Mustafa Yılmaz

45 2 0
                                    

GALİBA BU HAYATIN GİZLİ KALMIŞ DÜŞ GÖLGELERİ...

  Uzaklar...

Sadece tek kelimelik bir anlatım...

Oysa sorulacak sorular vardı ardından...
Neye göre, nereye göre ve kime göre ki ardından kimler gelebilirdi açmaya çalışsak Aardına binlerce iç dökülüşü, aşk acısı ve hasret bağlanırdı peşine...

Kaç yılımızı harcamıştık bu kelimenin peşinden koşarken, kaç bin kilometrelik yol arşınladık aracımızın direksiyonun ardından, kasılmış bir hiddet ve özlemle dururken, kaç kişi geçmişti gidişlerinin ardından ah çekerek özlemle andığımız...

Uzaklar hiçbir zaman ulaşamadığımız yakınlığı ile bedenimizi hasret ve özlemle paralarken, kaç yüz çehresi ve kaç benlik savaşımızdan sonra çaresiz bakışlarla iç çekerken en çok özlediğimiz ve çaresiz beklentilerle özlediğimiz gelir oturur gözlerimizin önüne...

Bunca benlik savaşımı verirken, çoğu zaman buğulanan gözlerimizi ve
yanaklarımızın ıslandığını bile fark edemeyiz...

En büyük acı, unutmak isteyip de alnımızdan ter boşaltırcasına gözlerimize oturup garip iç yanması ve çoğu zaman da pişmanlıklarla içimizden kopan ne olduğunu anlayamadığımız bir yanma hissi ile ya kendimize sarsılarak geliriz ya da bu sarsıntının eşiğinde başlayıp, nereye kadar uzanacağını bilemediğimiz bu sefer daha garip hislerle veya düşüncelerle bir kez daha dişlerimizi sıkarak var gücümüzle yumruğumuzu sıkıp, ağzımızdan dökülen kelimelerin farkındasızlığı ile bir kez, bir kez daha, bilemedin bir sefer daha sarsarız kendimizi ki artık bir karabasanın içinde buluruz zapt edilmez düşüncelerle kendimizi...

Galiba bu hayatın gizli kalmış düş gölgeleri veya düşünce çıkmazlarıdır... Ardından sorular dökülür beyin diplerinden zıplayarak dudaklarımızdan... Kim uzaklaşmaya veya uzaklara düşmeye gönülden varım dedi? Yine uzakların karmakarışık düşünceleri ile uzaklardayım ama kendime oldukça yakın veya iç içe, olmadı, tam da merkezindeyim...

Her uzaklar bir kaçışla çıkardı aslında ortaya...

Uzaklarda kalmak bir umut tutunması mıydı veya ardına düştüğümüz düşünceyi yakalama çabası mıydı?

Veya bir saplantı ile içine düşmek miydi arayışların ardında saklı olan iç sesin baskısı...

Aslında ben bana yakınken, kime niçin uzaktım ve o niçin uzakları seçmişti?

Hangi bilinmezliklerdi ki kendi yakınlığımızda kendimiz kaybettiren, niçinleri neydi bu kendimizi hep uzakların veya uzaktakinin yakınında değildik?

Sevmenin garip yolcusu kendini neden hep uzakların içinde olmayı hisseder ve ister?
Amacı yaklaşmak mıydı yoksa daha daha kopup uzaklara düşüp, yaşanması gerekenleri arzulamak mıydı yoksa?

Evet bu kaçış ertesi veya daha daha ileriye gitmek için harcadığı nefeslerin sonu bu yolculuğun bittiği yerden yeniden daha ileriye atma çabalarımın olduğu yerdeyim...

Belki de ruhsal düşüncelerle buralardaki yalnızlık düşünceleriyle buralardaki yalnızlık nefeslerimi içimde hissediyorum...

Her şeyin başlangıç anı ile son durduğum yer bir özlemle ulaşmak istediğim yerin tam da merkezindeyim şu anlar... Koyu bir Nescafe ile yudumlarımı sıklaştırırken, kendi kendime sordum, aradığım ve beklediğim an bu muydu? Arsız bir cevapla hayır derken neresiydi ki beni kendine çeken yer, ne vardı orada ki özlemlerimi giderecek veya yeni özlemlere sebebini bilmeden atlamak mı isteyecektim?

Bir arkadaşıma demiştim, sevenin yolculuğu hiç bitmez diye ve hep yolları, hep yolculuğu arzu eder diye... Gülmüştü bana "sen kendine açsın" dedi "sen ki doyumsuz bir aşk yaşarken açlıktan şikâyet eder ve kaybettiğin çok şeyi istersin" demişti... Aslında bunları çok önceleri ben söylemiştim ona, her yolcu yolculuğa çıkmadan açlık hisseder ve ilk konaklama yerinde umarsızca bir şeyler yer ve her yediğinden sonra da tekrar yemek ister... Aslında farkındasızlıkla yemelerdir bunlar, her lokmada kaybettiği bir şeylerin düşüncesi ile savaşır kendi benliğinde... Bir döngü bu arayışların ardına gizlenen bitmeyesiye kaybettiklerini yeniden elde etme çabası...

Evet sevgili yine sana döndü tüm hisler, yine seni arayışa dönüştü tüm düşünceler ve yollar ve uzaklar hep senin peşindeymişim gibi koşmalarıma dönüştü...
Kendi kendime sordum, senli olmayan yer neresi ki diye neden oralara gitme isteği hiç olmuyor içimde?

Bakıyorum aynı CD'lerde aynı müzikleri dinliyorum... Sensizliği bensizliğime yamıyorum, hep bir yerler, hep bir yerlerim açık ve acıklı kalıyor...
Hep kanayan ve acıtan bir yerler oluşuyor bir yerlerimde, hep sensizliğin varlığı yapışıyor, hep bir yere varışta ve hep bir yerden ayrılışta... Doymuyorum bu amaçsız yollara düşmeye, doymuyorum sana verdiğim değerle uğraşmaya, doymuyorum pişmanlıklarıma ve doyamıyorum seni özlemle düşüncelere... Çoğulda kendime kızıyorum, zamana kızıyorum, geçmiş zamana içerliyorum, topladığım deniz taşlarının şekillerine kızıyorum, çoğu zaman da açlığıma kızıyorum... Hep bir şeyler yemek ve içmek sensiz olmuyor, biliyorum ama yine de doyumsuzum bu yalnızlığa...

İlçeleri, illeri terk etmek neyi değiştiriyor ki havai fişekler gibi yükselip, bir yerlere düşmek neyi düzeltiyor ki? Sevmenin garip hisleri bunlar ve benim bu hislerle baş etmem artık mümkün değil... Ya kapayacağım, ya dağıtacağım hepten, ya da bir yere kıvrılıp uzun uzun uyuyacağım... Ne değişecek ki yeniden uyanınca başlamayacak mı ki bu döngü? Başlasın evet başlasın, korkum mu var sanki korksam bitecek mi, ya sevgili kaç on yıl oldu bu döngüde dönüp duruyorum, daha bir, iki on yılı bırak ne kaldı şunun şurasında artık benim tükenip pes etmeme? Sen pes ettin mi sen tükendin mi ki benim tükenmeme sevinesin... Kaç kişinin kalbinin içindeki kalp çıkarılmış da o kalp gümbürdemeye devam etmiş ki benim ki etsin...

Bu işin sonu yok sevgili, son yok bu asıl sevgide, son ancak sonlanmakla gelecek bu da neyi değiştirecek ki? Biz kendimizi sevmelere adarken aklımıza hiç son veya sonlanmak geldi mi? Sende ben sonlandım mı ki sen ben de sonlanasın? Karışık düşünceler bunlar, ya yaşayacaksın anlayacaksın, ya da anlamış gibi devam edeceksin yaşamaya... Gördün di' mi sevgili merak bu ya sen hangisini tercih ettin ki hâlâ sessizliğini bozup dururken sonlanamıyorsun kendinden beni iterek...

Pişmanlıksız sevgiler vurup geçer insanı, vurgunlarla demiştim sana... Bu bizim kaçıncı vurgun yememiz ki hâlâ doyamıyoruz, hâlâ doyamıyoruz hâlâ vurgun üstüne vurgun peşindeyiz bari sen sonlandır bunu, kendindeki ben de bittiği belli olan sevginin arkasından bağrınarak ağlayayım... Ya sevgili, sevgi için bağrınarak ağlamak da güzel inan bana güzel. Güzel olmasa ben hâlâ bağrınarak ağlar mıyım?

Neden susuşları sevmiyoruz, biz ki hâlâ bangır bangır varız biz bu sevmenin ardında diye yüksek sesle haykırıyoruz... Oysa tüm yolculuklarda ve tüm uzağa doğru uzaklaşmalarda insanın içinde bir boşunalık doğar. Ve bu boşuboşunalığa dönüşünce ise acılar kendi merkezinde dairesel katlanıyordu...

Belki de her yolun her yolculuğun bir boşunalığı vardı ruhsal gizlilikte...
Darmadağın düşüncelerle uzakların hayali kurulsa da uzaklar yaklaştıkça ayrı merkezli bir uzak düşünce başlıyordu, yetinmezlik düşünceleri ile...
Yetinemiyorduk uzaklar yaklaştıkça, kendimizi hayâl boşluğunda görüp yeni umutlarla yeni yeni uzaklar başlıyordu belki de... Bir yoksunluk ezikliği ardına sığınıp uzaklardaki ihtimâlle sevgili arayışları doğuyordu belki de farkındasızlıkla içimizde...
Hep doya doya kanma ihtimâlleriydi belki de savaşımın bu savaşımın içinde debelendikçe... Her şeyin başı ve sonu sevgili özlemine yetişmek düşüncesinde vardı... Ve hep arayışlar bu yüzdendi belki de kendimizi kandırdığımız...

Bağışlanmaz ve affedilemez bir uğraştı bu. Senin için bitmemiş, benim için yok sayılmış bir sevdanın peşinden koşmam... Artık yok sayılmış bir sevdanın kahramanı olmak da başlı başına bir sorun, bunun telafisi yok, bunun acılardan başka yeri yok, sadece dürtüklenen hislerin gölge savaşımı bu. Soyut olmayan düşünce tarzının peşinden koşmanın anlamsızlığını kabul edemeyen sadece yüreğim, mantığımsa boşa harcanmış ömür günleri olarak algılıyor...

Sen sevgili ömür boyu sevmeleri vaad ederken bana, bana çektireceğin acıları gözardı mı ediyordun? Sadece güvene dayanan bir sevdanın yok sayılmasının zorluğunu hiç düşündün mü, boşuna vaad edilmiş umutların bedeni ne kadar hırpalayacağını hiç düşündün mü, bırak düşünmeyi hiç hissettin mi, çok sevmelerin köprülerinde çıkışlar vaad ederken...

Boş ver be sevgili, boş ver senin düşünmediğin birçok olumsuzu ben ve yüreğim yaşadık... Acı, acıyı yaşatanlardan ziyade acıyı içine gömüp bedeni zangır zangırdarcasına inleyenler bilir... Bizim sevda dediğimiz köprü oysa üstünde yürümeyi bilemediğimiz bir engebe imiş ama senin umurunda mı?

Yüreğimdeki yaslarla kaybetme korkularımızı yaşarken, ötesinin var olup olmadığını bilmediğimiz yaşantımızın içinde kıvrandıkça pişmanlıklar ve vazgeçememekler, arasındaki sızlanmaların ve de hayıflanmaların bulunduğu dar zamanları yaşarken, belki de umutsuzluğun dinmez sancılarını derinlerimizde saklarken, belki de var olma savaşımı veriyordum...

Her şeyin ötesizliğe gömüldüğü anları yüreğimle paylaşırken, aslında yüreğin son vuruşlarına direnç göstermesi, bitmeyesiye sevdayı iç benliğimizde yaşatma çabası veriyordum...
Saklılık ve saklımdalılık arsındaki derinliklerde verilen bir iç savaşımı veya kabullenememekle dermansız bir çekişmeydi aslında bu...
Sensizliğin bensizliğin yanında olmasıydı aslında zorluklarla baş etme çabası...
Yazlardaki üşümeler, kışlardaki kara koyu yanmalarla sürtüştükçe sadece sevgide bağımlılık mıydı bu yoksa bir hazmedememe olayı mıydı bu işte belirsizlikte olanlardı...

Belirsiz ve belirtisizlikle yaşam, insan hayatında belki de dehlizlerde kaybolarak yaşamı tarif ediyordu...
Acıya dönüştürülmüş bir renk cümbüşüydü sanki bu beklentilerle yaşama dönüşmüş umutsuz düşünceler kitlesi...
Her günü, bir ertesi güne kilitlenmiş bir yaşamın hangi köşesiydi aslında bizi bu balçık yaşamın içine atan... Belirsizlikler mi yoksa beklentisiz olmama duyguları mıydı beni durmadan düşüncelerle yaşama mecbur eden...

Cezmi Ersöz bir gün bana "insan sevince iyi bir yolcu oluyor" demişti.
Bu cümlenin ardından uzun uzun düşünmüştüm, yolculukla sevgi bağdaşmasını vurgulayan bir cümleydi... Haklıydı, iyi bir yolcu olmak, sevginin peşine takılıp yolları uzaklara bağlamaktı... Kaskatı kalıyordu insan bu cümle ile özdeşleşince, tüm düşüncelerine ve yaşanmışlıklarına hakim olup iyi bir yolculukla, iyi sevmeye belki uzanabiliyordu insan. Çünkü hâlâ düşmek sevgiye, tutsak olmak demekti belki de...

Sabır ve güç isteyen bir düşüncenin harekete dönüşmesiydi, yol ne kadar iyiydi ki yolculuk iyi olacaktı?
Yol ve sevgi karanlıklara hükmetmek gibi geceyi yola yapıştırmakla güç denemesiydi.
Ve her şeye rağmen iyi olmak mecburiyeti sevmelerden güç alarak benliğe yapışıyordu... Hayat bu iyi bir yolcu olmak için çok iyi sevmeyi becermekti... Başarabildik mi, iyi sevebildik mi ve iyi bir yolcu olabildik mi?

Uzaklar dedik başladık, uzakların içinde kayboldukça yüreğimizin tam da derininde bulduk kendimizi sen ben derken... Anladım ki ne ben bende bitiyorum, ne de sen bende tükeniyorsun. Be sürüp gidecek sanırım, sen ve ben bir de uzaklar oldukça ki uzaklar her zaman olacak hep olacak hayatımızda... Seni sevdim demek artık çok ucuz cümle oldu bende. Sen "tekrarla, tekrarlamanı seviyorum" derken, artık şu anlarda seni sevmekle çok acılandım ki artık bu da pişmanlığı kapsayan bir düşünce oluyor bende...

Oysa bilirdim, oysa bilirdin sevmelere pişmanlıklar yakışmaz derdin ve derdik...
Ve dua ederdik sevgide, sevgimizde günün birinde pişman olmayalım diye ama artık işin içine uzaklar karıştı ki bu da kolay bir yaşam tarzı değil...
Yine aynı şarkı aracımda beni inletmeye çalışan, "dönülmez akşamın ufkundayız," yine yollar, yine yalnızlığımla başetmeye çalışan bir ben... Ve bir gölge düşünceleri olan sen...

Deli bir sarhoşluk sarıyor başımı. Geceye yürüyorum yalpalayarak, boşvermişliğin tüm yaraları azıyor bedenimde ve haykırmak istiyorum geceye, yıldızıma, karanlığa,
delicesine bir yakarış bu kendimden kopan parçalarla, azgın ağrılarla, koltuk altlarımda yanmalar oluşuyor, ter basıyor bedenimi...
Uzaklar ve gece ve bir adam korkularının büyüttüğü gözbebekleri ile kırılgan ışık kaçkını...

Nedendir böyle anlarda gecenin koltuğuna sığınmak, korkuların vazgeçilmez halleri bu beden titremeleri, hak edilmemiş duyguların baskın olduğu bir sancılanma bu kendi kendine kendi hislerimle...
Yarınların korkuları mı bu yakarışlar veya dünlerin örtülerinin geceye soyunması mı ki bu kadar üst üste gelen beyinsel baskılar...
Sanki gecenin kapısına uzaklarda sığınma bu yakarışlarla bozulan ruhsal yapı...

Bir yabancı ben, bir başkası ben, bir kendim olan ben, bir de neye benzediğini bilmeyen ben, yürüyoruz süratle gecenin kalbine doğru...
Saklı düşüncelerin biriktiği gecenin an zamanına doğru... Belki bir çaresizlik, belki de farkındasızlıklara bulaşmış bir benlikle, yürüyoruz, gecenin uzununun içinde...

Yakışıyordu insan iki kişilik sevgiye ama tek kişilik sevgi kalınca insanda bir gariplik çöküyordu yüreğe... Acınası bir garipsenmeydi bu... Ama ne uzaklar, ne de her gece acılarla dolu rüyalar ve tek başa dalınan düşünceler tek kişilik sevgideki insana yakışmıyordu...
Belki de biz tek kişilik sevgide var olmaya çalışan kendi kendine acılanan yaşamın içinde kalmıştık...   


******************************************************************************


Bu şiirin hikayesi:

Geceleri avazım çıktığı kadar bağırdığımı, intikam yeminlerinin anlamsızlığı ile titreyen bedenimin soğuk rüzgârlarla nasıl kasıldığını da bilmiyor, anlamaza gelip kendine onur ve mükâfat farz ediyordun... Bir de, bir de çaresizlik nedir hiç bilmedin sadece gözlerini çektin pencerenden ve riya çukuruna gömerken, acılanmanın bedensel sızlamalarını hiç bilemedin bendeki tesirini... Şimdi şaşıyorum geçmişin sesindeki senin sesine, "sen bana vicdanlı olmayı öğrettin, sen bana masumiyeti öğrettin, sen bana sevmenin onurunu öğrettin" derken kaç yılın arkasından seslenmiştin bu günlere bunların olmazlarını... "Aşk ve riya, aşk ve düş" derken sahipsizliğin bu kadar büyük bir bedeli olduğunu benden gizlerken, kafamı sevgi çukurunda oyalarken, sadece vaz geçilmez sevgime güvenmiştin... Yanıldın, şimdilerde o sevgiye yaşadığım bu bedene sadece acınıyorum ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum boşluktaki sevgi duvarına "aşka riyada bulunanların yeri onun yanında asla olamazlar" diye... Sen sevgi, sesinde duyduğum bu güne göre acılanmalar sadece bir riyanın portresini çizdiriyor bana kelimelerimle... Sadece şimdilerde bu acınılası bedenle var güçle yaşama tutundukça kimse bilmedi senin boşluktaki kalbinin tarifini... Hoş ve de boş kal sevgili, yaşam, yaşatılanları yaşatana muhakkak iade ederdi şaşmaz adalet kuralı ile... Ve bir gün beni anladığında çok ağlayacaksın yaşamının bu karesi için...  

ŞİİR DÜNYAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin