Violet'in Gözünden
Sabah güneşin doğmasıyla birlikte kalktım. Çok uyudum sayılamaz, son zamanlarda uyuyamıyordum. Lanet olası bir gün daha başlıyor diye düşündüm. Aynanın karşısına geçtim ve iğrenç bedenime baktım. Daha sonra tartıya çıktım. Tam 45 kiloydum. Hâlâ istediğim kadar zayıf değildim. Kemiklerim gözükmesine rağmen kendimi zayıf hissetmiyordum. Her zaman yaptığım gibi paçavra sayılabilecek elbiselerimi giydim. Okula gitmek için yola çıktım. Yine kulaklıklarım en yakın dostumdu. Pek arkadaşım olduğu söylenemezdi. Arkadaşlarım beni psikolojik problemlerimden ve kendime zarar vermemden dolayı yarı yolda bırakmışlardı. Her insan kendine zarar verir, sadece bazıları bunu biraz abartır o kadar. Ben abartan taraftandım, artık sadece ruhuma değil bedenime de zarar veriyordum. İnsanlar bunu garip buluyordu. "Bir insan kendi canını neden yakar anlamıyorum" diyorlardı. Başkasının canını o kadar rahat yakabilen insanlar niçin kendi hayatlarına kıymak isteyen insanları dışlıyor anlayamıyordum. Başkalarının hayatını bitirmek bu kadar kolaydı işte insanlar için. Ben bunları düşünürken otobüs gelmişti bile. Otobüse bindim, insanlar yüzüme canavarmışım gibi bakıyorlardı. Aralarında ilerledim ve direğe tutundum. Bileğimdeki yarıklar otobüs fren yaptıkça ve ben kolumun üstüne doğru yaylandıkça daha çok acıyordu -belki de kanıyordu-. Otobüsten indiğimde haksız olmadığımı farkettim. Yarıklardan akan kan üzerimdeki elbiseyi kan yapmıştı bile. Umrumda değildi. Bununla yaşamaya alışıktım. Okula doğru yürümeye başladım. Eskiden yakın olduğum insanlar şimdiki arkadaşlarıyla bana acıyarak bakıyorlardı. Buna üzülmüyordum, asıl acınılası olanlar onlardı. Sırama ilerledim. En arkada tek başıma oturuyordum ve günümü kitap okuyarak geçiriyordum. Öğle aralarında genellikle birşey yememek için kendimi tuvalete kilitliyordum ve bir saate yakın klozetin üzerinde oturup müzik dinliyordum. Acıktığımda karnıma sertçe yumruklar atıyor ve litrelerce su içiyordum. Bugün de pek farklı olmamıştı.
Okuldan sonra yine psikiyatriste gidecektim. Bu benim için rutin haline gelmişti, gitmeyi reddetsemde annem beni gitmeye zorluyordu. Okuldan çıktım ve doğruca psikiyatriste gittim. Bir saate yakın konuştuk. Beni zayıf olduğuma ikna etmeye çalışan biriyle görüşmek için para verdiğimize inanamıyordum. Bu çok saçmaydı. Bunu sokaktan gelen geçen insanlar da söylüyordu zaten. Bütün bu saçmalığın arasında bir saat daha yeterince zayıf olmadığımı, kendimden nefret ettiğimi ve kimsenin beni sevmediğini söyledim durdum. Bir ara ağlamama engel olamayıp çığlıklar atmaya başladım. Doktor beni hastaneye yatırmak istiyordu. Bunu kabul etmek benim için ölümden farksızdı. Elbette ölümden korkmuyordum ama kilo almaktan deli gibi korkuyordum. Bunun için günlerce hiçbirşey yemediğim oluyordu. Bana orada zorla yemek yedireceklerdi, ben ise kusacaktım. Bu böyle devam edecekti. Ben hasta filan değildim, sadece insanlar zayıflığımı kıskanıyordu ki yeterince zayıf olduğum da söylenemezdi. Ama onlardan zayıf olduğum kesindi. Zayıf olmayı seviyordum. Çoğu genç yüzünüze imrenerek bakıyordu. Gözüken kemikleriniz onlar için bir hayalden ibaretti. Bunları yanlışlıkla yaşlı ve bana göre pek de zayıf olmayan doktoruma söylemiştim. Bu söylediklerim üzerine senin hastalıklı zayıflığını kimse kıskanmaz dedi doktorum sadece. Sinirlenmiştim. Tekrarlıyorum ben hastalıklı filan değilim dedim. Hâlâ beni hastaneye yatırmaya çalışıyordu ve bu çok saçmaydı. Yatmak istemiyordum işte, asıl hastalıklı olan sizsiniz dedim ve görüşme bitmeden odadan çıktım. Hastanenin kantininden şekersiz kahve aldım. Dışarı çıktım ve bir sigara yaktım. Sakız, diyet kola, şekersiz kahve ve sigara ayakta kalmamı sağlıyordu. Aynı zamanda diğer yiyeceklere göre kalorileri pek azdı. Zaten hiç kalori almadığım günlerde midem aşırı bulanıyordu ve bayılıyordum. Bayıldığımda hastaneye kaldırılıyordum ve serum takıyorlardı. Serum takılmasından nefret ederdim çünkü vücutta ödeme neden oluyorlardı. Ödem ise daha şişman gözükmeme neden oluyordu.
Eve hastanede yaptığım taşkınlık benden önce gelmişti. Aslında bana göre taşkınlık değildi ama annem böyle adlandırıyordu işte. Hastaneye yatacaksın dedi sertçe. Hastaneye yatacak kadar zayıf değilim dedim durdum. Ağlamaya başladığımda annem biraz daha yumuşamıştı. Eğer biraz daha yemek yersem -en azından tek öğün yememi istiyordu- hastaneye yatmayacağımı söyledi. Ben de mecburen kabul ettim. En azından evdeyken yediklerimi daha kolay çıkarabilirdim ve hastanede yedireceklerine göre daha az yiyebilirdim. Bunları düşünmek için odama çıktım. Havlularımı alıp banyoma gittim. Küveti doldurdum ve içine uzandım. Hayatımın neden bu kadar berbat olduğunu düşündüm durdum. Ağlıyordum. Gözyaşlarım öylesine isteğim dışında akıyordu ki. Yaklaşık bir saat sonra küvetten çıktım, havluya sarıldım ve odama geçtim. Aynanın karşısında havlunun bedenimden kayıp gitmesine izin verdim. Bedenimi inceliyordum. Her yeri kesik izleriyle doluydu ve yeterince zayıf değildi. Göbeğime dakikalarca baktım ve yine ağlamaya başladım. Yaşadıklarım benim için çok fazlaydı. Babamın annemi aldatması ve annem bunu öğrendikten sonra evi terk etmesi, arkadaşlarımın beni dışlaması ve en önemlisi fazla kilolarım... Öyle çok yıpranmıştım ki artık yaşamak istemiyordum fakat kendimi öldürmeye de cesaretim olduğu söylenemezdi. İntihar etmek için fazla korkaktım fakat yaşamak için de fazla cesurdum. Bunları düşünürken iç çamaşırlarımı ve pijamalarımı giydim. Kendimi yatağa attım. Daha fazla düşünmek için yorgun olduğumu hissettim ve uykunun kollarının beni çekmesine izin verdim.
Günler olabildiği kadar sıkıcıydı, hatta belki de olabileceğinden daha fazla... Her gün birbirini tekrarlıyordu sanki. İçtiğim sigara, yürüdüğüm yollar ve yüzünü gördüğüm insanlar hep aynıydı. Bu benzerlikten çok sıkılmıştım. İnternette antika eşyalara bakmak dışında yaptığım pek birşey yoktu. Antikalara bayılırdım. Evde belki onlarca antika eşyam vardı. Para harcadığım tek şeydi belkide. İnternette gezinirken antika bir daktiloya denk geldim. Sitede gördüğüm kahverengi ve ahşap olan bu daktilo tam aradığım şeydi. Yazmayı hep planladığım kitabı çıkarabilirdim belkide. Harika gözüküyordu. Hemen sitedeki numarayı tuşladım. Açan ses çok genç ve yumusaktı. Beklemediği bir telefon aldığı belliydi. Çekingen bir şekilde "alo" dedi. Bu çekingenliğin nedeni belki de rehberinde kayıtlı olmayan bir numaranın onun aramasıydı. Sebebi ne olursa olsun bunun üzerinde fazla durmadım ve hemen konuya atıldım. İnternet sitesine koyduğu daktiloyu çok beğendiğimi ve onu satın almak istediğimi söyledim. Fiyatını belirtti ve benim için sorun olup olmayacağını, istersem biraz daha indirim yapabileceğini söyledi. Buna gerek olmadığını ve ödeyebileceğimi söyledim. Ailemin yemek yemem için verdiği paraları hiç harcamıyordum. Evden dışarı çıkamayacağını bu yüzden benim evine gidip almam gerektiğini söyledi. Adresi aldığımda büyük bir şoka uğradım. Aynı apartmanda oturuyorduk fakat apartmanımızda benden başka on yedi yaşında biri olduğunu bilmiyordum. Oysa apartmandaki çoğu insanı tanırdım. Müsaitse şimdi gidip alabileceğimi söyledim. Aklımdan ne giyeceğim geçiyordu. Sonuçta karşı komşumuzdu, pijamalarımla gidemezdim. Sitede yazdığına göre adı Tate olan çocuk şaşırmıştı ve şimdi mi demişti. Sanırım biraz hızlı olmuştu. Evet dedim sakince, kekeleyerek pe-peki dedi. Ne giyeceğimi düşünmem yaklaşık yirmi dakika aldı.~\~\~\~\~\~\~\~
Biraz gergindim. Neden daktiloyu almak için onun evine gidiyordum ki. Bu tür şeylere alışık olmayan bünyem aklıma olamayacak kadar kötü senaryolar getiriyordu. Zile basana kadar geçen yaklaşık yarım dakikada aklıma milyonlarca düşünce geldi ve geçti. Zile bastığımda ise olacak şeyleri düşünmek için çok geçti. Kapıyı açması pek uzun sürmemişti. Kelimeler oldukları yerden çıkmıyordu sanki. Sadece Tate diyerek elimi ona doğru uzattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonranın Öncesi
Teen FictionAnoreksiya bir genci kendine aşık edip ona hayat umudu aşılayan biri... Bu aşk hikayesi sizi derinden sarsacak, duygularınızı ele geçirecek ve sizin de belki son umudunuz olacak.