1. Gün

10 2 1
                                    

Eflatun'un günlüğü hikayemden özet bir bölüm.

Hayat gerçekten zordu. Yıllarca ormanın derinliklerinde yiyebileceğim kuşları aramak zorunda kaldım. Neden bütün kuşlar uçmak zorundaydı ki? Ya da yiyebileceğim başka bir şey yok mu? Hep bunları sordum durdum. Sumatra’da hayat zordu ama değiştir. Hayatıma yeni şeyler eklendi. Değişimin başladığı o gün ise farklıydı.

Tüm ormanı baştan sona gezmiştim. Ama melodik sesler yapan, az tuzlu kuşların hiçbiri yoktu. Adeta bir felaketin bu ormanı saracağından haberdar olup kaçmış gibiydiler. Ağaçların rengi her geçen gün soluyordu. Yalnız olduğumdan düşünmek ve sorgulamak için çok vaktim olmuştu. Avlanmak için kuş sesi arıyorum ama kısık bir ses uzaktan kulağımı tırmalamaya başlamıştı. Uzaktan gelen bu ses içimi ürpertiyordu. Daha önce böyle bir ses duymuştum ama uzun yıllar öncesinde olmalıydı. Sesin geldiği yönün tersine koşmaya başladım. Ama koştukça ses azalmak yerine artıyordu. Karşımda aniden bir şey belirdi. Yaprak renginde, ağır ağır yürüyen, devasa bir şeydi. Soludukça dumanlar ve şiddetli sesler çıkartıyordu. Çıkarttığı ses ise ormanda duyduğum seslerden çok farklıydı. Ona kükredim:

sen kimsin?

Arkamda aynı yaratık belirdi. İçinden çıkan şey beni daha çok korkuttu; bir insan. Dünyada en korktuğum şey. Annemi, babamı, , her şeyimi elimden alan yaratıklar. Korkmuştum ama korktuğumu belli etmemeye çalıştım. Yeşil şeyin ayakları geriye doğru gitmeye başladı. Ama köşesiz ayakları, eklemsiz gibi kendi etrafında dönüyordu. İnsanlardan bir bağırdı: park etmene gerek yok, narkoz verip bagaja atalım.

Narkoz? Narkoz da ne? Bir böcek türü mü? Şiddetli bir ses, sırtıma batan ince uçlu bir mermi, hafif bir acı ve uyku. İşte narkoz buydu.

Uyandığımda ise kendimi burada buldum. Orman gibi gözüken ama yaklaştıkça duvarları boyalı bir yer. Üç tarafı resimlerle dolu, altımdaki kaya ise boyasız duvara doğru inen, boyasız duvar ise şeffaf ve kalın bir şeyle kaplıydı. Burası neresi? Uzun yeşil Sumatra ağaçları nerede? Burada da bir ağaç var ama Sumatra’dakiler gibi değil.

Tek hatırladığım, insanların beni narkoz ile vurmalarıydı, ya da adı her neyse… Korkum nedeniyle hayvani duygularıma karşı koyamıyordum. Önüme geçeni parçalamak istiyordum. İlk defa vücudum gibi irademde hayvanlaşıyordu.

Pençemi açıp şeffaf şeyi tırmaladım. Ama sanki pençemde bir şey yoktu. Uzun tırnaklarım! En büyük silahım artık yoktu! Ben şimdi ne yapacak, kendimi nasıl savunacaktım?

Buradan çıkmam lazımdı. Sumatra’yı özlediğimi hissediyorum. İki ayaklılar beni nereye getirdi? Amaçları ne?

Yeni uyanmama rağmen yorgundum. Aniden burnuma lezzetli kokular geldi. Kokuyu heyecanlı adımlarla takip edince parlayan bir kap içinde kocaman bir et ile karşılaştım? Cansız bir et neden önümde duruyordu ki? Kuş eti değil ama bu ne? Kan rengi ve kesinlikle daha lezzetli. İlk ısırıkla gelen büyük bir zevk ile kaybolan enerjimi geri kazanıyor gibiydim. Burası farklıydı ama bu yiyecek kesinlikle lezzetliydi. Acınası bir kükreme duyup arkama döndüm. Bir kaplan daha! Konuşmaya başladım.

-sen kimsin?

-ben bir Sumatra kaplanıyım.

-ben de öyleyim. Adın yok mu?

-Safran

-benimki de Eflatun. Burası neresi! Neler oluyor?

-ilginç birisin. Acaba etten ben de yiyebilir miyim?

-elbette…

Kaplan benden zayıftı. Eti ısırırken zorlanıyordu. Ama yediği için mutluydu. Sorduğum soruyu belki duymamıştı belki de duymazdan geliyordu. Ona bir soru daha sordum.

Bir Kaplan'ın (!) GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin