0.0

62 9 2
                                    

•Accident•

İki katlı olmasına rağmen çok da büyük olmayan evden taşan kahkaha sesleri bütün sokağı dolduruyor, dışarıda kuşlar şakıyor, komşular bahçede oturmuş çaylarını içiyorlardı. Bu sevimli mahallenin neşe kaynağı olan kahkahaların sahibi ise dışarı çıkacak olmanın sevinciyle dolup taşıyordu.

Evin içinde tatlı bir telaş vardı. Dan ve Melissa uzun bir zamandan sonra küçük kızlarını da alıp her şeyden biraz daha uzaklaşabilecekleri için mutlulardı.

Bir süredir Dan hastanede kalan annesi yüzünden rahat uyuyamıyordu. Annesi yaşlıydı ve üç ay önce geçirdiği kalp rahatsızlığından ötürü doktor yoğun bakımda kalması gerektiğini dile getirmişti. Bu sadece Dan'i değil, tüm aileyi etkilemişti. Sonunda bu kötü zamanları da atlatmanın verdiği mutlulukla bir süre buradan uzaklaşma ihtiyacı duymuşlardı.

Dışarı çıkmaya hazırlandıkları dakikalar boyunca Amber daha da heyecanlanıyor ama yine de koşuşturmaya devam ediyordu.

Öğleden sonra hava az da olsa serinlediği zaman Dan hazırladıkları çantaları teker teker arabaya yerleştirmeye başlamıştı. Saat yediye gelirken hava hafiften kararmaya başlamıştı. Amber artık sıkılmış, annesinin elinden çekiştirip duruyordu. Melissa'nın huzursuz olduğunu gören Dan ise isterse bugün değil de yarın da yola çıkabileceklerini söyledi.

''Sorun yok, hem Amber'e baksana sabahtan beri heyecanlı. Hem iyiyim ben geçer birazdan. Hadi çıkalım artık.''

Melissa açık kalan son ışığı da kapatırken evine göz gezdirdi ve derin bir nefes aldı. Sanki bir daha dönemeyecekmiş gibi hissediyordu.

Dan, Melissa ve Amber yola çıkalı bir buçuk saati geçmişti. Yarım saat, kırk beş dakika boyunca bağırıp şarkılar söyleyen, sürekli gülen Amber heyecanına yorgun düşmüş ve uyuyakalmıştı. Hayatlarının belki de en güzel anlarından biriydi. Kızının kahkahaları Melissa'nın içindeki tüm kötü hissi beyazıyla sarmış ve yok etmişti.

Sanki saatler dakikalara, dakikalar saniyelere dönüyordu, zaman çok hızlı geçmiş, saat gece yarısını gösteriyordu. Dan dışında herkes uyuyordu. Amber uyurken bazen sayıklıyordu ama onun dışında herhangi bir sorun yoktu.

Dan'in uykusu artık tüm vücudunu ele geçirmeye başlamış, oyuncağına sarılan bir çocuk gibi onu sarıyordu ve Dan bunu fark ettiğinde yarı uyuyor sayılabilirdi.

Melissa'nın kulak tırmalayan çığlığı ve karşıdan gelen keskin korna sesiyle gözlerini açtığında karşısında gördüğü beyaz araba farıyla her şey için geç olduğunu çoktan fark etmişti. Melissa'nın çığlıkları ve Amber'in ağlama sesiyle direksiyonu hızla kavradı ve sola doğru sert bir şekilde çevirdi. Karşı arabadaki kişileri kurtarırken bunun onu ve ailesini ölüme bir adım daha yaklaştırabileceğini düşünmemişti. Araba yuvarlanıyor ve taklalar atarak ağaçlık alanın içinde savruluyordu. Sonunda sert bir ağaca çarpıp durduğunda arabanın camları patlamış, Amber ön ve arka koltuklar arasında, Dan direksiyon ve kendi koltuğu arasında, Melissa ise koltuğuyla ön cam arasında sıkışmıştı. Etrafta Amber'in ağlama sesi ve radyodan çıkan cızırtılı sesten başka bir şey duyulmuyordu. Yavaşça kesilen ağlama sesinden sonra çalan melodi sanki ölümü aşmak istercesine hüzünlüydü.

Dan Melissa'nın dudaklarının arasında kaçan bir damla kanla son gücünü de kullanarak elini sevgilisinin eliyle birleştirdi. Ne demişti: ''Ölümde ve yaşamda Melissa Brown, ne olursa olsun elini asla bırakmayacağım.'' Sözünü tutuyordu. Son nefesi olduğunu biliyordu. Başparmağı zorda olsa Melissa'nın elini okşuyordu, onu rahatlatmak istiyordu. Bu dünyada geçireceği son dakikalarda bile huzurlu olmasını istiyordu.

It's too late to apologize, it's too late
(Özür dilemek için çok geç, çok geç.)
I said it's too late to apologize, it's too late
(Özür dilemek için çok geç, dedim, çok geç.)
I said it's too late to apologize, yeah
(Evet, özür dilemek için çok geç dedim.)
I said it's too late to apologize, yeah
(Evet, özür dilemek için çok geç dedim.)

İkisinin kalbini de paramparça eden şarkı kulaklarını doldururken Dan'in kalbinden kopan bir damla yaş yanaklarından süzüldü. Melissa gözlerini açık tutmak için zorluyordu, sanki son kez her detayına kadar ezberlemek istiyordu sevgilisinin yüzünü. Ne kadar dayanabilirdi ki? Yüzünde minik bir tebessüm, dudaklarında kanın verdiği acı tat ve yanaklarında son isyanları gözyaşlarıyla birlikte kapattı gözlerini.

''Üzgünüm.'' dedi Dan, onu duyamayacağını bildiği halde. ''Her şey için üzgünüm.''

Yaklaşık on beş dakika sonra polis ve ambulans geldiğinde kimse böyle bir kazadan sağ kurtulabilecek birinin olabileceğini düşünmüyordu. Neredeyse ikiye katlanmış bir araba, etrafa saçılmış camlar ve yerde minik bir kan gölü vardı. Olay incelemeden gelmiş kadın dolu gözlerle yerdeki oyuncağa baktı.

''Onlar sadece bir aileydi Steve, bunu hak etmemişlerdi.'' Yanındaki iş arkadaşına doğru fısıldadı. Etrafta bilgiler dışında dönen bir konuşma yoktu.

Her yer sessizliğe gömülmüşken arabadan gelen ağlama sesi herkesi şaşırtmıştı. Yarım saatlik bir çalışmadan sonra iki koltuk arasından kurtarılan Amber hemen hastaneye gönderilmişti. Amber yaklaşık bir ay boyunca hastanede kalmıştı. Vücudundaki kırıklar ve hasarlar nedeniyle doktorlar uyanmasının onun için çok da sağlıklı olduğunu düşünmemişti.

Gözlerini açtığında gördüğü tek şeyin hiçbir şey olacağını bilse açar mıydı gözlerini, bilinmez. Annesi ile yapmayı en sevdiği şeylerden biriydi belki de boyamak, bir şeyler çizmek. Amber'in ise asıl korktuğu çizmek değildi aslında, renkleri unutmaktı korkusu. Bir daha hissedememekti mavinin verdiği huzuru, sarının verdiği neşeyi. Korkuyordu çünkü bir gün her şeyin silineceğini ve sadece karanlıkta kalacağını biliyordu. Karanlığın onu boğacağınaysa neredeyse emindi.

Colors of the FeelingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin