BÖLÜM:44 ÖLÜNÜN GÖZLERİNDEN

16 3 0
                                    


  Yıllardan İsa Mesih'in doğumundan 1348 sene sonra gelen yıl, beraberinde öyle bir dehşet getirmişti ki, insanlar peygamberden dahi umutlarını kesmişti. O senenin en güzel gününde bile ufukta gözüken kahverengi bir pus ile savaş veya hastalık yüzünden ölenlerin yakılmasından oluşan kirli dumanlar, güneşin bu soğuk parlamasının sadece acımasız işkenceye bir ara, ölüm kampında bir mola olduğunu pis pis sırıtarak anımsatıyorlardı.

Veba, veya bazılarının deyişiyle 'kara veba' salgını başlayalı birkaç ay olmuştu, fakat zaten yıllardır iyi ürün alamadığı için bitkin düşmüş halk, bu nereden geldiği belirsiz olan hastalık karşısında kürdan gibi kırılıyordu; bazı şehirlerde ölenlerin sayısı o kadar yüksekti ki, üst üste yığılan tabutlar, çabucak cesetlerle dolan toplu mezarlar gibi sahnelere rastlamak olağan olmuştu.

Nereden ve neden geldiği bilinmeyen bu hızlı ve acı dolu ölümün sırtındaki Azrail, zengin veya fakir ayırt etmeksizin her üç kişiden birinin canını alırken onun gibi adamlar sokaklarda kalan son can yaşam belirtilerini arıyorlardı. O, sokakları dolduran ceset nehrinde belki hala canlı kalmış zavallı insanları arıyordu, kiliseye götürüp iyileştirmek için. Gerçi kilise onları bu hastalıktan kurtaramıyordu ama yine de onların ölürken daha az acı çekmelerini ve tanrının yanına iyi birer Hıristiyan olarak gittiklerini düşünmelerini sağlıyordu.

O gün tanrının bir memuru olarak yine Prag şehrinin sokaklarında kuş gagasını andıran maskesini -maskenin insanı hava yoluyla bulaştığı sanılan bu hastalıktan koruduğuna inanılıyordu- takmış, elinde ucu çatalı andıran uzun bir çubuk ile ölülerin arasından çıkarabileceği can çekişen insanları arıyordu. Nedense o gün gökyüzü grinin yeryüzünde görülebilecek en koyu tonundaymış gibi gözüküyordu ve nedense bunu sadece o fark etmişti. Fakir insanların oturduğu bir mahalledeki daracık bir arka sokağa girdi, sokaktaki büzüşmüş ve boyaları dökülmüş binaların cepheleri ona çile çeken insanların yüzlerini anımsatıyordu. İnsan hayatının değerinin bir ekmekten fazla olmadığı bu mahallede insanlara yardım etmek ancak onları gömmekle olabilirdi, çünkü hayatın son izlerinin de buradan hunharca çalınmasının üzerinden çok zaman geçmişti.

İşinden nefret ediyordu, ona göre zaten bir cesetten farkı kalmayan-daha kötüsü canlı olan- zavallı insanların toplanıp ölüme uğurlanmaları yerine öldürülmeleri daha uygun olurdu, çünkü o, hastalıklı insanlara en yakın olan kişiydi ve onların ne korkunç acılar çektiğini en iyi o görüyordu. Hastalığın belirtileri kasıktaki veya koltuk altındaki kara şişlikler olarak ortaya çıkıyordu ve iki gün içinde bulantı, ateş ve kusmalar görülüyor ve sonra da hasta ölüyordu. İki gün, Kendine pek dikkat etmeyen ve kir içinde yaşayan yoksul halk için çok kısa bir süre olsa da bazen varlıklı insanlar bile kara ölümün pençesinde kıvranmaktan kurtulamıyorlardı. Daha kötüsü bazen veba hiçbir belirti göstermiyordu ve ani ölümler oluyordu. Bir hekimin deyişi ile 'Değerli soylular, beyefendiler, güzel hanımlar sabah aileleriyle birlikte yemeklerini yiyorlar ve akşam öbür dünyada oluyorlardı'.

Yassı ve aşınmış taşlardan oluşan sokakta yürürken hiçbir yerde yaşam belirtisinin olmaması dikkatini çekti, sokak gittikçe sessizleşip hareketsizleşiyordu ve bu boşluk duygusu onda pek hoş olmayan bir ruh haline sebep oluyordu. Bir şeyler olması gerektiği gibi değildi sanki; bu sokakları yaklaşık bir yıldır neredeyse her gün turluyordu fakat onları ilk kez bu kadar sessiz ve terkedilmiş görüyordu, acaba hastalık şehirde yaşayan herkesi öldürmüş ve son sıraya kendisini mi koymuştu diye düşündü, fakat bu rahatsız edici hayali çabucak kafasından uzaklaştırdı, çünkü birkaç adım ilerden bir ses duymuştu: bir gıcırtı ve ardından gelen çıtırtılar. Sesin sol taraftaki hafifçe kıpırdayan bir pencereden geldiğini fark ettiğinde içi ürperdi, kapı ve pencerelerin hepsinin kapalı ve kilitli olmasına karşılık karşısında hafifçe açık duran pencereler aklına karanlıkta kendisini sinsice izleyen çirkin ucubeleri ve şekilsiz garip yaratıkları getirdi, onun her hareketini izleyip zayıf bir anında harekete geçerek onu şeytansı bir tuzağa düşürecek olan hilkat garibelerini...

Bir Küçük KorkuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin