hayatım değişiyor gibi bir şey

117 6 4
                                    

-Syris-

Bilyordum. Farklı biri olduğumu biliyordum. Yol boyunca bu kelimeler aklımdan çıkmadı. Ama bi sorun vardı. Eğer ben farklı biriysem kimdim ki ben? Benden saklanan bunca sırrı artık öğrenmek için resmen yanıp tutuşuyordum. Ve birazdan bütün bu sırları öğreneceğim.
Percy'le kafeye vardığımızda kendimize boş bir masa bulduk ve oturduk. Birkaç dakika kimse konuşmadı. Sonra dayanamadım ve sordum,
"Tamam. Artık buraya geldiğimize göre bana neler olduğunu anlatıcak mısın?"
Percy derin bir iç çekti ve anlatmaya başladı.
"Syris, hiç yunan tanrılarına inandın mı?"
"Bunun konumuzla ne ala-"
"Sadece cevap ver!"
"Pekala. Hayır neden?"
"Çünkü onlar gerçek. Poseidon, zeus ve diğerleri. Yunan mintolojisindeki her şey gerçek. New York'ta bizimle birlikte yaşıyorlar. Ve tanrılar bazen ölümlülere aşık oluyor ve çocuk yapıyorlar. Bu çocuklar doğuştan yarı tanrı yani melez oluyorlar ve tanrı anne veya babasının güçlerini kullanabiliyorlar."
"Yani benim bir melez olduğumu düşünüyorsun."
"Düşünmüyorum biliyorum. Çünkü ben de melezim. Spor salonundaki canavar bir kikloptu. Canavarlar melezlerin kokusunu alabilirler. Senin kokunu almış olmalı."
"Bu her şeyi açıklıyor."
"Neyi açıklıyor?"
"Her zaman karşıma bunun gibi birsürü canavar çıkıyordu Percy. Hem de hepsi yunan mintolojisinden. Sırf bu canavarlar yüzünden bir sürü okuldan atıldım."
"Yani bana inanıyor musun?"
"Tabikide! Ama bir sorun var."
"Nedir?"
"Bunları annem biliyor mudur?"
"Bilmem ama annenin yanına gitmeliyiz."
"Neden ki?"
"Oraya gidince öğrenirsin."
"Peki sen kimin oğlusun Percy?"
Percy sırıtarak cevap verdi,
"Poseidon, deniz tanrısı."

-Percy-

Masadan kalktık ve Syris'in evine doğru yola koyulduk. Syris etrafına aşırı derecede fazla güç yayıyordu. Ya sihirli bir parfüm sıkmıştı (hayal gücü tavan yaptı sjsjsj) yada üç büyüklerden birinin çocuğuydu.

Sanirim ikinci seçenek. Ama ilki de fena olazdı. Herneyse. Uzun bir maratonun sonunda varmıştık. Syris kapıyı çaldıktan birkaç saniye sonra kapı açıldı. Annesi herhalde beni tanıyordu çünkü beni fark edince yüzündeki gülümseme bir anda gitti. İçeri girer girmez koltuğa yayıldım. Biliyorum pek hoş bir hareket değildi ama napiyim çok  yorulmuştum. İlk dakikalarda kimse bir şey demedi. Sonra ben,
"Merhaba bayan....eee"
"Lydia."
"Bayan Lydia. Be-"
"Kim olduğunu biliyorum hikayelerini duymuştum. Yarıca neden geldiğini de biliyorum."
Harika her şeyi biliyor işim kolaylaştı. Syris;
"Anne,neden bana söylemedin?"
"Söylenemezdim. Çünkü kendin anlaman gerekiyordu."
"Peki babam? O kim bari?"
"Canım, ne yazık ki onu da söyleyemem. Bu senin kaderin. Eninde sonunda kim olduğunu öğreneceksin."
Syris hayal kırıklığına uğramıştı. Sonra annesi bana dönüp,
"Percy, onu melez kampına götür. Ona savaşıp kendini korumasını öğret. Ve bana kızımı yol boyunca koruyucana dahi söz ver.
Annesinin gözleri yaşlanmıştı. Resmen bana yalvarıyordu. Ben de,
Bayan lydia, size styx nehri üstüne yemin ediyorum ki elimden gelenin en iyisini yapıcam!"
Annesi gülümsedi ve ayağa kalkıp syrise sarıldı. Syris biraz endişeli görünüyordu. Aslında bu çok normal. Ben de ilk defa kampa giderken öyle hissetmiştim. Sonra annesi bizi uğurladı ve syrisle beraber long island'a YİNE yürümeye koyulduk.

Son KehanetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin