Bölüm 3

64 14 1
                                    

Bölümlerin kısa olması canımı sıktı. İsteğimden vazgeçip boyutları tek bölüme ekledim. Okuyanlara, oy verenlere ve kitapta en ufak şekilde bile desteği olan herkese çok teşekkür ediyorum.

"Yanında olduğum zaman değerimi bilmezsen; değerimi bildiğin gün beni yanında bulamazsın."-Necip Fazıl Kısakürek

HUZURLU OKUMALAR.

Dudaklarımı yalayarak nefes verdim. Şimdiden sıkılmıştım. Elime geçen ilk kâğıdı yırtıp küçük bir top haline getirdim ve defterime bir şeyler 'karalayan' Ömer'in suratına fırlattım. Kaşlarını çatarak bana döndüğünde oflayarak, "Sıkıldım ben," dedim. "Bana ne ?" diyerek deftere döndüğünde bir kâğıt daha yırtarak az öncekinden biraz daha büyük olan bir top yaptım. Sümeyye önünde Ömer'in hazırladığı sorulara kafa yorarken elimdeki kâğıt topunun hedefi olarak onu seçmiştim. Hızla bana dönüp "Hayal!" diye kızdığında masum bir bakış atmaya çalışarak gözlerimi büyütüp dudaklarımı büzdüm. "Ama ben sıkıldım." "O halde önündeki sorulara göz atmayı dene." diyerek bir öneride bulunduğunda ona dil çıkararak önüme döndüm.
Test sorularına baktığımda hiç birinin eğlenceli olmadığına kanaat getirerek kalemi alıp dişlerimin arasına sokarak düşünmeye başladım.

Bu dersleri kim bulmuştu bilmiyorum ama zaman kaybından başka bir şey değildi. İnsanları yeteneklerine ve becerilerine ulaştırmaktansa verdiklerini almalarını sağlayan/ sağlamaya çalışan bir 'eğitim' sistemine sahiptik. Şiir yazabilen biri neden matematikle zaman kaybetsindi? Sesi güzel olan biri fizik sorularını çözerek mi keşfedilecekti? Etrafımda göz gezdirirken herkesin soru çözdüğünü fark ettim, ben Ömer ve Şeyda hariç elbette. Şeyda, elinde kitabı ve kulağında kulaklığıyla her zaman ki köşesine sinmiş dün aldığı romanın sayfalarına dalmıştı. Ömer'in ise ne yaptığını çözemiyordum, resim çiziyor olmalıydı. Tek işsiz ben miydim? Canım gezmek istiyordu işte! Bu şekilde nasıl odaklanabilirdim?

Telefonum titrediğinde şükrederek masanın üstünden aldım. Bu sıkıcı kütüphaneden çıkmam için bir umuttu arayan kişi. Emre.

"Selam." dediğinde anında "Neredesiniz bayım?" dedim. Kahkaha attığında anlamayarak gözlerimi kırpıştırdım. Komik ne vardı? "Ektim sizi tamam ama insan anında mı hesap sorar?" dediğinde gülümsedim. Nerede olduğunu anlamıştım. "Geliyorum. Kal orada!" Telefonu kapatıp oturduğum yerden kalktığımda Ömer bana baktı. "Hayırdır?" dediğinde ona bakıp, "Sana ne?" dedim. "Ağabeyler hesap sorar, kardeşler hesap verir küçük hanım," "Emre ile buluşacağım." "Emre mi?" diyen Sümeyye'ye onaylar şekilde başımı salladığımda benimle gelmek istediğini söyledi. Ömer yüzünü buruşturarak, "O çocuğu sevmiyorum." dediğinde Sümeyye gülüp "Sen kimi seviyorsun ki?" dedi ve ayağa kalkıp yanıma geldi. Koluna girip herkese kısa bir hoşça kal armağan ederek yürümeye başladım.

"Emre nerede?"

"Bizi ektiğini söylediğine göre nerede olabilir?"

"Bizim park."

"Bingo!"

Aramızda ki bağ sahiden farklıydı. Göz alıcı derecede parlak ve bir o kadar mükemmel. Tek bir cümle, bazen tek bir kelime, çoğu zaman en ufak mimikle neler olup bittiğini anlayabiliyor, ona göre hareket ediyorduk. Dünyanın en değerli, en gerçek insanlarıyla beraberdim. Biri de şu an kolumda idi. Gülümsedim kendimce. Anılar aklıma geldikçe kahkahalara boğulmak istiyordum. Fazla anımız vardı. Beraber atılan kahkahalar ve beraber ağlanan zamanlar hepsi unutulamayacak kadar güzeldi. Çünkü en kötü günümüz, el ele verdiğimizde en muhteşem gün haline geliyordu. Özel olanda buydu zaten. Önce ağlayanla ağlayıp sonra ağlayanla söver ve ağlayanı güldürürdük. Sonrası birlikte girilen kahkaha krizleriyle dolu birden çok saçmalık yapan kızlara deli gözüyle bakan erkeklerin bakışlarında ezilmek oluyordu.

ŞİZOFRENİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin