'' Pulvis et umbra sumus. ''
'' Hepimiz tozlardan ve gölgelerden ibaretiz. ''
'' Neredeyim ben , bu sokakta neresi böyle . O seste neydi öyle ??? '' Karanlık korkutucu bir sokakta , gölgelerin içinden sesler geliyordu. Barış napıcağını şaşırmıştı ve koşmaya başladı. Nesneler o kadar hızlı geçiyordu ki gözlerinin önünden kendini bir anda ormanda buldu. Sesler kesilmişti. Hatta tüm dünya durulmuştu sanki . Çevresini incelemeye başladı. Arkasına döndüğünde bir mezarlıkta olduğunu fark etti. İleri de bir ateş vardı sanki , oraya doğru ilerlemeye başladı. Mezar taşlarının arasından geçiyordu , Nedense hiç birinin üzerinde bir yazı veya tarih yoktu. Ateşe daha çok yaklaştığında ışığın meşalelerden yayıldığını farketti. Bu meşaleler mağranın girişini aydınlatıyordu. Mağaranın tam girişinin önünde bir mezar daha vardı , yalnız bu mezar diğerlerinden farklı olarak üzerinde bir tarih vardı , '' Onun Tarihi...''
Bir anda dizlerinin üzerine çöktü. Hiç yaşam enerjisi kalmamıştı sanki , birden mağaranın derinliklerinden bir ses geldi. İki kırmızı küre mağaranın derinliklerinden ona doğru yaklaşmaya başladı . Her saniye yer sarsılıyor sanki altındaki toprak dahi kaçmaya çabalıyordu. Mağaradan devasa bir el ona doğru uzandı . Öyle sıkıca kavradı ki bedenini , çabaları çaresizdi bu güce karşı. Bu devasa el çekti onu karanlığa . Karanlıkta göremediği devasa varlığın nefesini ensesinde hissetmeye başladığında , bir anda kendini enstitüde kan ter içinde yatağında buldu. Bu gördüklerinin rüya olduğunu bilmek onu hem rahatlattı , hemde şüpheye düşürdü. Anlam veremediği bir olayın ortasında bulmuştu kendini , her zaman olduğu gibi.
Daha üç yaşındayken yetimhaneye bırakılmıştı. Anne ve babasının yüzlerini dahi hatırlamazken , on sekiz yaşında onlardan kalan mirasla yetimhaneden sonra sokakta kalmaktan kurtulmuştu. Her ne kadar ailesini tanıyamamış olsa da onlara karşı hep bir özlem ve minnettarlık duymuştu. Birden odanın dışından bir ses geldi , küçük bir tıkırdı sesi gibiydi. Kapıyı açıp sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Duvarlardaki tablolar ve ara ara asılı duran kilimler harici koridor tamamen aynıydı. Tüm enstitüyü aramıştı neredeyse . O sesin kaynağını bulabilmek için. Ama aramaları ne yazık ki cevapsız kalmıştı. Nasıl döneceğini de unutmuştu . Yürümeye devam ederken aynı zamanda ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. Birden enstitünün girişinde buldu kendini , yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Buradan kütüphanenin yolunu hatırlıyordu . Orada hem güzel bir roman okuyabilir , hemde sabahı daha erken getirebilirdi . Kütüphanenin girişine vardığında girişteki tokmağı tutup ittirdi , aynı sofia ' nın yaptığı gibi. Kapılar ardına kadar açılmıştı , içeride iki kişinin silüetlerini seçebildi. İçeridekiler Çınar'la Betül'dü. Betül masada otururken çınar defterle uğraşıyor gibiydi. Daha da yaklaştığında betülün konuştuğunu , Çınarınsa betülün dediklerini yazmaya çalıştığını farketti. Bir anda betül yere devrildi , Oraya vardığında çınar çoktan başında bitmiş betülü kaldırmaya çalışıyordu. Çınar barışı farkettiğinde , ellerini masaya doğru uzatıp defteri işaret etti.
'' Geliyorlar !!! Karanlığın orduları , Kapının öteki tarafında bekliyorlar. Biri , özellerden biri bu kapıyı açıcak ve sammuel ve lilith dünyamızın sonunu getirecek orduyu yönetebilmek için önce o özeli bulup yoketmeli , onu korumalıyız yoksa hem fani dünya hemde gölgeler şehri yokolur. ''
Barış okumayı bitirdiğinde Çınara baktı . Çınar betülü ona emanet edip , Berin hala ve kalan grubu çağırmaya gitti. Barış rüyasını düşünmeye başladı . Bu gece olanlar sadece bir rastlantı mıydı yoksa gördükleri Betül'ün gördüğü kehanetin devamı mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN