğlum' kelimesi içine huzur yaymıştı. Hiçbir şey söylemeden öylece karşısındaki orta yaşlı adama dikti gözlerini ve içeri geçebilmesi için birazcık kenara kaydı.
Orta yaşlı adam, sırtında yılların yükünü taşıdığını belli edercesine kambur yürüyordu. Seung Hyun'un işaret ettiği koltuğa doğru ilerlerken, birazdan yapacağı itirafın pişmanlışı içinde çığ gibi büyüyordu.
Yalnızca Dong Wook değil, diğerleri de bu adamın Seung Hyun ile konuşacaklarını öğrenmek için onları dinliyordu. Taeyang'ın içini nereden geldiğini bilmediği bir endişe kapladı. Bütün iliklerine kadar dondu,tıpkı, buzlu bir suya atılmış gibi...
Taeyang, elindeki telefonun titremesiyle kendine geldi. Telefonun ekranına bakarken yüzünde anlamsız ve boş bir ifade vardı. Daha sonra gelen mesajı gördü. Önce öylesine bir mesaj olduğunu düşünüp silecekti ki, merakına yenildi ve mesajı açtı.

"Kral ile Köle arasındaki tek fark makam mıdır? Hayır. Açtıkları kapılardır. Peki, asla birbirine açılmayacak kapılara ne demeli? Kilitlerindeki uyuşmazlıktan mı ibarettir, yoksa sadece kader midir? Dur. Sanırım bu soru çok zor oldu. O geceyi hatırlıyor musun? O gri nefret kokusunun sindiği karanlık depoyu... Orda bir çocuk vardı. Daha yedi yaşında olan hani şu, umutları o gece ölen çocuk. Hayatı yeni bir başlangıç adı altında katledilen, boynuna bir halat geçirilen çocuk... Tanıdık geldi mi sana? Onu da hatırlıyor musun? Birazdan salonda oturan o yaşlı adam, sana o çocuğu anlatacak. Ve o çocuğun, yalvardığı ağabeyini. Dikkatli dinle. Çünkü, bu hikayenin baş rolü sensin Dong Young Bae. Bu oyunu kaybeden sensin. Kim olduğumu mu merak ediyorsun? Az kaldı. Tanışacağız. Gerçi çoktan tanışıyoruz ya... Sadece, dinle şu adamı ve hikayedeki yerini bul.

-❄''

Taeyang, telefonun ekranına bakmaya devam ederken, aklı ondan habersiz ruhunun anılar denizine daldı. Hatırlamaz olur muydu... Babasına nefret duyan bir iş adamının, kendisini ve yedi yaşındaki kardeşini kaçırdığını nasıl unuturdu? Ya da yedi yaşındaki ufacık çocuğun, ölümü olan o ip boynundan geçirilirken "Korkuyorum..." diyen fısıltısını...
Taeyang dolan gözlerini başını iki yana sallayarak gizlemeye çalıştı. Aklında canlanan her anı onu içinden çıkılmaz bir ızdırabın sınırlarıma dahil ediyordu. Dikkatini salonda birazdan geçecek olan konuşmaya vermeye çalıştı.

"Anlat." dedi Seung Hyun sert ve emredici bir ses tonuyla. Adam oğlunun gözlerinin içine baktı. Tereddüt etmesinin nedeni, bunca sene sonra birilerine anlatacağı şeydi. "Bir adam vardı." dedi. Ama devamını getiremedi bir türlü. Gözünü etrafta gezdirdi. İnceliyormuş gibi çevresini. "Sonra! Yine kimin canını yaktın söyle!" diye bağırdı Seung Hyun bu sefer. Yaşlı adam ağlamaya başladı bir anda. "Bir adam vardı. Gençtim. Nefretim gözümü kör etmişti! Daha sonradan öğrendim iki çocuğu varmış. Bir gece ikisini de kaçırttım. Küçük olan yedi büyük olan on yaşındaydı..." adam bir türlü devam edemiyordu ve bu Seung Hyun'un sinirini daha da alevlendiriyordu. "Devam et." dedi sağ elini yumruk yapıp. Duyacaklarından bir çocuk gibi korksa da belli etmemeye çalıştı. "Küçük olanı... Aptalım işte! Küçük olanı öldürdüm o gece..." Seung Hyun boğazında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti.  Yıllarca babasını kendi kafasında şekilden şekile sokmuştu. Bir yalancı, dolandırıcı, hırsız, iş adamı, şiddet meğillisi bir psikopat... Ama bu ilkti. İlk defa, bir katildi gözünde babası. "Ne yaptın lan sen!" diye gürledi farkında bile olmadan Seung Hyun. Yaşlı adam titreyen elleriyle oğlunu sakinleştirmeye çalıştı. "Tahmin etmemiştim oğlum. O çocukların anneleri delirmiş bu olaydan sonra... Büyük olan çocuğu yetimhaneye vermişler. Daha sonra, ordan bir kız ile kaçmış." adam konuştukça tıkanıyor ve ağlamaya devam ediyordu. O sırada Seung Hyun içinden çıkamadığı karmaşalar yaşıyordu ve aklına gelen ilk soruyu sordu. "Büyük olan çocuğa ne yaptın?" Yaşlı adam başını sağa sola salladı. "Hiç. Hiçbir şey. Onu buldum. Ve kızı da. Hayatını mahfetmiştim o çocuğun ve suçluluk duygusu içimi yiyip bitiriyordu. Bende yanıma aldırdım adamlarımdan biri olarak. Daha doğrusu... Senin adamlarından biri olarak. Tanışmanız tesadüf gibi planlandı. Ama hepsi benim kurduğum düzenin parçasıydı ve şu an o çocuk senin en güvendiğin adamlarından biri..." Seung Hyun'un iyice kafası karışmıştı. Her yerden bir saçmalık çıkmak zorunda mıydı! "Kim?" diye fısıldadı. "Kimdi o çocuk!" gözlerini yaşlı adamın gözüne sabitledi ve bir yanıt bekledi. Adamın verdiği yanıt ise, hayatını değiştirmeye yetmişti. "Taeyang..."




Nasıl gidiyor? Gidişatı beğeniyor musunuz? Öneriniz varsa yazabilirsiniz.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 12, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KapılarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin