Violet'in Gözünden
Yüzü yunan tanrılarının yüzüne benziyordu. Öyle muhteşem yüz hatlarına sahipti ki ona hayran kalmamak mümkün değildi. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Elini yavaşça bana uzattı "Violet". Sesi cennetten gelen tınılara benziyordu. Kahverengi gözleri gün ışığında parlıyordu. Nemsiz kalmış dudaklarını ısırdı, eliyle hafifçe ipeksi saçlarını karıştırdı. Utandığı gözlerinden belliydi. Onunla daha fazla konuşmak istiyordum ama ne konuşabilirdim ki ? Ben bu düşüncelerle beynimi yorarken eliyle beni içeri davet etti. Yarım saniye içinde aklımdan trilyonlarca kötü fikir geçti ama ne olabilir diye düşünerek içeri bir adım attım. Evi oldukça temizdi ama evde ondan başka kimse yoktu. Beni odasına davet etti ve birşeyler içip içmeyeceğimi sordu. Şekersiz kahve alabileceğimi söyledim ve odasına doğru arkasında ilerledim. Odası evin aksine dağınıktı. Demek ki evde tek yaşamıyordu. Odada her türlü yiyeceğin boş paketini bulmak mümkündü. Yatağa oturdum ve Tate'yi beklemeye başladım. Bana şekersiz kahve yerine şekerli yapmıştı. Şekerli olan herşeyden nefret ederdim. Olabildiğince az kalori almaya çalışıyordum. Bunu tabiki Tate'ye söylemedim. Beni deli sanmasını istemiyordum. Evden neden dışarı çıkmadığını merak ediyordum ama sormaya cesaretim de yoktu. Gözlerimin içine öyle güzel bakıyordu ki, ah Tanrım bu gerçek olamaz. Bunları düşünürken şekerli olan kahvemden bir yudum daha aldım, o da kahvesini yudumladı. Sanki hareketlerimi tekrarlıyor gibiydi. Üzerimdeki elbisenin kollarındaki kan lekelerine baktığını farkettiğimde yüzüme yaklaşık beş saniye baktı ve "bileğini görebilir miyim diye" sordu. Beni deli sanmasını istemiyordum ama öyle düşündüğü kesindi. Yapacak hiç birşeyim olmadığını farkettim bu yüzden bileğimi açtım. Yüzüme bakmayı sürdürürken yanıma oturdu. Lanet olsun çok yakındık, ÇOK YAKINDIK! Neden bu kadar tepki verdiğimi bilmiyordum, sıradan biriydi fakat evden dışarı çıkamayacak kadar da farklıydı. Neden böyle birşey yaptığımı sormadı. Aksine kendi bileğini açtı ve yarıkların hikayelerini anlatmaya başladı. Hepsinin ayrı birer hikayesi vardı. Gözleri dolmuştu, ağlamak üzereydi. Ona sarılmayı gerçekten çok istedim fakat bunu yapmak için onu çok az tanıyordum. Kendine zarar veren insanlar başkalarına zarar vermekten korkanlardır diye geçirdim içimden. Onu tanımama gerek yoktu, kendine zarar verebilecek kadar hassas biri olduğunu bilmem ona karşı bir yakınlık hissetmeme neden olmuştu. Aynı yakınlığı o da bana karşı hissediyor mu diye düşünüyordum. Gözlerinden her ne kadar belli olsa da insan düşünmeden edemiyordu. Elimdeki kahveyi hiç bitirmek istemiyordum çünkü bitirirsem onun yanından ayrılmak zorunda olacağımı biliyordum. Kahve bitmek üzereydi. Hoş bir sohbete dalmıştık. Biriyle aynı düşüncelere sahip olmak benim için bir ilk sayılabilirdi. Genelde insanlar benim düşündüklerimi delice bulurdu. Biriyle aynı düşüncelere sahip olmaya alışık değildim. Kahvem bittiğinde kalkayım artık dedim ve parayı uzatıp daktiloyu aldım. Bu daktilo elimde olan en değerli antikaydı. Onunla kim bilir nasıl denemeler belki romanlar yazacaktım. Bunları düşünürken dairemize kadar yürümüştüm. Dairemiz yaklaşık olarak Tate'nin dairesiyle aynı boyuttaydı. Bu apartmana yeni mi taşınmışlardı acaba ? Onu hiç görmemiştim burada daha önce. Onun gibi biriyle tanıştığım için mutluydum. Bazı yönleriyle bana benziyordu. Bileğindeki izler çok ilgimi çekmişti. Değişik biriydi, pek şık giyinmiyordu fakat benim gideceğimi bildiği için pantolon giydiği besbelliydi. Demek ki o da benim gibi komşunun karşısına pijamayla çıkmak istememişti. Annemin sesiyle irkildim "neredeydin sen". Bir daktilo aldığımı söylediğimde evi başkalarının eski eşyalarıyla doldurmak zorunda mısın dedi. Duymazlıktan geldim ve odama ilerledim. Daktilomun başına geçtim ve Tate hakkında yazmaya başladım. "Bir gezegen yaratalım yeniden. Gök özgürlük koksun. Topraktan aşk tohumları saçılsın minik gezegenimize..." Kelimeler beynimden çelimsiz parmaklarıma geçiyor oradan da daktiloda hayat buluyordu. Tate'ye karşı daha önce hissetmediğim hisler hissediyordum ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Yazdığım kağıdı buruşturup çöpe attım, onu düşünmemek için uyumak istedim. Sonuçta o karanlıktı, her ne kadar karanlığı sevsem de bana zarar vereceğini biliyordum. Ama o karanlığı istiyordum. Buruşturduğum kağıdı çöpten aldım ve düzelttim. Yazdıklarımı tekrar okurken gözlerimden yaşlar akıyordu. Kendini toparla Violet diye geçirdim içimden "onun umrunda değilsin, belki de bir sevgilisi var". Bunları düşündükten sonra fazla olaylı bir gün geçirdiğimi düşündüm ve uyumak için pijamalarımı üzerime geçirdim. Kendimi yatağa fırlattım. Telefondan müzik açtım ve çalan şarkının etkisiyle mayıştım. Bir süre sonra uyumuştum bile.
Gece saat iki gibi uyandığımda telefonumda bir mesaj vardı. Kim bana mesaj atar ki. Sonuçta hiç arkadaşım yoktu. Kilidi açtım ve mesajın Tate'den geldiğini gördüm. Hayatımda hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum. Bir mesaj ancak beni bu kadar mutlu edebilirdi. Ben hüzünlü bir sokaktım. İnsanların uğrak mekanı olan barlar sokakları gibi değildim. Ancak bir iki insanın geçtiği tenha bir yerdim. "O daktiloyu aldığına göre iyi yazıyor olmalısın." Mesaj sade ve soğuktu. Öğlen olduğu gibi karanlıktı. Ah Tanrım bu çocuk cidden beni iliklerime kadar sarsıyordu. Bir süre telefona öylece bakakaldım. Daha sonra ne yazacağımı düşündüm. Pek iyi yazdığım söylenemez fakat yazıyorum işte birşeyler yazdım ve yolladım. Bu mesajı gördükten sonra bana uyku yoktu. Neden bana böyle bir mesaj atmıştı ki ? Acaba o da benden hoşlanmış mıydı ? Kendini bu gibi sorularda boğmaktan zevk alır hale gelmiştim. Ondan hoşlandığımı artık tamamen kabul ediyordum. Ben bunlara kafa patlatırken telefonum bir kez daha titredi. Demek bu saate kadar uyumamıştı. Ne yaptığını düşünmekten kendimi alamadım. "Yazdıklarını okumayı isterim." Bir an için ona yazdığım yazıları okutmak istedim ama olacak şey değildi. Ondan ne kadar hoşlandığımı anlatan yazıları ona nasıl okuturdum. Telefonum bir kez daha titredi "Yani sen de istersen." Düşünürken cevap vermeyi unutmuştum. Ne yazsam, ne yazsam... Tabi okuturum yazabildim sadece. İki kelimeyi söylemek bu kadar zor olmamalıydı ama yüreğimden kopup gelmek isteyen kelimeler bunlar değildi. Yüreğim "senden deli gibi hoşlanıyorum çocuk" sesleri haykırırken ellerim ise çok farklı şeyler yazmak zorundaydı. Beni kısıtlayan şey kendi benliğimin kendisiydi. Bu kadar hızlı ilerleyemez diye düşünüyordum. Evet, bu kadar hızlı ilerlerse hızlı da biter dedim kendi kendime. Bu yüzden olabildiğince onunla ilgilenmiyor gibi davranacak ve soğuk olacaktım. Böylelikle ona karşı olan duygularımı gizleyecektim. Bunları düşünürken tekrar uykunun beni kendine çekmesine izin verdim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonranın Öncesi
Dla nastolatkówAnoreksiya bir genci kendine aşık edip ona hayat umudu aşılayan biri... Bu aşk hikayesi sizi derinden sarsacak, duygularınızı ele geçirecek ve sizin de belki son umudunuz olacak.