Sabah uyandığımda üstüm örtülüydü. Yaz olduğu için terlemiştim. Gün ışığı usulca pencereden giriyordu ve kuşlar ötüyordu. Belki de ilk defa bu kadar mutlu ve huzurlu uyanmıştım bir sabaha. Odamın kasvetli havası olmadan ve yalnızlık olmadan uyanmıştım. Yatakta birkaç esneme taktiği uyguladıktan sonra sonunda yataktan kalkabilmiştim. Odadaki boy aynasında dağılmış uzun, belime kadar uzanan saçlarıma baktım. Yağlanmış ve pis gözüküyorlardı. Saçlarımı parmaklarımla taradıktan sonra üstümü düzelttim ve kapıya ilerledim. Yavaşça kapıyı açtıktan sonra salona doğru yöneldim. Koray hala koltukta uyuyordu. Battaniyesi neredeyse üzerinden düşmek üzereydi. Onu uyandırmamaya çalışarak üzerini örttüm. Saçları dağılmıştı. Uyurken daha tatlıydı. Bu arada duvardaki saate baktığımda saat daha sabahın sekiziydi. Kahvaltı hazırlamak için dolabı açtım ama buzdolabını açmamla birlikte gözlerim de fal taşı gibi açıldı. Dolapta sadece bir dilim peynirle iki üç tane siyah zeytin vardı. Dolapta daha çok bira ve enerji içecekleri vardı. Yüzümü buruşturdum. İstasyona giderken bavuluma biraz para aldığımı hatırladım ve paranın bir kısmını alıp üzerime ince de olsa bir hırka giyip markete gitmek üzere yola koyuldum. Motorla eve gelirken etrafa bakmadığım için kendime kızmıştım. Sabah erken olduğu için marketlerin çoğu kapalıydı. Dar sokaklardan geçip yürüdüğümde sonunda köşede kepenklerinin yeni açıldığının belli olduğu bir market görmüştüm. Hemen içeri girdim. Bir paket beyaz peynir, biraz zeytin, taze ekmek, çay, domates ve salatalık aldım. Kasaya gittiğimde kasiyer kendine uzatılan yiyecekleri alıp kasadan geçirdi ve kaç lira tuttuğunu söyledi. Parayı verip yiyecekleri de poşete koyup marketten çıktım.
Binanın önüne geldiğimde cebimdeki anahtarlığı çıkardım ama o kadar çok anahtar vardı ki ayırt etmek mümkün değildi. Bende teker teker hepsini denemek zorunda kaldım. 8. denediğim anahtarda buldum ve kapıyı açıp içeri girdim. Bir an merdivenlerden çıkacağımı hatırladım. Alışık değildim merdiven çıkmaya çünkü oturduğum ev bahçeliydi. Merdivenleri elimde torbalar nefes nefese çıktıktan sonra yine anahtarlığı çıkardım ve anahtarları denedim. Çok sürmeden kapıya uyan anahtarı buldum ve kapıyı yavaşça ses çıkarmamayı umarak açtım. Converse'lerimi çıkardıktan sonra mutfağa yöneldim. Torbaları tezgaha bıraktıktan sonra salona Koraya bakmaya gittim. Koltuğa baktığımda yoktu. Diğer odalara baktım oralarda da yoktu banyonun da ışığı yanmıyordu. Bir an telaşlansam da sonra balkona bakmak aklıma geldi. Oradaydı ve bir elinde sigara diğer elinde bira dışarıyı seyrediyordu. Kapıyı açıp utangaç bir şekilde yanına gittim. Sigaradan aldığı dumanı havaya üfledikten sonra birasından bir yudum aldı. Onu böyle görmek garipti. Sigara içiyordu. Biraz da olsa şaşırmıştım. Sigarasını yine dudaklarının arasına götürünce ani bir hamleyle sigarayı dudaklarından aldım ve soğuk balkon taşında söndürdüm. Bana rahatsız bir bakış attı ama umurumda değildi. "Markete gidip birkaç birşey aldım hadi yardım et de kahvaltı yapalım." Dedim yardım etmesini umarken. Biraz istemez gibi oldu ama kolundan tutup sürükleye sürükleye mutfağa götürünce itiraz edemedi. Doğrama tahtasını alıp salatalıkları doğramaya başladı. Bende beyaz peyniri tabağa yerleştiriyordum. Koraya bakmak için yanımı döndüğümde dehşet içinde ağzım açık kaldı çünkü salatalıkları öyle bir doğramıştı ki birisi çok inceyken birisi cidden çok kalındı. Küçük bir kahkaha atıp gözlerimi devirdim. Bıçağı elinden alırken "Tamam neden yardım etmek istemediğini anladım." Diye dalga geçtim ama gerçekten dalga geçilesi bir yanı vardı. "Ama ben sana demiştim yapmak istemediğimi" diye karşılık verdi. "Tamam bari şu tabakları koy deyip eline tabakları ve çatalları tutuşturdum. O sofrayı kurdu bende domatesleri salatalıkları doğrayıp zeytinleri peynirleri yerleştirdim. Birlikte sofraya oturduğumuzda ilk hiç konuşmadık ama sessizliği bozmaya karar verdim. "Ee kaç yaşındasın?" Diye sordum tabağımdaki zeytine çatalımı batırmaya çalışırken. O da ağzına peynir attı. "24"
"Bende 22 yaşındayım."
"Daha küçük gözüküyorsun." Dedi. Küçük gözüktüğümü biliyordum. Zaten pek fazla birşey yemezdim. E bir de yapım da zayıf ve ufak tefek olunca olduğumdan daha küçük gözüküyordum. "Senin ailen yok mu?" Diye sordum bu sefer de. Gerçekten merak ediyordum. "Benim ailem yok dostlarım var." Sesi daha kalın çıkmıştı ve gözleri daha da kararmıştı. "Senin ailene ne oldu?" Dedi ekmekten bir parça alırken. İştahım kaçmıştı. "Dediğim gibi benim de ailem yok uzun bir zaman önce vefat ettiler." Diye karşılık verdim. Yalan söylemiştim çünkü gerçekleri anlatmak istemiyordum. Yaşadıklarıma ben bile inanmak istemezken nasıl ona anlatırdım? Gözlerim dolar gibi oldu da hemen gizledim. En iyi yaptığım şeydi zaten... "Senin ailen de mi vefat etti?" Diye sordum yalanımı devam ettirirken. "Hayır, ben küçükken beni komşularına bırakmışlar ve gitmişler. Kimse nereye gittiklerini bilmiyorlar. Ben annemi ve babamı hatırlamıyorum. Bir komşumuz vardı sakine teyze diye o bakıyordu bana. E o da ölünce kendime bir iş bulmam lazımdı. Bende gitar çalmaya başladım. Aslında bu ev sadece benim değil arkadaşımın da evi birlikte ödüyoruz kirayı." Diyerek karşılık verdi soruma. İlk defa bu kadar uzun konuşmuştu benimle. "O arkadaşın nerede şu an?"
"Sen çok soru sormaya başladın ama ufaklık sen kurallarımı dinlemedin ama kurallar arasında gevezelik yapmamak da vardı." Dedi tatlı bir gülümseme yerleşirken suratına. "Ama ben..." Demeye kalmadan elime tabakları tutuşturup "Sen cidden fazla konuşuyorsun, hadi çok konuşma da şunları mutfağa götür." Dedi elime tabakları tutuştururken. Mecburen dediğini yaptım ve tabakları mutfağa götürüp yıkadım. Koray da yatak odasına gitmişti. 10 dakika sonra Koray giyinik bir şekilde geldi. Ben bulaşık yıkamayı yeni bitirmiştim ve ellerimi kuruluyordum. "Benim ufak bir işim var minik sen evden dışarı çıkma akşama doğru seni almaya gelicem." Dedi hırkasını giyerken. Gittiği için üzülmüştüm ama akşam beni bir yere götürecekti. Bunun için de heyecanlıydım. Korayı kapıdan geçirdikten sonra bende televizyonun altındaki rafta duran CD lere baktım. Konusu "Romantik Komedi" olan bir film bulduktan sonra CD yerine koydum ve çalıştırdım. Onu izlerken de göz kapaklarım ağırlaştı ve gözlerime yenik düştüm.Koray'ın bakış açısından
Apartmandan çıktıktan sonra telefonumu elime aldığım gibi Ateşi aradım ve depoya gelmesini söyledim. Motora bindiğim gibi bende depoya gittim. Deponun önüne geldiğimde içeri girmedim ve Ateşi bekledim. Cebimden sigara çıkarıp sigara içtim. 2. Sigaramın sonundaydım ki Ateş motoruyla göründü. Sigarayı yere atıp ayağımla söndürme zahmetinde bile bulunmadan Ateşe doğru yürüdüm. Biraz sonra bir kere daha o pislik, şerefsiz adamı görcektim. Nefret ediyordum ondan. Öldürmemek için zor tutuyordum kendimi. Çünkü lazımdı bana. Ailemin yerini bilen tek kişiydi. Ama söylemiyordu işte siktiğimin çocuğu. Bu depoda tutuyordum onu. Kuru ekmek ve biraz da su veriyordum her gün. Ama yinede direniyordu. Ne isterse yapacaktım ama o benden birşey yapmamı istemiyordu. Aklınca bana acı çektirmek benden intikam almak istiyordu. Tabii geçmişte az çektirmemiştim. Herkesin önünde beni küçük düşürmüştü. Zavallıymışım gibi davranmıştı. Bende onu bir gün öldürene kadar dövmüştüm. Tanınamayacak hale gelmişti o piç. Az bile yapmıştım. Ama o gece ailemin yerini bildiğini söylediği gece delirmiştim resmen. Şok geçirmiştim. Üstüne yürümüştüm yine şerefsizin, ağzını burnunu kırmıştım, sonra bu depoya tıkmıştım. Ailemin yerini söyleyene kadar çıkamayacağını söylemiştim ama aptal aptal sırıtmıştı sadece.
Depoya girdiğimde büyük, uzun çelik kapıdan geçtikten sonra onun olduğu odaya gelmiştim. "Aç kapıyı Ateş" dedim öfkeli bakışlar atarken. Her buraya geldiğimde kendimi aşırı derecede gergin hissediyordum. Ateş kapının kilidini açtığında kapıyı elimle ittirdim ve içeri girdim. Elleri bağlı bir şekilde duruyordu yerde. "Atakan, kalk ayağı" dedim güçlü görünmeye çalışırken. Bağırmıştım. Kalkmayınca yakasından tutup hızlı ve acımasız bir şekilde ayağı kaldırdım. Gözlerime baktı ve pis pis sırıtmakla yetindi. "Hala söylememek için direniyor musun?" Diye sordum bende onun gözlerinin içine bakarken.
"Burada gebersem de söylemem"
"Peki o zaman bedelini ağır ödeyeceksin." Dedim o aciz bedenini yere atarken. "Ne yapacaksın öldürecek misin beni?" Doğrulmaya çalıştı ve zor da olsa ayağı kalktı. "Hayır. Bedelini sevdiklerinle ödeyeceksin." Söylediğim şeyin beyninde defalarca yankılandığını anlayabiliyordum. Vurulmuşa döndü. Köşeye gitti ve çömeldi. "Sana son kez soruyorum, söyleyecek misin? Söylemeyecek misin?" Biraz düşündü ve sonra o pis gözlerini bana çevirerek "Hayır, istediğini yapmayacağım." Dedi. Bundan sonra olacaklardan ben sorumlu değildim. Canın nasıl isterse bakışı attım ve omuzlarımı silktikten sonra kapıyı açtım ve hızla dışarı çıktım. Ateş beni bekliyordu kapının önünde. "Gidelim." Dedim ve koşar adımlarla depodan uzaklaştım. Motorlarımızın önüne geldiğimizde Ateşe doğru döndüm ve "Sen git ben bara gideceğim." Dedim. Ateş başını salladıktan sonra motoruna bindi ve hızla uzaklaştı. Ateşle 18 yaşımdayken tesadüf eseri bir barda tanışmıştım. Zamanla iyi arkadaş olduk. Bütün pis işlerimi ona yaptırıyordum doğru ama o kadar da çok güvenmiyordum. Ben kimseye güvenmezdim. Çünkü küçükken bana güven aşılayacak bir ailem olmamıştı. Öğütler veren ve üzerime titreyen bir annem de yoktu. Aile, güven, mutluluk nedir bilmezdim.Motora bindiğimde kaskı taktım ve gaza bastım. Yolda giderken Atakan'a ne yapacağımı düşünüyordum. "Bedelini sevdiklerinle ödersin" demiştim ama ne yapacağımı bilmiyordum. Kız kardeşinden başka kimsesi yoktu. Kız kardeşi de ayrı bir evde yaşıyordu. Evinin adresini biliyordum. Kardeşini öldürmekle tehdit edip göz dağı verebilirdim ona. Evet bu iyi bir fikirdi. Ve yapacaktım. O benim canımı fazla yakıyordu ve bende onun canını yakmaktan hiç çekinmeyecektim. O pislik umurumda bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstasyondaki Gitarcı
ChickLitAlev artık yalanları, ilgisizliği, yalnızlığı kabullenemeyeceği bir günde kendini bir tren istasyonunda, elinde sadece gidiş olan bir biletle, ağlamaktan gözleri şiş bir halde buldu. Tam o anda kulaklarına dolan o muhteşem melodi ve eşsiz bir sesle...